1 Aralık 2008 Pazartesi

İspanya Seyahati

İspanya'ya da 2005'te ablamla beraber gittik.

Potuk evimize geleli kucacımla hiç beraber tatil yapamadık.Yani sadece balayında ve 1 yıllık evliyken beraber tatil yaptık. Potuk'u tatile götürdüğüm ilk sene yazlık evin sahibi bizi gittiğimiz akşam "sabah köpek burdan gitsin" diyerek kovduğu için ayrı ayrı tatile gidiyorduk. Ben gidiyorum kucacım Potuk'a bakıyordu, kucacım gidiyor ben Potuk'a bakıyordum.
Canım kucacım 2 senedir fedakarlık ederek evde Potuk'la duruyor ben yurtdışına gidiyorum ama bu sene eğer kızımız gidebilecek gibi uslu bir bebiş olursa ve finansmanı sağlarsak hep beraber gitme niyetimiz var.

İspanya için size tavsiyem sakın tur şirketiyle ekstra turlara katılmayın. Çünkü Toledo için 50 EUR alıyorlar ve doğru düzgün gezdirmiyorlarmış. Biz internetten araştırıp trenle gidiş dönüş 9 EUR'ya Toledo'ya gittik ve canımızın istediği kadar gezdik. Muhakkak Katedrali görün. Böyle bir güzellik bir daha göremezsiniz. Vatikan'daki San Pietro'dan bile güzel!

Ayrıca Monserrat'a da muhakkak gidin ama biz kaçırdık siz Siyah Meryem heykelini göreceğiz diye dünyaca meşhur çocuk korosu'nun konserini kaçırmayın. Ayrıca müzesi için en az 2-3 saat ayırmanız gerek.

Barcelona'da Akvaryum'u muhakkak görün. Biz çok beğendik.

Birde Madrid'te mutlaka ama mutlaka Thyssen ve Prado müzelerini gezin. Pişman olmazsınız bizim gibi az biraz resim severseniz hiç resim tarihi bilmeseniz bile çok zevk alacaksınız.

Flamenko içinde bence otelin danışmasına sorup otantik bir yer seçin.Kesinlikle bizim tatilin en hoşumuza giden gecesini biz böyle otantik bir yerde flamenko izleyerek geçirdik.
Üstelik ekstra tur 50 EUR iken biz 18 EUR'ya turislerin çok az olup Madrid'lilerin dolu olduğu bir yere gitmiştik.

1.gün:

Uçak gece saat 21.00’de kalkacaktı.Biz erken çıkınca saat 17.30 gibi havalimanına gittik. Beklerken uçağın 1 saat rötar yaptığı ve 22.00’de kalkacağı söylendi.

Bizde bu arada yemek yedik, duty free shopları dolandık.

22.30’da uçağa aldılar ama uçakta teknik arıza çıktığı söylendi. Saat 23.20’de ancak kalktık.

Saat 03.00 gibi Barcelona havaalanına indik. Belki yarım saatten fazla bavulları bekledikten sonra otobüslere binip otele varış ve odalara yerleşme derken saat 04.00 oldu. Hemen yattık uyuduk.

2.gün:

İlk gün rehber grubu gezdirecekti. Bizim programa uyduğu için bizde onlarla gezelim dedik. Sabah 09.00’da kalkıp kahvaltı ettik.Kahvaltıda yeşil domates-sarı ve kırmızı karpuz- peynir çeşitleri-kruvasan-domuz eti çeşitleri-gevrekler-tost ekmekleri bir sürü malzeme vardı. Servise yardım edenlerden çok güzel yüzü olan ama bodur bir oğlan vardı adı Angel. Maaşallah hakiketten adı gibi -Melek- çok güzel yüzü vardı.

Kahvaltıdan sonra otobüsle Mont Juic’e gittik. Burada 1992 olimpiyatlarının yapıldığı stadı gördük, bence görülmese de olur. Büyük bir stad, açılışta 75.000 kişi olan kapasite daha sonra güvenlik nedeniyle 45.000 kişiye indirilmiş. Basket takımı Pau Ortez’inde idman sahasını geçerken gördük. Mont Juic’in adı 1920’lerde yapılan kazıda bulunan toplu mezarlardan geliyormuş. O mezarların yahudilere ait olduğu sanılıyormuş. Daha sonra başka bir tepeden kuşbakışı Barcelona’yı gördük. Sonra Parc Güell’e gittik.



Güzel ve geniş bir park. Şehrin her yerinde olduğu gibi Gaudi eseri park. Parkta dünyanın en uzun bankı var. Yılan gibi kıvrıla kıvrıla parkı geziyor. Üstünde seramik parçalar dolu.


Gaudi bu bankı süslerken fikre ilham olan arkadaşının annesinin ona çayın yanında verdiği kurabiyeleri içine koyduğu tabak olmuş ve o tabakta banka konmuş. Bankın üstünde durduğu 80 sütunun altında eliptik şekilli duvarlar var.Ayrıca Gaudi’nin kertenkele çeşmesi var parkta. Devamlı klasik müzik yayını var.

Parkın ardından La Sagrada Familia katedraline gittik.

Bu katedral Barcelona’nın sembolü. Gauidi bitiremeden ölünce güzel sanatlar fakültesi Gaudi bölümü öğrencileri yapımına devam ediyorlarmış. Peri bacalarından ilham aldığını söyledi rehber. Aslında mevcut teknoloji ile 4 yılda bitirilebilecek olan Katedral 2082’ye kadar bitirilmiyormuş, çünkü para basıyor.

İçerisi inşaat alanı olmasına rağmen giriş 6 EUR ve kuyruk var. Biz girmedik. Dışı çok güzel her yeri işleme, boş olan bir alan yok. Bir sürü heykeller, garip bacalar. Adamın hayal gücü çok genişmiş.


Katedralden Gotik Mahallesine (Barri Gotico) gittik.

Hep eski katedraller, evler, müzeler olan çok güzel bir yer. Yığınla hediyelik eşya dükkanı var.

