23 Şubat 2009 Pazartesi

Annelik sonsuz pişmanlık ve vicdan muhasebesi yapma mıdır?














Bilmiyorum, gerçekten hangi tavır doğru, hangi tarif doğru, hangi yaklaşım doğru, hiç bilmiyorum. Benim için doğru olan sizin için yanlış, size ters gelen bana düz geliyor. Annelik buymuş herhalde. Sonsuz bir pişmanlık, bitmeyecek içsesle kavgalar ve durmayan vicdan muhasebesi.
Bakıyorum anneli bloglara, herkes çocuğunu iyi yetiştirme, düzgün bir insan olması için gereken eğitimi verme çabasında.
Kendi annemin nesline bakıyorum, hiç böyle dertler yokmuş. Tek terbiye avaz avaz bağırmak ve arada beş kardeşi tattırmak.

İdil kuzum, büyüyorsun. Değişiyorsun ve beni zorluyorsun.
Derdini çok rahat anlatıyorsun, inatçı bir küçük keçisin, özgür bir ruhsun, şımarmaya çok meyillisin, bir an beni deli ediyorsun, bir an ısırıp her yerini seni yemek istiyorum.


Perşembe akşamı eve gittiğimde dayıcım,Gencay abin ve Zeya (hepsusluydum) bizdeydi. Lahmacun yedik (ben cırcır olmuştum yiyemedim), şımardın, şımardın. Dayıcım'dan Zehra'nın kucağına, Gencay abinden yerlerde yatmaya kadar kudurdun.
Dayıcım'ı mest ettin.
"Ne istersin day'cım?"
"Ne isteyeyim kızım? Sağlığını"
"Çay mı kahve mi?"
"Ayyy, ölücem ben bu kızaaaa" diye böğürdü durdu dayıcım.

Cuma günü sabahtan teyzen geldi. Kapıdan koşarak sarıldın, her gelişinde getirdiği simitleri sordun, oynadın.
Akşama babaannen,halan,enişten,kuzenlerin Doğuş ve sevgili sumo'cu Tuna yemeğe bize geldi.Babaannenin çantasına atılıp
"Bebek getiidin mi?" dedin.
O sana yazı tahtası getirmiş. Çok beğendin, halanı oturttun önüne yazı yazdırdın, eniştenin kucağına tırmandın ona resim çizdirdin.Tuna'yı öpüp öpüp durdun.

Cumartesi sabah sosik ve gazete almaya Potuk'la beraber çıktın (tabii Deida ve bende), dükkandaki satıcılara "gunaydınnn" dedin. Sana balon verdiler. Sevindin.

Pazar yata yata baban'la beraber (derviş Gece Bahçesi karekterlerini bize uyarladı. Kendisi ve annem YATA YATA-MakaPaka, Deida AKSİ DEYZİ-Upsy Daisy,ben TOMBİLİVU- Tombiliboo) saklangaç (saklambaç) oynadın, o tembel baban bile seni kıramayıp 3 kez saklangaç oynadı ya ne diyeyim, şaşırdımm.

Yemek yememek için bahaneler, odadan kaçmalar, masa altına saklanmalar devam etti.
Birkaç zamandır "yemezsen tv'yi kapatırım" tehdidi vardı, yanlıştı biliyorum ama işe yarıyordu. Sonra "yemezsen kapatırım" dememle sen gidip kendin kapadın tv'yi!
Sonra kızıp tabağı içeri götürdüm bir kaç kez. Sen ağladın, ben üzüldüm, gene yemedin.
En son "eğer tabağın biterse karga'yı telefonla arar bize bir Barbie filmi getirmesini söylerim" diye pazarlık yaptım. Koşup telefonumu getirdin. Sonra aylardır seyretmediğin filmleri saydın "orman çocuğu, ariyel, sindenda-Cindrella-" diye. Üzüldüm gene seni mahrum etmişim gibime geldi. Gidip sana çaktırmadan bir Barbie,birde Cindrella cd'si aldım sakladığım yerden. Şaşırdın ama beklediğim gibi sevinmedin. Önce Barbie'yi istedin, oturarak seyretmedin,5 dakika dolmadan sindenda istedin, onu kucağımda biraz seyrettin. Sonra gene saklangaç oynamak istedin.
Beklemediğim bir şeydi, bir yandanda sevindim. Oturup hiç bir şey yapmadan film seyretmektense fonda TRT çocuk çizgi filmleri ile - hiç kapattırmıyorsun, çok seyretmiyorsun, sadece sesi olsun istiyorsun- hamurlarla oynamak, tahtana şekiller çizmek, bebeğinle oynamak, saklambaç oynamak istiyorsun diye sevindim.
Tabii hemen yemeği yemedin, gene tabağı alıp içeri mutfağa götürdüm, ağladın, ben sana kızmadan "istemezsen yeme yemeğini kızım" dedim, sen bana durup durup "annecim ağlama" dedin, sanki hep yanında ağlıyormuşum gibi, sonra da "annecim konişiyumusun benle?" diye sormayı da ihmal etmedin. Bende "tabii ki konuşuyorum, neden konuşmayayım seninle. Sadece kızıyorum" dedim ve sen "seni seviyom" dedin bana! Tam anlamıyla politik bir tipsin desem?
Dedim ya büyüdün sen.
Umarım iyi bir anne kız olur derviş babanın tabiri ile ziv ziv gezeriz.