Hemen her dükkana girdik. Burda museo gammon yani Jambon müzeleri var bir sürü. İçerisi tıklım tıklım. Bunun dışında hint-kızıldereli gibi otantik giysiler satan bir yığın dükkan var. Tabii epey pahalı. Kıyıp bir şey alamadık.

Püsküllü süet ceketler, kızıldereli ayakkabıları, gömlekler, kabus kovan süsler, takılar doluydu. Fonda sürekli kızıldereli müzikleri vardı. Tezgahtarlar güney amerikalı perulu gibi tiplerdi. Onun dışında dükkanlarda bir sürü kıyafet ve aksesuar vardı.Beğendiklerimizde zaten daracık.

Gotik mahallesinden çıkıp Las Ramblas caddesine gittik.


Bizim Bağdat Caddesi gibi sağlı sollu dükkanlar, kalabalık. Caddenin sonunda Colomb anıtı ve marina var. Marinanın içinde alışveriş merkezi ve Akvaryum yer alıyor.

Marinaya tahta bir köprüyü geçerek varıyorsun marinadan sonra da akvaryumun girişi var.
Alışveriş merkezinde bir sürü dükkan, bir şekerci dükkanının ve bir aksesuar dükkanının vitrini çok güzeldi. Ayrıca Barcelona futbol takımının resmi satış mağazası da bu alışveriş merkezinde. Akıl edip forma almadık bizimkilere. İçerde çok güzel restoranlarda var marina manzaralı.

Akvaryum ise Avrupa’nın 3.büyük akvaryumuymuş.

13 EUR giriş parası verdik adam başı. Önce ufak akvaryumlarda envai çeşit balıklar, daha sonra geniş camlı bir bölmede büyük bir akvaryum ve en sonda da heryeri cam olan sadece yürüme yeri bulunan bir koridordan geçip penguen ve vatos havuzlarını görüyorsun.
Oradan geçmek müthiş bir duygu, sanki denizin içinde yüzüyormuş gibi. Köpek balıkları, müren balıkları, vatoslar bir sürü balık var.

Çıkışta tabii ki hediyelik eşya bölümü var ordan bakıp çıktık ve tekrar Las Ramblas’tan Gotik Mahallesi’ne gittik.

Meydanlarda oturup biraz dinlendik. Dükkanlara bakındık. Bir dükkanda bebek evi vardı, o kadar güzeldi ki. Evin köpeğinden mobilyalara, ağaçlardan banyo takımına kadar herşey vardı.Ayrıca bebek evi aksesurları da mobilya-resim vs- satıyorlar.

Bir kilisenin avlusundaki basamaklara oturup dinlendik, bizim gibi bir sürü turist basamaklarda oturuyordu ama sadece ablamla ben güvercin pisliğine oturmayalım diye altımıza poşet sermiştik.



Belediye sarayının orda iki evi birbirine bağlayan bir balkon vardı İtalya’dakilere benzeyen. O balkonu bulmak için 2 saat dolaştık.
Barri Gottico’da girmediğimiz sokak, görmediğimiz dükkan kalmadı.

Belediye Sarayı’nın ordan Katedralin olduğu meydana gidip burada Tango gösterisi yapan bir çifti izledik.

Başka bir meydanda oturup dinlendik, hava kararmaya başlamadan metroyla otele dönüp yıkandık, giyindik ve tekrar Gotik mahallesine gidip Çin yemeği yedik.

Yemekler buradakine göre bayağı yağlıydı. İçerde bizden ve hintli bir aileden başka kimse yoktu. 35 EUR hesap verdik.

Çıkıp Las Ramblas’taki sokak gösterilerini izledik. Bir sürü garip garip gösteriler var. Kendini Don Kişot’a benzetmiş bir adam- her yeri plastik pet şişe kaplı-, Ayakları tahta bir ortaçağ çifti, zenci rapperler hatta adamın biri goril kılığında ablamın peşine bile takıldı. Zor kaçtık elinden.

Metro 6 hatlı şehrin her yerini dolaşıyor. 10 seferlik bilet 6 EUR. Ablamla ikimiz onu kullandık. Rehber metroyu tam yarım saat anlattı.

Bizim Türklerin kafası iyice karıştı. Aktarma yapacağın yerler haritada işaretli. Ayrıca gideceğin istikamete göre binmen gerekiyor. Bizim otel yeşil hat üstünde ve Lesseps durağına yakın. Lesseps durağı da Las Canyelles istikametinde. Dolayısıyla bulunduğun yerden metroya binerken önce yeşil hat geçiyormu diye bakacaksın eğer geçiyorsa metroda Las Canyelles istikametine giden metroya biniyorsun.

6 dk arayla metro var. Ayrıca istasyonda gideceği yeri ve kaç dk sonra metronun geleceğini gösteren tabelalar var.

Metronun içinde ise her durağı gösteren haritalar var ve sesli olarak gelecek olan istasyonun adını söylüyorlar.

Ancak şapşal rehber bize metro en son 23.00’de var dediği için akşam en geç 22.30 gibi metroya dönmek zorunda kaldık. Meğer en son 24.00’te metro varmış.

Gece oranın Çarşı mağazası gibi olan El Corte Ingles’e gittik. Biraz orayı dolandık çok güzel ipek şallar vardı ama acaip kazıktı. Market bölümü, giyim bölümü,parfümeri bölümü, en son guguklu saat bölümü vardı. En ucuzu 400 EUR ama çok güzel saatler vardı.

Las Ramblas’ta bir sürü hediyelik eşya dükkanı var. Hepsinin tezgahtarı Hintli. Hepsine girdik, öncelikli olarak yelpaze baktık. Güzeller pahalı, dandikler ucuz. Anahtarlıklar, t-shirtler, dini hediyelikler dolu. Semih’e ve Genco’ya birer tane karikatürle Barcelona şehrinin resmedildiği t-shirt aldım. 10’ar EUR. Buzdolabı süsleri aldım.

Sonra çıkıp otele döndük. Otele yakın uyduruk bir sokak kafesinde oturduk. İçerde 3-5 İspanyol bir yaşlı amca ve orta yaşlı bir teyze vardı. Capucino istedim, biraz kendi aralarında konuştular ve sonra capucino’ya benzeyen bir kahve verdiler. 2.50 EUR iki kişi. Dışarı 2 masa 4 sandalye atmış kıpırdayacak yer yok. Bizden başka bir kızla erkek dışarda oturuyordu. Hava güzeldi, hafif bir rüzgar, orası turistik muhit olmadığı için sakin, araba sesi dükkana kadar gelmiyordu. Kafenin tam karşısında bir park vardı, parkta burada çalışmaya gelen hintli birkaç kadın oturmuş sigara içiyorlardı.

Otele dönüp yatana kadar saat 23.30 oldu. Otel yokuş yukarı ve çevrede açık kafe vs yok. Sadece evler ve işyerleri var. Otelin pencereside yan taraftaki sitenin ortak bahçesini görüyor. Kocaman bir bahçe çocuk parkı, banklar vs. Güzel yer. Barcelona serin adamı bunaltıcı bir sıcak yok. Havası güzel yani. Yaptığımız yol 9 km. Ablamın adım sayarı sağolsun.

3.gün: Sabah 08.30’da kalktık, kahvaltı ettik. Kahvaltılarda bir sürü meyve –sarı karpuz bile vardı- yığınla domuz eti çeşidi, kahvaltı gevrekleri,peynir,zeytin,yeşil domates ve kuruhasan vardı.

İtalya’dakinde sonra menü çok zengin geldi. Kahvaltıyı bitirdikten sonra Monserrat manastırına gidecektik. Internetten gördüğüm kadarıyla kombine bilet alınca yemek+yol 30 EUR adam tutuyordu.

Bileti alacağımız istasyona gittik ancak girişi bulmak zor oldu, yeşil hattan pembe hatın bankosundaki geçişe giremedik. Meğer yanına yaklaşınca sensörle açılıyormuş. Girdikten sonra bileti satan yeri bulmak için polise sorduk, onlarda kendi aralarında konuştular, biri İngilizce biliyordu bize yeri gösterdi. Bileti almak için form gibi birşey doldurduk. Sonra o formu makinaya sokup parayı da makinaya atmak gerekiyormuş, biletçi kız gelip bize yardım etti. Ancak metroda tamirat olduğu için R-5 trenine binmemiz gereken başka bir istasyona gitmemizi söyledi.

Orada yaşlı bir adamla genç bir kız vardı artık dede-torun mu baba-kız mı bilmiyoruz bizi onların peşine taktı. İkiside İngilizce bilmiyordu. Neyse aktarma yapılacak metro istasyonuna gidip R5 trenine bindik. Tren saat 9.36’daydı biz ucu ucuna yetiştik. Trenler konforlu,havalandırmalı,kapıda düğmeye basıyorsun binmen için basamak açılıyor öyle biniyorsun.

Trenle 1 saat yolculuktan sonra dede-torun indiler bize işaretle bir sonraki durakta inmemizi söylediler. İndiğimiz yerin yan peronundan başka küçük bir trene bindik. Yaklaşık 20 dakika dağa tırmandı tren. Manzara güzeldi. Monserrat manastırı Benedikt rahiplerinin 13 y.y’da kurduğu bir manastır. Bir zamanlar Meryem Ana’nın görüldüğü rivayet ediliyormuş. Şehrin koruyucu azizesi Monserrat ise Siyah bir heykelle manastırda ziyarete açıkmış. Trenle tırmanırken sadece dağlar görünüyor. Sonra trenden iniyorsun bildiğin tren istasyonu gibi her yeri kapalı bir alan, yürüyen merdivenlerle bir çıkıyorsun heybetli manastır, konser salonları, yatılı yurdu insan çarpılıyor.


Napolyon burayı bombalamış, yıkılan manastır yeniden inşa edilmiş. Buralarda katedralde ya da manastırda gömülmek için yüklüce bağış yapıyormuşsun. Burada da bir 2 şövalye gömülü.

Manastırın çocuk korosu dünyaca meşhurmuş 11.30’da ve akşam 19.30’da konserleri vardı ancak son tren 17.30’da olduğu için 11.30’u dinleyelim dedik. Vakit olduğu için bir çay içtik, kalktık müzeye girdik.

Burada hiç bir müzede kameraya bile çekim izni yok. Eserler yıpranıyor diye. Ufak bir müzeye benziyordu. Yarım saatte gezeriz dedik ama 45 dakikada ancak bir katı bitirdik daha 2 katı daha vardı müzenin. Çıkarken hızlıca baktık çok güzel eserler vardı, bazıları sanki fotoğraf gibi, o kadar canlıydı ki.

Neyse çıktık baktık manastırın önünde kuyruk, herhalde herkes koroyu seyretmek için kuyruğa girdi diyip bizde girdik. Sonra uyandım kuyruk siyah Monserrat azizesini görmek için. Ablamı kuyruğa bırakıp manastıra koştum ama koro o sırada konseri bitirmiş çıkıyordu. Gerisin geri kuyruğa girdim. Manastırın yan tarafındaki kapıdan yukarı tırmana tırmana daracık koridorlardan geçe geçe tam 1.5 saatte Monserrat azizesinin olduğu odaya girdik.

Her yeri varaklı kendisi cam muhafazada sadece eli açıkta. İnsanlar onun elini öpüp camı öpüp duruyor. O kadar ufacık bir odaki durup heykeli seyredecek zaman yok arkası insan dolu. Bizde beklediğimiz bu muydu diye hayal kırıklığına uğradık. Üstelik koroyu da dinleyemedik diye kızıp elini melini sıkmadık. Çıkıp tekrar manastırı gezdik. Uzunlamasına bir yapı, içerisi karanlık, tavanlar sade, mum yakma yerleri dışarda.

Tahta sıralara oturup bizde kendi Allah’ımıza dua ettik. Ablam 1 EUR’ya mum dikmem onun yerine su içerim dediği için mum dikmedik. Manastırın ortasında renkli taşlarla bir göbek süslemesi var, herkes resim çektiriyor.

Bu arada bu manastır Katalanlar için hac yeri olduğundan bol miktarda yaşlı kokona teyzeler vardı. Sakatlar bile gelmişti tekerlekli sandalyelerle.