16 Şubat 2009 Pazartesi

İnternetten bulaşan yüksek ateş ve gecikmiş 14 Şubat





Haftasonumuz kuzumun yüksek ateşi nedeniyle kötü geçti.
Cuma günü evdeydim, birşeyi yoktu. Oynadım, öpüştük, koklaştık. Cumartesi kızlarla günümüz vardı. Öğlen uyuttum. Bir koşu giyindim, makyaj yaptım, Seda ve annesi geldi, oturup iki çift laf etmişken telsizden sesi geldi. Daha yatalı yarım saat olmamıştı. Odasına gittim uyutmaya çalıştım. Uyumadı, biraz sinirli bir halde kucağıma alıp içeri üzerini değişmeye götürdüm. Biraz sıcak gibiydi, uykudan yeni kalktığı içindir zannettim. Ama üstünü soydukça epey ateşi olduğunu anladım. Dijital derece çalışmadı, eski tip dereceyi tutturmadı, ateşi ölçemedim. Fitil yaptım, ağladı biraz. Tüm misafirler gelmiş, biz giyindik yanlarına gittik. Baba evdeydi, "sen bizi doktora götür" dedim.
Kızdı "Her ateşte doktora mı gidilir?" diye. Biz 26 aylık olduk ve bu 3. ateşlenmemiz!!!
Bu arada evdeki misafirler ki biri kayınvalidem biri görümcem olur, her kafadan bir ses, "yok bu ateşle çocuk doktora mı gider" ciler, "geçer ayol" cular, "ilkinde bende böyle paniktim" ciler!
Tabii ki çocuğu doktora götüreceğim, ateşinin nedenini anlamak için. Doktor ne için var?
Neyse babayı sinirli bir bakışımızla susturup yola düştük. Kendi doktorumuz cumartesi saat 15.00'e kadar çalışıyormuş, biz saat 14.30'da aradık bize randevu vermediler! Görümcemin doktoruna gittik. Yollar ana baba günü.
Güya SSK'lıyız 25 milyon hastane fark aldı, 30 milyon eczane katkı payı aldı. Bu doktorun normal vizitesi ne kadar Allah aşkına! Neyse, hastalıkta paraya bakmıyoruz tabii ama aklıma takıldı.
Bize önerilen doktor için önümüzde 3 kişi daha var, gidip başka bir doktora yazıldık, ateşliyken bekletmeyelim diye.
Bizim hatun doktor sevmez, ben daha üstünü soyarken ağlamaya başladı. Adam kulaklarına bakabilmek için 1 hemşire-1 ben zor tuttuk. Kulaklar temiz ama boğazlarda enfeksiyon var. Zaten diğer 2 ateşlenme vak'amızda bu boğaz enfeksiyonundan olmuştu. Doktorun o tahta çubuğu ağzına koyması ile bizimki kustu. Tüm üstüm battı. Allah'tan kızın üstünde sadece bezi olduğu için yedek kıyafet derdimiz olmadı - almamışız telaştan-. Oraya yatırıp altını bağlatmıyor, doktor çıktı, hemşire çıktı, "bak kızım kimse yok, hadi giyinelim evimize gidelim" diyorum bir türlü ikna edemiyorum. Zorla giyindik, ilaçları aldık. Sadece ateş düşürücü şurup verdiler, eğer ateşi 3 gün içinde düşmezse antibiyotiğe başlarsınız dediler.
Üstüme kağıt peçeteler örttüm ama koku fecaat!
Eve geldik bu sefer aynı muhabete devam
"Panik olmayın, bizde ilkinde paniktik, şimdi rahatsız"
Ulan panik olupta ne yaptık, normal olanı yapıp doktora gittik. İkincisi (senin çocuğun) daha hasta olmadı da doktora götürmedin.
Yok efendim "kocası (enişte) ilk çocuk kafasını kalorifere vurmuş, kalkmış bir koşu çocuğu doktora götürmüş, ertesi gün bakmışlar kör olayım bir çizik varmış sadece"
E, ne yapsaydı adam, bıraksamıydı çocuğu o vaziyette?
Sinir olduğumla kaldım.
Dikkatli anne olmak sanki suç!
Neyse, dün geceden beri ateşi düştü. Hatta gece saklambaç oynadık ilk kez.
Baba kıl gibi zayıf ve dahası esnek. Gidip en olmadık köşelere saklandı, 10 dakika aradık, gülmekten katıldı da sesinden bulabildik. Bendeniz fil kıvamında olduğum için yatağın yanına çömeldiğimi zannediyorum, Semih kırılıyor gülmekten "gel kızım, anan deve kuşu gibi başını gömmüş ama k.çı havada" diyor, bir seferinde perde arkasına saklanıyorum, "aaa, fil var sanki orda" diye ayrı gülüyor öküz'cüğüm:)P