Ayrıca trene köpek aldıkları için etrafta bir sürü köpekli insan vardı. Burada hiç cins köpek görmedik hepsi kırma.

Daha sonra yemek yenecek restorana gittik. Tipik katalan yemeği tabii domuzlu felan ama biftek ve tavukta vardı. Yemekleri kendin gidip alıyorsun tabldot usulü. İki ayrı kuyruk vardı kasiyere sorup doğru kuyruktan yemekleri aldık Ablamla biftek-paellaa-tatlı yedik. Çok bol kepçeydi. Biftek en az 6 parça, sulu, arpacık soğan ve havuçlu, paella domuz etliydi, tabii etini ayırdık. Yağlı ama Çin yemekleri kadar değildi. Ben cheese cake ablam meyve salatası yedi.Restoranın manzarası da dağ manzarası e tabii ki çektik.

Döndük saat oldu 15.30 bari biraz dinlenelim dedik, gidip hediyelik eşya mağazasına baktık. Hristiyan olanlar için çok güzel hediyelik eşyalar var ama bize uymaz. Hep İsa,Meryem,Siyah Bakire motifli anahtarlıklar,buzdolabı süsleri,t-shirtler,kitap kapları, kitaplar, ayrı bir bölümde de atıştırmalık ekmekler, sandviçler vs. Sadece bir tane buzdolabı süsü aldım Siyah Bakire’li , 5 EUR.

Restorana giden yolda da köylüler peynir-bal-ekmek satıyorlardı. Peynirlerin üstüne ne peyniri ise o hayvanın oyuncağını koymuşlar. Dil problemi yok yani. Biraz konser salonunun oradaki banklarda oturduk 16.00 trenini bekledik. Trene bindik ama yanlış istasyonda inmişiz. Aşağa kata inip bilet gişesindeki 2 kıza sordum ama ingilizce bilmediklerinden anlaşamadık.

İşaretlerle zor bela 20 dk sonraki trene binip 1 durak sonra inmemizi söylediler. Neyse doğru durakta inip Barcelona’ya giden R5 trenine bindik, inip metroyla otele dönüp yıkanıp giyindik. Tekrar metroyla Las Ramblas’a geldik, cadde üstündeki Çin Lokantasına gittik. Buranın yemekleri daha lezzetli biraz daha az yağlı. Klasik menümüz Acılı ekşili çorba- tavuk ve biftek- nodles ve tatlı olarakta dondurma yedik.Dondurmaları bizim eski metal küçük pastane kaplarında getirdiler. Güzel değildi ama neyse diğer yemekler fena sayılmazdı. İçerisi dün gittiğimiz lokantaya göre daha salaş görünüşlü ama daha kalabalıktı. Herkes turistti. Çalışanlar az ingilizce bilselerde anlaştık.Neyse 37 EUR hesap geldi.

Çıkıp gene sokak gösterilerini izledik. Bir yerde 3 kişi gitar çalıyordu, ablam zorla 20 cent bahşiş verdi, ilerde 2 adam dalgıç kıyafetleri gibi dar kıyafetlerle jimnastik hareketleri yapıyorlardı. Çok kalabalıktı bizde durduk izledik. Adamlar gösteri bitince kafalarındaki şapkaları çıkardılar. İkiside uzun saçlı yakışıklı tiplerdi. Turist kadınlar onlarla resim çektirdi. Biz videoya kayıt ettiğimiz için bir daha adamlarla foto çektirmedik.

Hediyeliklere baktık anneme, Zehra’ya, Şuşan’a yelpaze aldım.Ablamda Nermin’le Süsü’ye aldı 6 EUR. Ayrıca vize işlemleri için bana evrak getiren Özcan’ın kızına da minik bir yelpaze aldım. 3 EUR.

Dükkan sahibi hintli biz kendi aramızda konuşurken bizle Türkçe muhabette başlamaz mı? Meğer çok Türk geliyormuş adam da dil öğrenmeye yatkın herhalde. Bir süre konuştuk, İstanbul’dan olduğumuzu duyunca sordu da sordu.

Bütün hediyelik eşyacıları her akşam gezdik desem yeridir.Metroya giderken 5 tane kızıldereliyi şov yaparken gördük. Hepsi yerel kıyafetlerle fonda güya kendi doldurdukları CD çalarken şarkı söyleyip dans ediyorlar. Önde bir adamda bu CD’leri satıyor. Yanımıza gelen bir salak sarhoş kendini paraladı dans edecek diye. Gösteri sırasında yaşlıca bir amca ve teyze kalkıp klasik salon dansı ettiler o müzikle. Ama çok güzel uydu ve epey alkışladık. Otele döndüğümüzde saat 23.30 oldu, çay yaptık içtik. Kameranın pilinin dolmasını bekleyip yatıp uyuduk. Bugünkü yürüme 12 km. oldu

4.gün: Sabah 9.30’a kadar uyumuşuz. Kahvaltıdan sonra Gaudi’nin yaptığı evler Casa Batlo, Casa Mila ve Casa Ametler’i gezdik.


Casa Batlo’yu yaparken denizden esinlenmiş, ötekileri nereden esinlenmiş bilmiyorum. Batlo’ya giriş 6 EUR. Tabii girmedik, çünkü içinde sadece Gaudi’nin eserlerinin fotoğraflarının olduğu bir sergi var. Çatısında bar varmış, giriş 11 EUR. 3 evde Diagonal caddesi üstünde. Eski Beyoğlu evleri gibi süslü binalarda vardı, bakına bakına gezindik.Hepsi enterasan.







Oradan bizim balık pazarı gibi olan Mercat’a gittik.

Çoğu meyveyi biliyorduk bilmediğiz bir kaç meyve vardı. Tüm meyvelerin suyunu sıkıp satıyorlar ayrıca meyve salatası yapıp satıyorlar ve epey rağbet var bunlara. Arka kısmı da balık hali, yerlisinden çok yabancı alıcılar etraftaydı. Ayrıca şekerciler ve kuruyemiş gibi şeyler satan dükkanlarda vardı. Bizim balık pazarının daha renklisi.Öğlen yemeği meydanlardan birindeki Pizza Hut’ta ben ıspanaklı makarna ablamda salata yedik. Çıkıp metroyla şehrin giriş kapısı olan Arc de Triump’e gittik. Arc de Triump’un karşısındaki Ciutadella Parkı’na girdik.