Gelelim 14 Şubat meselesine.
Biz 14 Şubat falan bilmiyoruz. Zaten 1993'te aynı işyerinde Semih işe başladı tanıştık. Patronun karısının akrabası diye baştan suratsızdım ben ona. O da bana kıl olmuş. Sonra kanka olduk, ben ona arkadaşlarımı ayarladım, o benim çıktıklarımı bilirdi.
1998'de bir Hollandalı arkadaşım oldu. Önce evlenelim diye tutturdu, sonra kilise düğünü istedi. Anlaşamadık, ayrıldık. Bu ara başka biri ile çıktım, azıcık öküzdü, alkol problemi vardı, hatta ilk randevumuza beni Semih ve arkadaşı götürmüştü. Bu şahıs Askere gitti, ne aradı, ne sordu. Sonra askerden terhisine az zaman kala izne çıktı beni aradı, ağladı vs vs.
O ara Hollandalı "Barış benle, evlenelim, ben İstanbul'a yerleşeceğim" dedi.
O sıra Semih'te memleketinde gitti. Ordan beni aradı ve "yüzüğü aldım" dedi.
"Ne yüzüğü" dedim
"Gelince görürsün" dedi.
Ofise geldi, sigara içmek için dışarı çağırdı beni. Serçe parmağının ucunda bir nişan yüzüğü, Adana şivesi ile "dak hele dak, dakmazsan götürüp geri vereceam" dedi. Aldığım evlenme teklifi budur benim, 14 Şubat'ım ne olsun?
Hemen abimi aradım, durum değerlendirmesi yapmak için beni yemeğe götürdüler.
Ölçtüm, biçtim, "çocuğum olursa babası kim olmalı" diye düşündüm.
Semih'ti o.
Hollandalı'yı ve öküzü arayıp "siz benim için fazla iyisiniz" yalanlarından birer demet verdim ve yüzüğü "daktım".
Bu sene 10 yıl olacak evleneli. Kararımda memnunum.
Romantik değildir, kızım doğmadan çok önce mum ışığında yemek hazırlamıştım. İşsizdim o dönem, giyinmişim kuşanmışım. İçeri girip makyajlı ve cici giyimli olduğumu görmedi, "elektrikler mi kesik?" diye sordu!
"Yok, romantik mum ışığı falan" dedim,
"ya, boşver, yak ışıkları da ne yediğimizi görelim" dedi.
Zaten o günden sonra böyle bir çabaya bir daha girişmedim bile.

Ama sevgililer günü ille bildiğimiz anlamda sevgili için değil ya! Benim sevgilim kuzum, aşkım, İdil'im. Sevgililer günün kutlu olsun annecim.
Devekuşu annen,
Semoş,
Sen gerçi sevmezsin böyle etiketleri ama olsun, seninde sevgililer günün kutlu olsun.

I love your Blog



İlk ödülümü aldım ya, ne kadar mutluyum anlatamam. Oscar ödülünü alsam bu kadar sevinirdim herhalde.

Çok sevgili Figen http://benimkuzum.blogspot.com target="_blank">http://benimkuzum.blogspot.com target=blank>benimkuzum

beni seçmiş. Sağolsun, var olsunnn.



7 kişiyi seçmem istenmiş.


Akrabalarımdan başlayayım:)P


Ablam tatlı hayat

http://tatlihayat-gulyuz.blogspot.com/

Yengem hep süslüydüm

http://hepsusluydum.blogspot.com/
Sonra ödülü zaten alan ama benim hakikaten severek izlediğim diğer blog sahibeleri
Prima Rima http://primarima.blogspot.com/
Figen'cim http://benimkuzum.blogspot.com/ (körler sağırlar birbirini ağırlar demeyin, benim için onun yeri ayrı her ne kadar henüz tanışamasakta)
Nazlı'ya mektuplar http://nazlitopkaya.blogspot.com/
Bombiş'le prenses'in annesi Nilüfer http://decaflatte.typepad.com/withhazelnut/
Ece'min annesi http://ecegokcayir.blogspot.com/
Pozitif enerjisi ile hayran olduğum Nunu http://birdutmasali.blogspot.com/

Şimdi gidip onlara haber verecekmişim. Aslında onların hepsi zaten bir sürü ödül aldığından benim ödül bir anlam ifade eder mi pek emin değilim ama ilk ödevimizde kaytarmak yok değil mi?

11 Şubat 2009 Çarşamba

İştahsız ve uykusuz bir çocuğun annesi olmak







İştahlı bir çocuğun annesi olmak nasıl merak ediyorum.

Eltimin (bu lafı sevmem ama akrabalık durumumuz bu) bizden 7 ay küçük bir kızı var, Elif. Kardeşim o ne muhteşem bir iştahtır yazın gördüm, vallahi özendim. Birşey yemeye gör, hemen yanında bitiyor, ağzını yavru kuşlar gibi açıyor. Dahası yemek yediğin müddetçe yanından bir saniye ayrılmıyor. Bizimki ile aynı boyda ve daha kilolu.
Boyunda, kilosunda değilim de, şöyle oturarak yemek yiyen, daha doğrusu yemek yiyen bir çocuğa hasretim!

Bizimki daha ufakken mama sandalyesine oturuyordu, yoğurt,peynir yiyordu, katı gıdalara geçişte hiç zorlanmadık, küçücükken bile biz ne yersek 1 lokma muhakkak tattırdık. Fakat ayaklanınca mama sandalyesinin tepsi kısmını ayağıyla vura vura kırdı, aşağılara yuvarlandı. Peynir öldür Allah yemedi, yoğurdu ağzına sürmedi.

Kitaplar, internet araştırdım. Ödün vermeyecektim, açlıktan ölmezdi, aç bıraktım.

Tam 3 gün.

Sadece yumurta sarısı ve su-mamayla yaşadı.

"Kızım gel yemek ye" diyorsun, oturamıyor. Bu hayattan kaçırdığı çok şey var ki sanki, oturarak daha fazla şey kaçırmak istemiyor. Çok işi var sanki, kendini tutamıyor. Kurt kaynıyor k.çında derler ya, bu işte!

3.günün sonunda pes ettim, yesinde nasıl yerse yesin moduna girdim. Ayakta yiyor. Dolaşıyor, oynuyor, ben elimde tabak bekliyorum, "hadi kızım, hadi bebeğim,hadi annecim" (hadi lafına sinir olurum bu arada) diyorum, o keyfi gelipte yanıma uğruyor ve 1 kaşık ağzına alıyor. İlk lokmayı zaten dilinin ucuyla tadıyor, mübarek gurme sanki!

Hala yoğurt yemiyor, peyniri ise sadece kahvaltı bulamacında kakalayarak yediriyoruz, o da taze peynir. Kaşar-maşar tostta bile yemiyor.