Kocaman bir park. Meditasyon yapanlar, kayık gezisi yapanlar, çocuklarını gezdirenler, bizim gibi turistler var. Parkın yapay gölünün kıyısında oturup dinlendik. Başka bir havuz kenarında da çay içip dinlendik.

Allahtan burda çaylar İtalya’daki gibi limonlu değil.



Parktan çıkınca yol üstündeki Çikolata müzesine gidip çikolata aldık. Yiye yiye dolandık. Çok güzel çikolatalar vardı, envai çeşit ve envai şekil. Biz kolon şeklinde ufak bir paket aldık yolda yemek için, sonra ben eve götürmek için beyaz çikolata ve bitter , ablamda portakallı ve bitter aldı. Bitter şahaneydi. Sanırım 10’ar EUR verdik. Zencefilliden framboazlıya kadar aklına gelen her çeşit çikolata var. Ayrıca orda kafe yapmışlar sıcak çikolata, çikolatalı kruvasan falan satıyorlar.

Çıkıp ara yollara girip oranın Japon pazarını bulduk, kalitesiz ve ucuz şeyler vardı, en az 2 saat dükkanlara girdik çıktık. Bazı kutular çok hoştu, ben kendime hasır şapka aldım 3 EUR.

Halis deri satan bir dükkana girdik çarıklar, yelekler vs. Çok pahalıydı bir de acaip pis kokuyordu.

Yolda ucuzcu bir ayakkabı mağazası da gördük. İçinde biraz ayakkabı denedik ama almadan çıktık.

Ben capucino makinası aldım ocak üstü. Ama kullanma kılavuzu yoktu ve adamda ingilizce bilmediğinden nasıl yapılacağını anlatamadı.

Akşama doğru otele dönüp yıkandık ve giyindikten sonra Las Ramblas’ta bir tapas bara gittik. Burada tapas denen atıştırmalık şeylerden de vardı ama ablam biberli tavuk ızgara bende peynir soslu biftek yedim.Hesap İspanya’daki en pahalı yemek oldu 55 EUR! Fakat gayet lezzetliydi. İçerisi kalabalıktı. Garsonlar güler yüzlüydüler ve bizle epey ilgilendiler. Bizim gruptan 2 gıcık tipte ordaydı ama tabii takılmadık. İçerde turistler kadar yerliler de vardı. Pub havasında Genovese diye bir lokanta 100 küsur yıllık bir yermiş. İçerisi gayet hoştu.

onra gene sokak gösterilerini izledik. Metroya binip otel döndük,yatmadan çay içtik. Bugünkü yürüme 13 km. oldu.

5.gün: Sabah saat 7.00’de kalkıp kahvaltı faslından sonra otobüslerle Madrid’e doğru yola çıktık. 650 km. Yol üstünde ihtiyaç molaları dışında öğle yemeği için Zaragosa şehrinde durduk. Güzel bir katedrali ve meydanı var.

Katedralini gezdik,13 yy.’da şehrin koruyucu azizesi Pilar için yaptırılmış. Büyük bir katedral, kapıları bronz ve çok işlemeli. İçinde çekim izni vardı bende çektim.Süslü püslü bir katedral. Günah çıkaranlar vardı. Dua edenlerin olduğu köşede biraz onları izledik. 2 tane rahibe hep aynı nakaratı söylüyor diğer insanlarda hep ellerinde tesbihler dua ediyorlar. İçinde sunaklar ve eski tablolar vardı. Tavanları çok işlemeli değildi ama tablolar ve bölüm bölüm ayrılmış küçük yerler vardı. Onlara ne deniyor bilmiyorum. Bölmeler daha süslü ve aydınlık. Bol bol çekim yaptık.

Çıkınca gittik öğlen çabuk yenecek tek yemek olan Mc Donalds yedik. 15 EUR hesap verdik, ablam gene salata yedi ama ben big burger menü yedim.

Sokak konserleri vardı biraz onlara baktık.

Zaragosa bir nehrin ikiye böldüğü güzel bir şehir. Nehir kenarında güzel apartmanlar var. Katedrale giden yolda bir sürü hediyelik eşyalar satan dükkanlar var. Bir dükkan sırf Disney karekterli çocuk giysileri ve oyuncaklar satıyordu, bir başka dükkanda vaftiz elbiseleri vardı. O kadar şık şeyler ki.

Başka birkaç mağaza abiye kıyafetler satıyordu, 1500-3000 EUR arası çok şık giysiler vardı. Hepsine bayıldık.

Otobüsün kalkış saatine kadar biraz dolandık. Geri katedralin olduğu Pilar meydanında döndüğümüzde iki köpeciğe rastladık. Biri meydandaki havuza atladı, diğer kaçtı öbürü havuzdan çıktı onu kovaladı. Pek eğlendik.

Katedralin bahçesinde millet toplanıp yerel danslarını yaptı, bizim gruptan Adanalılarda onlarla dans etmiş biz onları beklerken.

Tekrar arabalara binip Madrid’e vardık. Panoromik şehir turu yaptırdılar ama serseme döndük. Akşam otel varıp yerleşmemiz saat 21.00 oldu.

Çıkıp hemen otelin ordaki Çin Lokantasına gittik. İçerde sadece ablam ve ben garson kız ve lokanta sahibi adam vardı. Kız tek kelime ingilizce bilmiyordu ama menüden göstere göstere siparişi verdik. Acılı ekşili çorba-tavuk-biftek-nodles ablam haşlanmış pirinç yedi. 38 EUR, fena değildi yemekler. Restorandan çıkıp meydanları dolaştık.

İspanya’da bütün yolların başlangıcı sayılan 0 noktası da denen Puerto del Sol meydanına gittik.

Korkunç kalabalık daha çok yerliler var az sayıda turist gördük. İnşaat vardı yollarında biraz da ondan kalabalıktı.











Burdan haritaya baka baka dört tarafı kapalı bir meydan olan Plaza Mayor’a gittik.

Burası da dükkanlarla çevrili biraz San Marco meydanına benziyor. Ortadaki heykelin altında bir grup insan İspanyolca neşeli şarkılar söylüyor ve el çırpıp dans ediyorlardı. Dükkanların hepsi kapalıydı. Dolandıktan sonra oteli bulamadık. O kadar çok gezdirdilerki kafam durdu. Taksi çevirdik ve otelin adını söyledim ama adam anlamadı sonra haritada gösterdim anladı. Otele gidip yattık. Bugünkü yürüme 6 km. oldu ,otobüsün zararı.


















6.gün: Sabah kalktıktan sonra yürüyerek Thyssen müzesine gittik.

Bu müze dünyanın çelik kralı İsviçre asıllı Alman adama aitmiş. Kendinden çok genç olan karısı ise İspanyol’muş.

Hayatı boyunca topladığı 800 tabloyu ölümüne yakın açık arttırma ile satmak istemiş. Almanya ve İsviçre 1 milyar dolar vermiş, İspanya ise 600 milyon dolar ama adam İspanya’ya satmış.

Sebep olarakta İspanya’nın daha turistik olması sayesinde daha çok insanın eserleri görebileceği söylemiş. 9 EUR giriş/adam.

Çok büyük bir müze 3 katlı ve her katı için ayrı bilet veriliyor. Biz en üstteki modern resim kısmına girmedik. Diğer 2 katı gezdik. Mükemmel tablolar var. İnsanın aklı duruyor resmen. Goya-Rubens-Rembrant’ın tablolarının orjinallerini görmek çok daha etkileyici.

1.Kat daha ziyade 13-15 yy. Dini resimlere, ikonalara ve soyluların resimlerine ayrılmış. Kulaklıkla tanıtım vardı ama biz almadık. Resim tarihini bilmediğimiz için sadece hoşumuza giden eserlere uzun uzun bakarak 2.5 saatte gezdik.Sonra taksiyle Kraliyet Sarayı’na (Palacio Real) geldik.

Sarayın içinde çekim izni olduğu için rahatça çektik. 2800 odası ile Avrupa’nın en büyük sarayıymış. Sadece 50 odası geziliyor 6 EUR/adam.
Porselenden yapılma odadan tut müzik odasına ki burdaki 5 kemanda Stradivarus’un-aklına gelecek her odayı gezdik.
Eskiden 3 ayrı oda olup sonra birleştirilen ve kralların evliliklerinin de kutlandığı yemek odası acaipti. Ömrümde gördüğüm en uzun masa, bir yığın sandalye. Ama sadece düz beyaz bir örtü sermişler. İnsan kopya bir örtü ve tabaklar falan koysa daha etkileyici olur.
Duvarların,perdelerin ve koltukların aynı kumaştan yapıldığı odalar vardı. Bir odada Nato toplantısı yapılmış vaktin birinde odanın duvarlarında 17-18 yy dokuma tablolar vardı. Çok güzeldi. Gümüş ve yemek takımlarının sergilendiği odanın tanıtım yazısında bu eserlerin gündelik olarak kullanıldığı çünkü asıl önemli olanların savaş zamanında orduya gelir sağlamak için Napolyon tarafından eritildiği yazıyordu. Buna rağmen sarayın bir odasında Napolyon’un tablosu vardı.
Kraliyet şapeli çok güzel bir yer. Kraliyet üyeleri burada dua ediyorlarmış. 2 saate yakında sarayı gezdikten sonra çıkıp tam karşıdaki Almuende katedraline girdik.

Burası Monserrat’tan daha dar ve uzun bir yapı. Katedralin kapıları ağaç ama üstü işlemeden tasvirden görünmüyor.
İçeride modern vitraylar var öyle alışkın olduğumuz küçük desenler değil de daha büyük ve az renkli vitraylar var.
Bir önceki Papa burayı katedral ilan etmiş.
İçerde elektrikli mumlar var. 50 cent atıyorsun 2 mum yanıyor. Hadi dedim ablama bizde para atalım. 2 EUR attık 8 mum yanması gerekirken belki 15 tane mum yandı. Müslüman imanının gücü bu diye gülüştük.
Çıkıp katedralin merdivenlerinde su içtik ben de sigara içtim. Daha sonra sarayın bahçesini gezdik (Jardin de Sabatini).

Filmlerde gördüğümüz gibi şekil verilmiş bitkiler olan labirent bir bahçe. Ortada büyük bir havuz, havuzun her kenarında süslü püslü heykeller. Tüm ağaçların altında tahta banklar var, bizde bir manolya ağacının altındaki banka oturup dinlendik.
Gölgelikti iyi oldu.
Buradan vakit kaybetmemek için tekrar taksiye binip Avrupa’nın 3. büyük müzesi olan Prado müzesine gittik.