Her sofra kurulduğunda ona da yardım ettiriyorum , özel tabaklar, kaşıklar aldım, sofrada bizimle beraber sandalyede otutturuyorum, hatta bir ara özel masa-sandalye aldım orda yesin diye, ama sandalyeyi akrobasi çalışmalarında kullanıp sayısız kez düşüp her yerini bere yapınca vazgeçtim.

Elimde tabak tam 1,5 saat sabırla oturduğumu biliyorum. Ama o saatlerde içimden kalkıp tabağı kafasına geçirmek, sonra çocuğu duvarlara vura vura dövmek geçiyordu:)P

Küçükken bende iştahsızmışım, bir ilkokul resimlerim var, çırpı gibi. Şimdi ise dev anası kıvamındayım. Ablam hep anlatır, "herkes yemeği bitirirdi, sen hala çorba kasesine bakar dururdun" der, annem yanaklarıma lokmaları yutayım diye vururmuş.

Bazen boşver diyorum, öyle böyle büyüyecek, kendimi sinir etmeye değmez ama biliyorsun ya aç olduğunu, ağzına lokma girmediğini, açlığını yatıştırmak için hababam su içtiğini, için eziliyor. Su vermeyi kesiyorsun, onu bile inadından gelip istemiyor. Bu modelin babası da böyle, 24 saat yemek yemesin acıkmaz.

Balayından kayınvalideme el öpmeye gidişimizi hatırlıyorum, Fethiye'den Adana'ya, yolu karıştırınca ve tamiratlara denk gelince tam 12 saat yolda geçti. Açlıktan ölüyorum, "şurda bir tost yiyelim bari" diye yalvarıyorum derviş'e. "Aaa, olurmu annem yemek hazırlamıştır az kaldı sabret" diyor, 3 saat geçiyor "bari şurda bisküvi yiyelim" diyorum "orası kamyoncu yeri, giremem" diyor. Tam 12 saat sonra kayınvalidelere gittiğimizde kadıncağız bizim geleceğimizi tahmin edemediğinden yemek hazırlamamış ve evde de en sevmediğim yemeklerden yeşil mercimek vardı!

Uykusuzluğa gelince, bu zilli doğduğunda gündüz uyurdu, o sırada gelen-giden sen yatamazsın, gece 22.00 olur herkes yatmaya hazırlanır, bunun saat zili çalmış gibi uyanır ve sabah 06.00'ya kadar otururdu. Tabii bende. Çok bilirim yarım saatlik uykuyla işe gittiğimi! İş hata kabul etmez, zombi gibisindir, ekstra her yaptığımı 2 kere daha kontrol ederdim yanlış yapmayayım, fırça yemeyeyim diye.

Sonraları uyutana kadar göbeğimi çatlatır ve gecede 8-10 kez kalkardı. Su içer, bazen içmez, kucak ister, bazen yerinde ağlar kucağı istemez, bazen avaz avaz ağlar, salonda gezdiririm, balkona çıkarırım, sonra 2 saat ağlar kendiliğinden susardı.
1 yaş bitti bu durumlar devam etti, şimdilerde gece 21.00'de Gece Bahçesi bitince alt değişiyor, el-yüz yıkanıyor, diş fırçalanıyor (oyun aslında, macun falan yok) , pijamalar giyiliyor, evdekiler öpülüyor, iyi geceler deniyor, yatağa yatılıyor, dönence müziği açılıyor, mama emiliyor, masal anlatılıyor, ayağa kalkılıyor, kucak isteniyor, dandini ninni isteniyor, uyku başına vuruyor, küt diye kendini tekrar yatağa atıyor, tekrar mama-masal, tekrar kalkıyor, konuşuyor, kucak istiyor,dandini istiyor, "yat artık" diyoruz, saat 22.00'de uyuyabiliyor. Eğer şanslıysam gecede 2 kez kalkar, su içer, sohbet eder, o arada sen yatamazsın yanında. İlle yatağının yanındaki o taburede oturacaksın, yanıma yatağa alayım uyuyayım dersin, kendi yatağının rahatını ister, uyumaz bizim yatakta. Son zamanlarda yatağa, derviş-ben ve Potuk'un arasına geliyor ama kendini bir o yana, bir bu yana atıyor, o arada bize kafası, ayağı çarpıyor, canı acıyor, uykusu kaçıyor. Şarkı söylüyoruz, ayıcığı elliyoruz, zor bela en erken 2 saat sonra dalıyoruz, aslında sızıyoruz da diyebilirim.
Sabah en geç 08.00'de ayakta. Öğlen sadece 1 saat uyuyor, ondada yarım saat sonra uyanıp evdemiyim değilmiyim diye kontrol ediyor. Bunun dışında sürekli ayakta, yorulmuyor mübarek, tv'yi bile oturarak izleyemiyor. İlle geziyor, dikiliyor. Dalgınlıkla oturttursam yanıma 2 dakika geçmeden hop gene ayağa dikiliyor.

Şöyle kendi kendine yatıp sabah en azından 09.00'larda falan kalksa, kendi kendine oturup sofrada biraz yemek yese istiyorum, çok mu şey istiyorum??

10 Şubat 2009 Salı

Makkaj yapalım mı annecim?