9 EUR/adam. 3 katlı müzeye girerken eline harita veriyorlar.
Her ressamın bölümü ayrı ve işaretli. Kimin eserlerini görmek istiyorsan o bölümü geziyorsun.
Biz Flaman-İtalyan-İspanyol ressamların katını 3.5 saatte bitirdik.
Rubens-Rembrand-Goya-Velasquez- El Greco- Van Dyke hepsini ağzımız açık seyrettik.
En alttada tabak çanak sergisi vardı burda da eski kristaller vardı kimisi kırık ama hepsi o kadar ince bir el işçiliği ki hayran kaldık. Kimbilir kimler onları kullandı kimbilir savaş sırasında nasıl hasar aldılar, nasıl saklandılar diye düşünmeden edemedik.
Orayı da gezip haşat vaziyette otele döndük. Otele yakın bir pubta bruscetta yedik– pizzaya benzer ekmeğin üstüne malzeme atılıp fırınlanan bir yemek. Çok lezzetliydi. Ben etli ablam sebzeli ısmarladık, yarım yarım birbirimize ikram ettik. Küçük doyurucu değil ama en azından açlığımızı kesti. İçerisi gene ispanyol dolu. Adamın biri bizi acaip kesti.. İş çıkmayınca kalktı. Arkada hippi gençler bağıra bağıra konuşuyordu, karşımızda ise çok şişman ve muhtemelen lezbiyen bir kız ve kıl kuyruk bir oğlan hararetli hararetli konuşuyordu. Hesap 14 EUR.
Otele döndük ve yatıp uyuduk Çünkü Madrid feci sıcak. Hava 21.00’de ancak kararıyor. Kalktıktan sonra otel resepsiyonundaki kadına flamenko için yer sorduk.Ben internetten bir yer bulmuştum adrese bakılırsa otele çok yakındı ama kadına otantik bir yer olsun dedik.
Kadın bir yer tavsiye etti. Broşürde Clinton, Kral Hüseyin ve Prens Charles’ın orda çekilmiş resimleri vardı. Kadın bizim için rezervasyon yaptırdı, haritasını verdi.
Otelden çıkıp gezine gezine meydanlardan birindeki kafede pizza yedik. İçerde çirkin ispanyol kadınlar yakışıklı ama kasılan bir motorcu abi bir kaçta çift vardı. Bizden başka herkes İspanyoldu. Burada biraz oturup dinlendik, dekorasyonu bizim buradaki TGI Friday’ler gibi Amerikan işi, yemek bizim dondulmuş pizzayla aynı. Hesap 22 EUR .
Kalkıp flamenko şovunun yapıldığı yeri aramaya başladık.
Haritaya göre Sarayı geçtikten sonra bir yerlerdeydi. Aradık sokağı bulduk ama şovun yapıldığı yeri bulamadık. Ordaki bir iki kişiye sordum bilemediler. Sonra bir apartmanın girişinde çocuklarıyla oturan gençten bir adama sorduk adam bizi şovun yapıldığı yere kadar götürdü, zaten epey yakınmış, merdivenleri çıkıp karşıya geçince dükkanı gördük.
Vakit var diye yol kıyısındaki kafeye oturduk. Açık hava kafesi içerisi tıklım tıklım ispanyol dolu. Millet gece 22.30 civarında yemek yiyor. Arkamızdaki masada yaşlı ve koltuk değnekleri ile yürüyen annelerini gezdiren bir aile, yan tarafta iki bekar ve geveze kadın, önümüzde de yeni bebekleri olan bir çift. Bebiş oturunca ağlıyor kadın ağlıyor diye huzursuz oluyor adam habire bira içiyor, nadiren konuşuyorlar. Tipik evliler işte. Bizde bebişe bakıp sevdik ama kadın biraz suratsız oldunca bebeğe bakmayı bıraktık. Capucino içtik 6 EUR.
Gösteri saat 11’de başlıyor dediler. Gittiğimizde başlamıştı. Sahnede çok hoş bir çingene vardı, adam ter içinde kalmıştı. Bizim yer en arkalarda, önümüzde de koca bir kolon. Neyse adam sahneden indikten sonra hayranları etrafını sardı. Ablama gel seni de adamla kameraya çekeyim dedim aman ben utanırım falan dedi. Mırın kırın etti ama sonra gittik.
Türk olduğumuz söyleyince adam pek ilgi gösterdi. Meğer 1999’da İstanbul’a gösteri yapmaya gelmiş. Eline de ay-yıldız dövme yaptırmış. Yanındaki yaşlı amcayı çağırdı o da dedesiymiş. Bizi tanıştırdı dede de Türk olduğumuz duyunca çok sevindi. Neyse biraz konuştuk. Sonra gittik onlar bizim yanımızda geçerken tekrar konuştular. Dede bana el şıklatmasını göstermeye çalıştı, adamda Türkiye çok güzel kadınları çok güzel felan dedi.
Daha sonra tek başına bir kadın çıktı gösteriye. Konservatuar mezunuymuş. O da çok güzel dans etti. Daha sonra bizim adamla biraz dans ettiler. Onların dansları bittiğinde salon epey boşaldı. Bizi de en ön masaya geçirdiler. Sonra 4 kadın çıktı, çok güzel bir şov yaptılar. Her anını kaydettik ama boydan alalım diye kamerayı ters tutunca seyrederken kadınlar yan yatıyor. Daha sonra bizim adamın teyzeleri ve dedesi de gösteri yaptılar.Şov saat 01.30’da bitti, adama teşekkür ettik. Adam başı 26 EUR verdik, rehber getirseydi 50 EUR alacaktı.Taksiye atlayıp otele gidip yattığımızda saat 02.30 oldu bugünkü km 12.

7.gün:
Bugün Pazar günü olduğu için ve İspanya’da koyu katolik bir ülke olduğu için hemen hemen her yer kapalı.
Zaten onların yemek saatleri ve dükkanların açılış-kapanış saatleride değişik. Fiesta var kimisi 12-16 arası kapalı kimi 11-15 arası kapalı.
Bizde bugünü Toledo’da geçirmeye karar verdik. Rehberin düzenlediği tur adam başı 50 EUR. Ben internetten gidiş dönüş tren buldum 9 EUR. Sabah saat 08.30 gibi kalkıp kahvaltı ettikten sonra kaldığımız otel çok yakın olan Atocha tren istasyonunda gittik.
Bu istasyon yetersiz kaldığından yeni istasyon binası yan tarafa inşa edilmiş ancak eski istasyon harap edilmesin diye içine botanik bahçe yapmışlar. İçeriyi suni ışıklar ve nem püskürten makinalarla tropik ortama çevirmişler, havuzları, kaplumbağları ile Amazon ormanı gibi.

Neyse bu istasyondan ona buna sora sora Toledo’ya bilet alacak yeri bulduk, bileti aldık, gidip perona oturduk tam 09.36’da tren kalktı.
Bir saate yakın gittikten sonra tren yolunda arıza olduğu için bizi bir istasyonda indirip otobüslerle Toledo’ya götürdüler.
Burası İspanya’nın Madrid’ten önceki başkenti ve Unesco tarafından tüm kent dünya mirası kategorisine alınmış. İstasyonu binasındaki information center’den şehir haritası aldık. Yürüyerek tepedeki kaleye kadar çıktık.

