Yaza tuvalet eğitimine başlayacağız diye niyetlendik. Ben tabii durmadım ve bir ayak taburesi (tuvalete kendi erişebilsin, oturabilsin) ve birde klozetin üstüne konan aparattan aldım. İlk aldığım çok dandikti, altında bir blok var tuvaletin içinde kaymasını önlesin diye ama kaydı, bizimki tuvalete düşmekten korkmasın diye gidip bu son bulduğumu aldım. Hem arkası yüksek minik p.poyu sıkı sıkı sarıyor. Birde gidip Jan Faul'un "Anne tuvaletim geldi" kitabını aldım. Şimdi günde 2 kere (bazen daha çok, eğer evdeysem) bezini çıkarıp tuvalete oturuyor, 1 aydır böyle ama daha 1 kere tesadüf eseri bile olsa ne çişini ne kakasını tuvalete bırakmayı beceremedik.
Bir hışımla "anne kaka" diyor, kapıyorum onu, bazende o koşarak geliyor, hemen bez çıkıyor, body'nin çıt-çıtları açılıyor, aparat yerine konuyor, kuzu tuvalete oturtuluyor. Ama tık yok. Evin kadınları tuvalete girerken kapı kapanmıyor örnek olmak adına. Ama kuzu sadece musluktan su akıtmak, o suya bakmak, suyu ellemeye çalışmak kısmıyla ilgilendi. Kitapta favori oyuncağını da tuvalete oturtup çiş yaptırın deniyor. Ayıcık tuvalete oturdu ama hiç ilgisini çekmedi, kitaptan Ayşe tuvalete oturtuldu, o da olmadı. Bir ara tuvalete oturur oturmaz kalkmak istedi. Son çare (kız çocuğu ya) "makyaj yapalım" oldu. Malzemelerin hepsi sürer gibi yapıldı, kapakları açıldı, kapandı. Şimdi canı sıkıldıkça "tuvalete gidelim" diyor, gidiyoruz, en güzel suratıyla "makkaj yapalım mı annecim" diye soruyor. Nasıl hayır dersin? Tabii yapıyoruz, gece makyajsız yatmıyoruz mesela. Malzemeleri sürerken bir yandan da "başka?" diye soruyor. Eline veriyorum simli eyeliner'leri. Renkler güzel ya, hepsini bir arada o totik ellerinde tutmaya çalışıyor. Kendisine makkaj yapıldığı yetmiyor bir de bana yapıyor. Bu arada gözümü çıkarmasına ramak kalıyor.
En güzeli de ruj sürerken -yalancıktan- dudaklarını büzmesi..
O an yesem doymam diyorum bu zilliyi.
Aşkımsın ulannnnnnn.

8 Şubat 2009 Pazar

Ariel s.ktir gitt





Bizim bu Deida biraz ağzı bozuk söylemesi ayıp.
Tamam dayıcım, babacım ve ben arada küfür ederiz ama demek ki bizi pek kaale almamış zilli böcek, Deida'sını almış.
Bu Deida olacak deli kadın bizim kuzuya oyuncak telefon almıştı, bizde bu telefonla arada Ariel'i arar konuşduk. Yemek yemediği zaman "Ariel, evet İdil yemeğini yemedi, nasıl? Yesin yani. Yoksa gelmezsin" falan diye hikayeden konuşurduk. Bazen etkili olurdu, bazen tınmazdı. Deida eşşeği de bizim kız Ariel'le telefonda konuşurken telefonu alıp "Ariel s.ktir git" demiş. Tabii bu ne oldu, yol,su,elektrik olarak en olmadık zamanda bize döndü.
Cumartesi günü dayım, yengem,kızları,damadı bize geldiler çaya. Tam sohbet, muhabbet devam ederken bizimki de oyuncakları ile oynuyor. Gayet güzel mini eteği, çorapları, ev terliği falan çok hanım bir mod'da. Bu arada "annecim" diye konuşuyor. Yengemde acaip kibar ve hoş bir hanımdır, "ah ne güzel cim'li konuşuyor" derken bizimki elinde telefon "Alooo, Ariel, s.ktir git, s.ktir gittt" diye avaz avaz bağırmaz mı?
Deida koşarak içeri kaçtı, ben yer yarılsa durumundayım, annem "aa kızım söyleme öyle şeyler" diyor. Bu arada o kadar net söylüyor ki başka bir şey dedi diye iddia da edemezsin. Bu arada kuzu hala Ariel'e sövüyor!
Akşama babaanne, hala, enişte, yeğenler geldi yemeğe. Gene bizimki gayet şık. Babaanne oyuncak almış, yere beni ve babasını oturttu. "annecim sende gel, babacım sende otur" diyor. O arada gene o telefon ele alındı ve gene "Ariel s.ktir gittt " başladı. Babaanne ve hala şok oldular, enişte bembeyaz oldu. Biz ayrı donduk kaldık. Babası " ee, Adanalı benim kızım, küfretmesini bilmesi lazım" diye kıvırma çabasında ama yemediler tabii.
Pazar günü Zehra'mız Antep'ten geldi, kızkardeşi,kızı ve eşide bize uğradılar. O arada gene Ariel'e sövüldü.
Benim taktiğim duymamazlıktan gelmek oluyor.
Bu arada kendi sövdüğü yetmezmiş gibi telefonu bana verip "Ariel seninle konuşmak istiyor annecim" diyor! Bende gayet nazik bir dille Ariel'le konuşuyorum. Bakalım ne zaman unutacak bu lafı?

3 Şubat 2009 Salı

Dört ayaklı bir evlat sahibi olmak






























Hayvansever misiniz bilmem ama ben başta köpeklerden olmak üzere tüm hayvanlardan çok korkardım. Annem zaten namazlı abdestli olduğundan evde kuş bile istemezdi. 1993'te benimle aynı işyerinde işe başlayan, sonra en yakın kankam olan,sonra ona kız ayarladığım,onun benim tüm flörtlerimi bildiği arkadaşımla nişanlanınca onun o dönem beraber oturduğu arkadaşına gidip gelmeye başladım. Bir terrier'leri var, kontes, 15 yaşlarında yani yaşlı. Ama Allah'ım ne yelloz, ısırır eder. Ben tabii korkudan gayet seviyeli bir beraberlik yaşıyordum Kontes'le. Allah razı olsun sahibinden ben geldiğimde kapatmadı Kontes'i bir başka odaya. Seviyeliydik Kontes'le bir iki yıl. Sonra zavallıcık kanser oldu, mahzunlaştı. Gelip kucağıma yatıp kendini sevdirmeye başladı. Üzülüyordum onun için. Acısı vardı belliydi işte. Bir gece arkadaşlar bizi de alıp onu uyutmaya götürdüler. Artık inliyordu yavrum acıdan, dayanamadılar. O gece sanki bir arkadaşım ölmüş gibi ağladım onlarla. Bu cazgır kontes bana hayvanları sevdirdi ya kardeşim! Onun dünyaya gelme amacı belki benim gönül gözümü açmaktı kim bilir?
Sonrasında kriz bahanesi ile işten çıkarıldım, ağladım zırladım, 4 ay sonra sekreterlik işi buldum. Tam 1 ay çalıştım, bir başka yerde daha iyi şartlarda iş buldum. İşyerine ayrılmak istediğimi söyledim ve küttt meme kanserine yakalandım. Mecburen işten ayrıldım, öteki yere de başlayamadım. Ameliyat,Kemoterapiler, radyoterapiler vs derken tam 3,5 yıl iş aradım. Bu arada orta 1'den beri arkadaşım olan has arkadaşım 1 Nilgün bir veteriner ile nişanlanmıştı. Bana moral olsun diye Tolga'nın (veteriner) hastalarından birinin doğacak yavrusunu hediye etmek istediler. Çok sevindim tabii, heyecanla köpeğin doğurmasını bekledik, doğum oldu fakat sahibinin oğlu yavruyu bir başka aileye satmış. O kadar üzüldüm ki anlatamam. Bir hafta sonra Nilgün aradı telefonla. Sattıkları aile bakamayacaklarını anlayıp geri getirmişler yavruyu.
"Yere gazete kağıdı ser, beni bekle" dedi ve telefonu kapattı. Ne olduğunu anlayamadım bile. Sonra kucağında tomak tomak bir yavru ile içeri girdi. Yavruyu yere indirdi, hemen gidip gazetelere işedi ve Potuk o günden sonra benim ilk aşkım oldu.
2 aylıktı bize geldiğinde ama hiç 2 aylık gibi değildi. Akşam Semih geldiğinde kucağına verdim yavruyu. Görür görmez "aman ne Potuk (deve yavrusu) bir şey bu" dedi ve yavrumuzun adı da belirlenmiş oldu. İlk 20 gün aşıları yapılmadığı için evden çıkmadık. Sonra ilk sokağa çıkarttığımızda kar yağmıştı, karlara basmaktan korktu şapşal, merdivenlerden inemedi korktu. Rahmetli babam sırf onu görmek için abimle bir gün hastaneye gitmeden bize geldi, arabaya götürdüm Potuk'u, babam merdivenleri çıkmasın diye. Arabada kucağına alıp çok sevmişti Potuk'u.
Ablam ve eniştem nerdeyse evde bebek varmış gibi sık sık Potuk'u sevmeye bize geldiler. Bir annem sevmedi Potuk'u, halen de sevmez ya:)P
5-6 aylıkken bir gün halıya kaka yaptı, sonra devamlı kısa aralıklarla kaka yaptı. Tolga'yı aradık telaşla. Sabah getirmemizi istedi. Sabah erken salya sümük ablamı aradım, eniştem sağolsun bizi veterinere götürdü. Meğer çok ölümcül bir hastalık olan kanlı ishale yakalanmış bizim Potuş!
20 gün sabah akşam serumlar ve antikorlar yapılması gerekti. Ayrıca epeyde bir para tutacaktı. Sağolsun Ablam (benim meleğim) hiç duraksamadan bana borç para verdi, tedaviyi başlattık.
Tolga "Bırak git burda boşuna başında bekleme, birşey olursa ben seni ararım" dedi ama ne mümkün? Ben minik tüylü patileri tutup beni bırakmamasını, birlikte daha nice güzel seneler yaşayacağımızı söyledim durdum. Sabah veteriner dükkanını Tolga ile açıyorduk, akşam beraber kapatıyorduk. Bu arada yıkayamıyordukta. Çok kötü kokuyordu, evden veteriner çok ters kaldığından, zaten minibüsler hayvan almadığından taksi ile gidiyorduk. Bazı şoför istemiyordu hayvan almayı, bazen epey bekliyordum taksi için. Hastayken bir sefer anneme gittiğimde rahmetli babam bile ağlamıştı Potuk'un o haline. "Gülnaz, bak hayvan nasıl bitkin düşmüş, hastalığı belli işte" diye. Potuk'u "Zembil kulak" (Cocker olduğu için kulaklar yelken gibidir de), "Deli P.zvenk" (hareketli bir yavruydu, ısırırdı dişlerini kaşımak için), "Eşşek herifin damadı" diye severdi babacım.
Sonunda çok şükür iyi bakım ve sevgimiz sayesinde Potuk iyileşti.
Potuk şu an tam 8 yaşında, artık orta yaşlı. Genelde kuyruğunun altını yalaya yalaya yara yapmak dışında sağlıklı.
Kanser olduğumu anne-babam ve kayınvalide-kayınpederim bilmediklerinden neden uzun süre çocuk yapmadığımızı sordularda sordular. Ulan zaten 5 yıl adeti kessin, kanseri tetikleyen östrojen hormonu salgılamasın diye ilaç kullandırdılar nasıl çocuk sahibi olalım? Tabii bunları diyemiyoruz, "ekonomik durum"a sığınıyoruz.
İlaç tedavisi bitince tüp bebek denedik. İlkinde tuttu, ancak testi yaptırdığımın ertesi günü düşük oldu. Zorla borç harç 2.tüp bebeği denedik, o da tuttu, normal yollarla hamile kalmadığım için hamilelikte salgılanan bir hormonu dışardan almak zorunda kaldım. Tam 400 iğne yedim p.pomdan! 3 ayda hemde. Ondan sonra da 2'li testte çıkan down sendromu riski, kanama ile gelen düşük riski, amniyonsentez'le gelen düşük riski vs derken zor bela doğum yaptım. Hamileyken tüm aile büyükleri ve tüm akrabalar "at o köpeği, ver birine, ver bir fabrikaya, bebeğe zarar verir" dedi durdu.
Köpek dedikleri şey benim ilk evladım. Dört ayaklı bir evlat sahibi olan anlar. Kocanız size bu kadar düşkün olmaz. 2 dakika bakkala gidin, geri geldiğinizde 100 yıldır sizi görmemiş gibi karşılar. Bu dünyada tek siz varsınızdır, sizden başkasına düşkün değildir. Yürüyüşe gitmek için kayışını tutarsınız deliye döner, uzun yürütürseniz sevinçten dönüşte üstünüze atlayıp elinizi yalar, teşekkür eder.
Nerde oturursanız o ordadır. Ben eğer tekli kanapelerde ya da sandalyede oturduysam, yani yanımda oturacağı yer yoksa ayak ucumda yatar, tuvalete kalkarsam uykuda bile olsa benimle kalkar. Banyo yaparım kapıda beni bekler. Gece bizimle yatar, ille benim tarafıma gelir. Bende bel fıtığı olduğu için sırt üstü yatamam, yan dönerim. Potuk'ta bel çukuruma kafasını koyar ve yatar. Gece bazen bir ağırlıkla uyanırım, üstüme serilmiştir. Yazın sıcakta iterim serin yatayım diye, gene gelir yanıma yatar. İlle bir yeri bir yerime değerek uyur. Bu dünyada benden başkası yoktur onun için. 2 aylıktan beri bakıp büyütmüşüm, nasıl veririm birine?
Üstelik tatile onunla gidemediğimiz için eşim ayrı ben ayrı tatile gideriz. Bir keresinde telefonda benim sesimi dinletmiş Semih, Potuk deli gibi evin içinde koşup beni aramaya başlamış. Ben şimdi böyle bir evladı nereye vereyim?
Tolga'yı arayıp sorduk hamileyken. Kendisininde evde kurt köpeği vardı bebekleri olduğunda. "Aşılarını ihmal etmezsen ve traş edip tüylerinden kurtulursan hiçbirşey olmaz" dedi. Tabii eğer bebek alerjik değilse. Eşimde bu arada hep benim tarafımdaydı, Potuk'u verme lafını hiç kabul etmedi sağolsun.
Hep dua ettim, Allah'tan İdil'de alerji falan çıkmadı. Çıkarsa ne yapardım bilemiyorum.
Doğum için anneme gittik. Aylardan Aralık, annemde lohusalığı geçireceğiz, annemin bakımını yapan kadıncağız kendi isteğiyle ben bebeğe de bakarım demişti.
Hastaneye gittik doğum sabahı ve tabii 3 gün orda kaldık. Bu arada Potuk ne yemek yemiş, ne su içmiş. Annem "ölecek bu" diye sevinmiş. Biz eve bebekle geldiğimizde resmen üzerimize atladı, delirdi sevinçten.
Kapıdan daha girmeden İdil'i Potuk'a koklattım. Kuyruk deli gibi sallandı, biraz kokladı ve ilgisini çekmedi İdil. Sonra ne zaman İdil kucağımdayken Potuk'ta gelirse onu hiç ittirmedim. Bir tarafımda İdil, bir tarafımda Potuk oturduk. Bazen kafasını İdil'in ayaklarına dayar yatardı. Hastaneden geldiğimiz ilk gece annem "hayvan bari sizin odanızda yatmasın" dedi. Kapıyı kitledik, garibim dışarda inlemeye başladı. Neden odadan atıldığını anlamıyordu ki! Sonunda kapıyı açtım, ben İdil'e uzak köşede yattım ve Potuk hiç İdil'in yanına gitmedi, düzen böylece kuruldu. Her İdil ağladığında Potuk'ta kalktı, benimle salonda tur attı. Eşim, annem hor hor uyurken Potuk İdil'in tüm gaz çıkarma, uyutma seanslarına benim yanımdan bir saniye ayrılmadı. İdil yüzünden uykusuz kaldı, ayakta uyuduğu günler oldu. Gözler açık ama uyuyor belli:)
Sonraları İdil'in bakıcılığını üstlendi. İdil ağladıysa ve Deida duymadıysa koşup Deida'nın yanına havlamaya başladı. İdil ilk kez 8 aylıkken ateşlendi, 7 senedir sadece benle yatan Potuk gidip İdil'in kapısının önünde yattı. Kaldıramadık ordan, gündüz'de İdil'in odasında uyudu kızım hastayken. Onu korudu kendince.
İdil ayaklandığında ise zulüm başladı. Kulakları çekildi, kuyruğu çekildi. Biz hiç yanlız bırakmadık İdil'le Potuk'u, ama gene de iki arada bir derede yapacağından eksik kalmadı bizim zilli. İlk başlarda sadece kaçtı Potuk. Dar yerlerde saklandı İdil ona erişemesin diye ama bizim kuzu böylesi hamlelere çok alıştı ve heryerde tacize devam etti.
Şimdilerde hırlıyor ama İdil zillisi sen kime hırlıyorsun der gibi bir tokat atıyor ve taciz kaldığı yerden devam ediyor.
Diyelimki kanapede oturuyoruz, Potuk kendince İdil'in oturmadığı tarafta yerde yatıyor, ama İdil sırf onu taciz edebilmek için o taraftan aşağı iniyor ve inerken zavallının üstüne basıyor.
Fakat seviyorda "abim" diyor Potuk için.
Yazın Babaanneye tatile gittiğimizde Potuk'u götüremedik. Babaannede Potuk sevmezgillerden. Üstelik annemi ve Deida'yı da götürdüğümüz için bakacak kimse sıkıntısı yaşadık. Temizliğe gelen Esma ablamız "ben bakarım Potuk'a evimde" dedi.
Bir gece evvel gelip Potuk'u, mamasını, su kabını alıp götürdü. O gidince ben bir fena oldum, sanki tamamen Potuk'u vermişim gibi tam 1 saat mutfakta oturup ağladım.
O gece Potuk hiç uyumamış, benim Esma'ya verdiğim koltuk minderlerinde oturmuş, ağlamış. Biz araba ile daha babaanneye doğru yoldayken sabah saat 07.00 gibi Esma arayınca kesin bir şey oldu Potuk'a dedim, aklım gitti. Meğer Esma'nın annesi hastalanmış, Esma oraya gideceği için sağolsun gene melek Ablam aldı Potuk'u evine.
1 hafta orda kaldı Potuk. Ablam onunla ayrı bir odada yatmış ama gene geceleri uyumamış hiç, bizi beklemiş. Babaanneden döndüğümüz gün saat sabahın 06.00'sıydı. İdil araba park edince uyadı ve "Potuk bek (bekle)" dedi durdu. Ablam ve eniştem öğlen Potuk'u getirdiğinde üçümüz yıllardır hasret insanlar gibi birbirimizi yaladık:)
Yani dört ayaklı evlat sahibi olmak çok güzel ve çok zor.
Aşılarını aksatmayacaksın, traşını ihmal etmeyeceksin, kar-yağmur-çamur demeyecek ve her sabah - akşam sokağa tuvalete çıkaracaksın, gelince eğer ayakları kirliyse yıkayıp fön makinesi ile kurutacaksın ki üşütüp hasta olmasın, bebe şampuanları ile yıkayacaksın derisi alerji olmasın, babam öldüğü günün akşamı bile eve gidip Potuk'u tuvalete çıkarmıştık, hastalandığında bakacaksın, ilaçlarını vereceksin saatinde, sokakta deli gibi koşmasını engelleyeceksin, bazen bana Potuk'un yaptığı gibi dişi köpek görüp sürükleneceksin. Beni düşürüp tandodumu koparmıştı ve tam 3 hafta ayağım alçılı işe gidip gelmek zorunda kalmıştım. Bir ayağımda kendi ayakkabım, bir ayağımda yeğenimin 44 numara spor ayakkabısı..
Tatillerden fegarat edeceksin, ne kadarda yorgun olsan onunla oynayacaksın ama illede çok seveceksin. Yolda tasma ile bağlı olmasına rağmen ve sakin sakin yürümesine rağmen sanki tasmasız Rotweiler gezdiriyormuşsun gibi çığlık atıp hayvanı korkutanlara Ya Sabır çekeceksin, kendini bilmez sersemlerin "kedi mi o","yok oğlum benim kedim bile bundan saldırgan", "benim köpekle kapıştıralım mı" gibi insanlıktan uzak iki ayaklı hayvanlarla münakaşa etmeyeceksin.
Oğlum, Allah'a her zaman şükrediyorum ki seni bana verdi. Sen benim ilk göz ağrımsın. O ıslak burnunu bana dayayıp ağladığım zaman gözyaşlarımı yaladın, beni hiç bırakmadın. Bunalımlarımı nefesinle süpürdün uzaklara, kızıma iyi davrandın, onu bir kere bile ısırmadın. Biz sana İdil'in yaptıklarının yarısını yapsak çoktan bir diş attıydın ama onun bebek olduğunu bildin, zarar vermedin, aksine korudun. İdil küçükken tanımadığın insanların onu kucağına almasına izin vermedin. Tipine beğenmediğin kişilere deli gibi havladın. Bana daha iyi bir insan olmayı, daha sevgi dolu ve sevecen olmayı, daha verici olmayı öğrettin. O güzel ve manalı bakan kahverengi gözlerinle her yediğim lokmayı boğazıma dizdin. Annecim, sana kendi mamandan başka bir şey verirsek alerji olup kabarıyorsun, anla artık sana yemek veremem. Ama İdil maaşallah her yediğini sana da verdiğinden kuyruk yaran hep kötü be oğlum! Hele sana yemek vermediğimde o güzel gözlerin düşüp böyle üzgün ve küskün bakmıyor musun, sana gene bayılıyorum o zaman be annem!
Güzel oğlum, akıllı oğlum, ben seni böyle seviyorum diye İdil'de böyle söylüyor ama sen ona gene de pek güvenme, sağı solu belli olmaz. Teşekkür ederim İdil'i kıskanmadığın, aksine sahiplendiğin için. Anneannen (o kabul etmez anneanneliği ama olsun) senin için "kıskanır da yer bu çocuğu bu hayvan" derdi ama sen herkesi haksız çıkardın, bizi haklı çıkardın.
Kuzum, yakışıklı oğlum. Umarım çok uzun yıllar bizimle sağlıkla birlikte olursun.
Seni hep çok seviyorum ve seveceğim.
Annen.