Yol boyu hediyelik eşyalar var.
Her dükkana girdik. Kalenin oraya kadar yokuş yukarı yürüdük, ablama kılıç almak için girdiğimiz bir dükkanın yaşlı sahibi bizim Türk olduğumuzu öğrenince çok sevindi.
Sanırım İspanyollar Türkleri seviyor. Çok fiyatlı olmayan ama gösterişli tam istediği gibi bir kılıç aldı duvara asılacak.
Ben de 5’er EUR’ya 2 tane anahtarlık aldım. Ayrıca başka bir dükkana girip ordan da Toledo işi çakı aldım ucu kıvrık fildişi gibi görünen 17 EUR.
Sokaklarda kaybola kaybola gezindik çünkü kafamız gene durdu, hava çok sıcaktı tam öğlen güneşi tepemizi kavuruyordu, ablamın elinde koca kılıç bende hediyelikler aptal olduk.
Böylesi de keyifli canımız hangi sokağa girmek isterse girdik. Başka dükkanlardan Semih’e t-shirt kendime de buzdolabı süsleri aldım. T-shirt 20 EUR ama çok kaliteli ve baskısıda çok değişikti. Buzdolabı süsleri 3-5 EUR arası.
Sonra inerken bir meydanda öğle yemeği olarak berbat bir makarna yedik. 20 EUR. Ara sokaklarda dışarı 3 masa atmış küçük bir kafe. Genelde bizim gibi turistler vardı.
Burdan çıkıp dolana dolana Toledo Katedralinin içine girdik ve vurulduk.
O ne ihtişam. Muhteşem bir işçilik ama çekim izni olmadığı için çıkışta 15 EUR verip kitap aldık içindekileri evdekilere gösterebilmek için, katedral girişi de 7 EUR idi. Sunak yeri tam 300 yılda tamamlanmış kimlerin yaptığı bilinmiyor ama bizim evin salonundan büyük. Bütün kolonlar heykellerle dolu, tavanlarda boş yer yok. İçerde şövalye ve kardinal mezarları, resim koleksiyonları , müslüman mağriplilerin basılı kitapları ve sancakları bir sürü eser var. 2.5 saati orada geçirdik. Burası Vatikan’dan bile daha şaşaalı ve güzel bir katedral.
Katedralden çıkıp öğlen 16.36 trenine rezervasyonumuz olduğu için 16.00’da taksi aramaya başladık ama şehirde taksi yok gibiydi.
Turistik ofise girip yardım istedik. Kadın bize taksi çağırdı, adımızı aldı ve kıyafetlerimizi taksi şoförüne telefonda tarif etti. Taksi 5 dk sonra geldi, istasyona gittik ve gene otobüslerle aktarma yapacağımız tren istasyonuna kadar gittik. Burdanda trene binip 1 saat sonra otele geldik. Yıkandık,çay içtik, hazırlandık ve saat 18.00 gibi çıkıp metroyla boğa güreşlerinin yapılacağı arenaya (Las Ventas) gittik.
2 kere aktarma yaptıktan sonra Ventas durağında indik. İspanya’da metrolar bütün tarihi eserlerin burnunun dibinde. Sıraya girip 4 EUR/adam başına bilet aldık. Rehber bizi uyardı çok vahşet oluyor dayanamazsınız dedi ama gene de gittik.
Arena 4 katlı bir bina. Bizim bilet 3.katta. Sıralar o kadar yüksek ki bilet gösterdiğimiz adam bizim elimizi tutup sıraya oturttu. Çok kalabalık değil. Gösteriler 19.00’da başlıyormuş. 7 güreş 20’şer dakika sürüyor.Önce atlı pikadorlar ve matadorlar çıkıp sendika başkanı gibi bir adamın önünde saygı duruşu yaptılar, daha sonra garibim boğayı saldılar. Diğer matadorlar boğayı yordular, pikador gelip mızrakla deldi hayvancağızın sırtını matadorda bu deliğe kılıç sapladı. Birkaç çılgın tezahürat yaptı ama biz kaskatı kesildik yapılan eziyete. Sonra aniden boğa yere düşüp öldü. Bizde hemen çıktık.
Dönüşte metroda Japon bir aile vardı kadın ulu orta ağlıyordu. Bizde kocası ile tartıştı zannettik meğer kadında boğa güreşi izlemiş ve ondan ağlıyormuş. Hepsinin başı önünde kadın konuştukça ağladı durdu.
Gidip İstanbul Kebap diye bir dükkana girdik. İçerisi komple Hintli. Garsonlar, döneri kesen, yemek yiyenler. Fonda dev plazma ekrandan muhtelif hint filmlerindeki danslı şarkılı sahnelerden kombine edilmiş bir cd. Bangır bangır müzik var.
Adamlar bizim Türk olduğumuzu öğrenince daha bir özendiler. Bu dükkanın sahibi Türkmüş ama orada yoktu. Döner yedik Ama bildiğimiz dönerle alakası yok. Ette hiç yağ yok, biraz tatsız, yanına salata, patates kızartma falan koymuşlar. 15 EUR hesap verdik, giderken beğendinizmi diye sordular. Beğendik dedik ve otele dönüp bavulları topladık,çay içerken bir yandan da hesap yaptık.
Saat epey geç olmadan yattık. Bugünkü km 11 küsur. Toplam harcamalarımız hediyelikler yüzünden benim 500 ablamın 400 küsur.

8.gün: Sabah 05.30’da kaldırdılar, kahvaltı etmeden otobüslerle alana gittik.
Bize yolluk olarak sandviç verdi rehber, bavulları verdik.
Ablamın Toledo’dan aldığı kılıcı elde taşıyacaktık ama izin vermediler. Tekrar sıraya girip onu da bagaja verdik.
9.00 gibi uçak kalktı. Bizim saatle 13.20 gibi alana indik. Gene bavul bekledik, çıktık Semih bizi Güboş’un arabayla aldı, eve girdiğimizde saat 16.00 olmuştu. Güzel bir tatildi ama İtalya İspanya’dan çok daha güzel bir ülke.

Hiç yorum yok: