27 Şubat 2011 Pazar

Ana-kız hovardalık yaptık


Cumartesi boş olunca deli gönül kap kızı git alışverişe dedi! Hava çok soğuk olunca açık havada çarşı gezmek cazip gelmedi. Sabah 07.30'da kalkınca kahvaltı-anneannenin ilaçları-İdil'in keyfi-İdil'in giydirilmesi derken evden çıkışımız saat 11.30 oldu. Tabii anneanne

"Bu havada ne gezmesi? Aklın mı yok? Çocuğu hasta edeceksin vs vs vs" konuştu durdu.

Alışverişi seviyorum ben, her kadın gibi. Fakat Derviş sağolsun hiç sevmiyor! Onunla alışverişe çıkılmıyor. Beş dakikada "hadi"lemeye başlıyor. 15 dakika sonra kararmış suratla "sıkıldım ha" dedi mi alışveriş bitmek zorunda kalıyor. Bizde hazır o yokken Carrefour'u talan edelim dedim.

Taksiyle gittik. İşimize gelen dükkanlara bakmadan önce bir pet shop'un reklam diye koyduğu koca kafeslerdekş kuşları seyrettik, renklerinden bahsettik, ciklemelerini dinledik. Sonra ilk istikamet oyuncakçı dükkanı. "Bakacağız, almayacağız" diye anlaşarak gittik.

TV reklamlarında her gördüğü oyuncağı inceledik, "hadi"leyen olmaksızın, rahat rahat baktık. Saat sorunu olmamıştı, dahası kapıda bekleyen biri olmadığı için vicdanen de çooook rahattık.

Bazı bebekleri beğendik, kimi oyuncakları hiç beğenmedik, reklamlarında daha güzellerdi.

İdil Barbie'nin banyosunu beğendi, "Ben bunda bebeklerimi yıkarım" dedi.

Ancak ne zamandır Pegasus sevgisi olduğundan reklamlarda görünen Prenses Celestia'yı gördük. Konuştuğu söyleniyordu hemde öyle 3-5 kelime değil. Kanatları ışıklı, güzel bir oyuncak. Kuzu bayıldı tabii ama ısrar etmedi. Bende Barbie banyosunu beğenmedim, kuzuya

"Barbie Banyosu'mu yoksa Prenses Celestia'mı istersin?" dedim, Prenses galip geldi. Alıp çıktı.

P.anço'dan Winx'li üst ve mavili çizgili boğazlı body aldık hatuna. Giydiği çorap rahatsızmış, gidip P.enti'den 3 çorap aldık. Hemen orda çorabı değiştik ve yenisini giydik. İstikamet doğru L.CW.

Kızımın boğazlı body'si kalmamıştı, bol bol rengarenk çizgili body aldım. Bu arada hatun yere oturmuş Prenses Celestia ile oynuyor. Ben yaşına uygun body'leri toplayıp önüne yığıyorum.

"Sen bunlara bak kuzum. Kimseler almasın" diye sırt çantamızla birlikte kuzumu orda bırakıyorum. Birkaç kedili ve güzel t-shirt buluyorum sonra da mor kadife bir pantalon.

En nihayet kendime de t-shirt bakıyorum, hepsi güzel, hepsi benim tarzıma uygun. Daha dolanırken

"K.akam geldi" demez mi?

Elimizdekileri ödemeden ordan çıkamayız, ödemeye kalksak kuyruk var!

Doğru giyinme kabinine.

Portatif hayat kurtaran tuvalet çıktı, katlandı, poşeti takıldı.

Kuzum bu arada

"K.akalarımı görmek istemiyorum"

"Ya birisi kapıyı açarsa?"

"Ya benim totomu görürlerse"

diye bıdı bıdı konuşmakta.

Neyse yaptı yapacağını. Hemen yedek poşete sarıp sarmaladık alışverişe devam etmek için çıktık kabinden.

Bu arada kabinleri bekleyen görevlilere

"Ben k.akamı yaptım" demez mi!

Kızcağız hışımla çıktığımız yere girdi, baktı birşey yok.

"Kızım sus" diyorum

"Anne, k.akamı ne yapıcaz?" diyor

"Annem sus"

"Eve mi götürücez?"

"Annecim, sonra konuşalım" diyorum

"Ya p.opom temizlenmemişse? Ya k.lodum kirlenmişse?"

"Yok kızım, ıslak mendille iyice temizledim"

"Bakayım mı k.lodum temiz mi diye?"

"Nerde bakacaksın?"

"Gene kabine girelim"

"Yok kızım, alışveriş bitsin de eve gideriz"

Kendime de aldıktan sonra Derviş'in yaklaşan doğum günü için birşeyler bakmaya karar veriyoruz. İdil'le

"Bu nasıl?"

"Güzel" ya da

"Yok beğenmedim"

diye diye bakınıyoruz. Kararsız kalıyorum. Üstelik ayakkabıya daha çok ihtiyacı var. En iyisi yarın kendisiyle gelip onun beğendiğini almak. Çünkü ayakkabıda zevkimiz hiç uymuyor.

Kasaya gidip ödememizi yapıyoruz.

Carrefour'un market kısmına girip öğlen çayın yanına poğaçaları alıp hızlıca çıkıyoruz.

"Anne, babam olmadan ne güzel eğlendik değil mi?" diyor

"Gene yaparız kuzum" diyorum.

Kapıdaki görevli bize taksi çağırıyor. Taksiyle çabucak eve gidip çayı koyuyorum.

Bu arada İdil ganimetleri anneanneye gösteriyor. Anneanne benim "Ocak batıran kadın" olduğumu gene tescil ediyor. Bir yandan da

"Bakayım ne aldınız? Ahh, Ayşen sen ocak batırırsın kızım! Dolap kıyafet almıyor, yine ne aldınız? " diye soruyor.

Önce çay içip poğaçalarımızı yiyoruz.

Sonra ben aldıklarımı giyip anneme defile yapıyorum. Neyseki hepsini beğeniyor.

Ardından İdil aldıklarımızı giyip giyip çıkarıyor. Anneanne herşeyi beğeniyor ve bir yandan

"Benim kızım güzel zaten, kıyafet de neymiş" diyor. Kızı ben değilim, İdil. Yanlış anlaşılmasın.

Tatlı yorgunlukla akşam yatıyoruz.

Sabah gene 08.00'de kalkıyor. O çizgi film seyrederken ben kahvaltıyı hazırlıyorum. Deida'sı gelecek diye heyecanlı. Aynı zamanda babaannede bugün gelecek.

Kahvaltıdan sonra kahve keyfi sırasında alışveriş listesi yaparken Deida geliyor.

Kuzu alışverişe gelmiyor, biz Derviş'le gidip alışveriş yapıyor, ardından doğum günü hediyesi ayakkabı alıyoruz.

Eve gelip aldıklarımızı yerleştirip çay içip Deida'nın getirdiği hacapurileri (peynirli pide) yiyoruz. Derviş ardından güzellik uykusuna yatıyor, biz kadınlar dedikodu yapıyoruz.

Derviş kalkınca kuzu giydiriliyor, halamıza gidiyoruz.

Yolda babaanneyi nasıl karşılamamız gerektiği konusunda konuşuyoruz.

Tam dediğimiz gibi sarılıyor, öpüyor, sohbet ediyoruz, Tuna'yla oynuyor.

Yatma saatine yakın eve dönüyoruz.

Velhasın güzel ve verimli bir haftasonu geçirdik. En yakın zamanda tekrar edeceğiz, tabii alışveriş yapmadan:)D

25 Şubat 2011 Cuma

Babasının kızı

Derviş'in antisosyalliği dünyaca tescillidir. O kadar yatılı okuyan- bekar yaşayan bir adam olarak sadece 1 arkadaşı olması başka nasıl açıklanabilir?
Üstelik bu yegane arkadaşı bizim kapı komşumuz olduğundan beri kendisini unuttuk desek yeridir:)D
Ayrıca bu yegane arkadaşta 2 kedi ve 1 köpek olunca İdil'in de orda sık sık bulunması kaçınılmazdır.
Yazın son demlerinde baba kız 2 kaçak kendilerini yine Burak Amca'lara atıp, mısır patlağı yiyip keyif yapmışlar ama bizden gizlemişler.
Fotoları bugün Derviş yollayınca şaşırdım, ne ara bunlar gitmiş, üstelik makinanın saati gece 11'e yakın! İdil o saatte hayatta ayakta olmaz! Acaba makinanın saati mi yanlış?
Neyse, kediler pek resim çektirme işini sevmezler, hele biri Siyam kedisi olunca ara ki bulasın. Öteki bildiğin Garfield. Sarman ve şişko! Ben bayılırım kendisine ama bu şerefsiz erkek sever. Kadın gördümü kaçar. Dahası ben onu azıcık(!) sıkarak sevdiğimden beni gördümü tırrım tırrım kaçar.
Köpeğimiz ise Malta Terier'i. Potuk'un ilk aşkı ama aralarında 18 kg fark olunca, Ginger (köpecik) benim oğlana gıcık olur ve hırlar. Ama insan delisidir ve Derviş'e aşıktır.

Kedi köpek aynı evde nasıl olur diye soranlara.
Günger çok önceden vardı, Siyam kedisi Burak'ın annesinindi. Anne şeker hastası olunca tek başına bırakmayan oğul-gelin aynı evde yaşamaya başladılar.
Siyam Bıcır'da böylece aileye katıldı ama yüzünü hiç göstermedi desek yeridir.
Daha sonra Garfield bozması Tokaç sokak kedisi annesi tarafından giriş kattaki evlerinin balkonuna bırakıldı ve aileye katıldı. Hepsi kısırlaştırıldı.

Bıcır içlerinde en zayıf olmasına rağmen kız haliyle obez Tokaç'ı perişan eder. Resmen patileriyle döver.
Ginger uzun süre gelinle beraber yurtdışındaydı. Şimdi döndüler, önceleri kediler bir olup Ginger'i odaya almadılar vs.
Sonra Ginger onları hırlayarak kaçırdı.
Şimdi odaları paylaştılar.
Pek sorun olmuyor. Ama maceraları da bitmiyor.
Yazın ortalarında açık camdan etrafı kesen kedilerden Tokaç birden kendini 1.kattan atmış. Nükhet Teyze- anne- delirmiş tabii. Hepimizi aradı, apartman görevlisi alarma geçti. 2 gün aradık. Hatta Derviş ve Burak gece işten gelip aradılar.
Sonra otoparkın ordaki çimenlerden "miyavvv" diye açlık sesi gelince bulundu obez!
Nükhet Teyze birgün kapıyı çaldı. Telaşla Bıcır'ı -Siyam- bulamadığını söyleyerek bizim de aramaya katılmamızı istedi. Saatlerce aradık, en sonunda Nüket Teyze'nin kumaş yığınında maviş gözleri parladı da bulabildik.
İşte fotolar.

Ginger
Şımaran İdil
Mısır patlağı molasında baba-kız
Hık demiş durumu
Suya musallat olan Ginger
Şerefsiz Tokaç- AMA ÇOOOOK GÜZEL!!
Arka fonda Bıcır ve ön fonda ilacı yalama derdindeki Tokaç
Lavabodaki musluktan su içmeye bayılan Tokaç ve İdil eski günlerinden birinde.

22 Şubat 2011 Salı

1,5 saatte 4 yaşında bir kız çocuğunun başına kaç kaza gelebilir?

İşte size uzmanlık sorusu. Cevapları alalım?

Şimdi anlatalım kaç kaza gelir'i.

Deida yine 3 ayda bir yaptığı gibi Gürcistan turunda. Zavallı meleğim ablam iş başında, eniştem sabah 06.50 akşam 18.50 arası Maltepe- Cevizli Dragos servisi mesaisinde.

Üstelik ablamda bu sene tüm ailemiz gibi keçi midir nedir o gripten muzdaripken gene de her zamanki gibi hızır acil servis olarak yetişti.

Eniştemde sağolsun her sabahın köründe meleğimizi bırakıyor, akşam alıyor.

Haklarını nasıl öderim hiç bilmiyorum. Allah razı olsun.

Neyse efendim, akşam 18.30'da geldim, ablamla hoşbeş, üstümü değiştim. Eniştem 19.00 gibi ablamı aldı. Bizde İdil'in fırtına estirdiği odasını toplamaya başladık. Aslında oda bin betermiş, ablam 2 poşet eşyayı İdil'e toplattırmış. Ama toplamaya alışık olmayan kımıl zararlısı hanımdudu yorulunca ara vermişler. Bizim topladığımız fırtınadan arta kalanlar.

Bu arada bu hatun hem dağınık hem de babaannesi kılıklı titiz. Herşeyinin yeri ayrı. Diyelim doktorculuk oyuncaklarını takılarının arasına koyamazsın. O toplarken koyar, sonra oynarken bakar ki araya karışmış, bir de fırça atar.

"Bu doktorculuk şeyi! Niye buraya koyuyorsunuz? Bunun yeri beyaz torba" diye de öğretir!

Velhasıl yarım saat odayı topladık. Toplarken ben düzgün düzgün toplarım ama o eline alır bir oyuncak, güya torbaya koyacak, evirir çevirir, oynar. Maksat vakit geçsin de anası toplasın herşeyi!

Saat 19.30 civarı toplama işi bitti, salonu topladım, sonra yemek işine giriştim. Deida giderken yemek bırakır ama elinin ayarı olmadığından yaptığı herşeyi 1 hafta yeriz. O yüzden bu kez birşey pişirme dedim, hazır vs işi hallederiz. Dünde İdil'den kalan patates kızartmalarını yumurta kırıp annemle yedik. Hatuna teyzesi ben geldiğimde yedirdiğinden o içerde tv seyrediyordu. Ben yemeğe başlamadan elma istedi, soyup verdim.

Biz yemekteyken bir şangırtı ve bir ağlama sesi geldi. Ben daha yanına gidemeden o mutfağa geldi. Tabağı kırmış, ona ağlıyor.

"Üzülme kızım. Kırılsın. Sana birşey olmasın da ben toplarım şimdi orayı" dedim.

Sarıldı bana, bir yandan üzerini kontrol ediyorum birşey varmı diye. Sonra kafasını kaldırınca t-shirt'ümün üstünde kan gördük. O daha fena ağladı, ben sakin görünürken hızlıca kontrol ettim. Parmakta ufak bir kesik. Kan dursun diye peçeteyle bastırırken diğer elimle yara bandı açmaya çalıştım. Sonra İdil'e "Peçeteyi tutup sıkıca bas" dedim, o halen "yara bandı istemem" diye ağlarken hem ona yara bandının iyi geleceğini anlatıp hem de bandı yapıştırdım, diğer taraftan onu sakinleştirmeye çalıştım.

Sonra salona camları toplamaya gittiğimde Potuk'un elmaları yediğini gördüm. Aklım ona takıldı. Acaba elmaları yiyeyim derken arada minik camları da yutar mı? Ayağına cam batar mı?

İdil içerden hala ağlamakla ağlamamak arası mızırdanırken, Potuk'u kontrol ettim. Neyse ki onda birşey yok. Sadece benden önce cam yutmamış olmasını umut ettim. Camları güzelce süpürdüm.

İdil'e terlik giydirdim.

"Sakın çıkarma terlikleri. Yerde cam kırıkları kalabilir" diye gözünü korkuttum.

Neyse korkudan mutfakta kaldı yanımda. Kucağımda oturdu ben yemek yedim.

Annemin ilaçlarını verdim. Sonra solunum makinasını bağladım. Sonra mutfağı topladım. Sonra annemin ağzı yara olmasın diye kaynamış soğumuş suya karbonat hazırlayıp gargara yapması için ona verdim.

İdil bu arada Winx'leri ve ardından Pop Pixie'leri seyretti. Yani 1 saate yakın hareket etmedi.
Saat 20.15 civarı salonda işler bitmiş oturduk. Jelibon tarzı şeker yemek istedi. Yemek yediği için günde 2 taneye izin var. Tane ama paket değil. Sık da alınmaz zaten.

Daha ilkini yerken boğazına takıldı. Nefes alamadı. Kızardı. Hızlıca sırtına vurdum, ağzına parmağımla çengel attım, nihayet nefes aldı. Paniklediğimi o kadar belli etmiyorum ki annem hiç oralı olmuyor

"Helal kızım" diyor habire...

O sıra Derviş içeri girdi, Potuk'u alıp tuvalete çıkardı. O gelen kadar onun yemeğini hazırladım. Ardından hem kendim hem İdil yıkanacakken yara bandı ıslanır diye korkan hanımdudu ağladı, yıkanmak istemedi. Peki dedim, onu giydirdim, dişleri fırçaladık, o beni bekledi,ben yıkandım.

Sonra yatağa oturduk. 2 kitap okuduk. Bu arada bizim kımıl zararlısı yatakta zıplıyor,

"Oyuncağım düştü" diye yatakla duvar arasındaki boşluğa indi, sonra orası dar olduğundan orada sıkıştı! Panikledi, ben hala sakin gibi görünüp gecenin son kurtarma operasyonunu da yapıp onu çıkardım. Gündüz uyumadığı için hemen sızdı. Saat 21.10.

Ben yataktan kalkıp salona geldim. Suratım beyaz.

Derviş

"Ne oldu hanım?" dedi

"Bir buçuk saate kaç vukuat olur sence bu kızla?"

"Bilmem"

"3!..1 kesik parmak-1 boğulma- 1 sıkışma vakası!"

"Dur ben sana bir kahve yapayım"

"İyi olur vallahi"

Kahveleri içerkende Cesar'ın "Köpeklere Fısıldayan Adam"ını seyrettik.

Hala başım ağrıyor desem inanırsınız değil mi?

21 Şubat 2011 Pazartesi

Bebek kokusu

Ben haftasonu bebek kokusuna doydum.
İşyerinden arkadaşım Fatma'nın -Lütfen MAAŞALLAH deyin- dünya tatlısını sevdim. Bol bol kokladım, NE İYİ GELDİ!
Cumartesinden beri mevzumuz Ateş Eren, şöyle tatlıydı, şöyle ballıydı, böyle güleçti vs vs.
Bebek aşkı ne menem birşeydir Allah'ım. Şimdiden özledim bal böcüğünü!

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kendini stand-up'çı zanneden nöbetçi doktor

Yılbaşı'nı annemin zatüresi nedeniyle hastanelerde geçirince anlamalıydık. 14 Şubat kandil/sevgililer gününü de bendeniz acil serviste geçirdim.
Gün boyu zonklayan başımdan şüphelenmeliydim ama o kadar çok işim vardı ki aklıma gelmedi. Eve gittiğimde görmem bile tuhaflaşmıştı. Tansiyonuma baktım 15.8 -10.4, nabız 100'lerin üzeri her zamanki gibi. Yemek yemeden annemin tansiyon haplarından ufak doz olanını aldım. Biraz yattım, ara ara ölçtük hala 16'lara 10'lar, Derviş geldiğinde küçük 11.3'e çıkınca "Sen beni Acil'e götür" dedim. Gittiğimiz Acil'deki nöbetçi doktor "Başka hastalığınız var mı?" demesiyle döküldüm
"Var. Meme kanseri-tiroid kanseri-reflü-gastrit-bel fıtığı"
diye kendimi kaptırmışken doktor pötlemiş gözlerle önce bana sonra Derviş'e baktı.
Bu arada hemşire tansiyonumu 16-11 olarak söyleyince doktor Derviş'e dönerek
üzgün bir sesle "Eşimisiniz?" diye sordu
Derviş'ten onay gelince
"Hocam, bunun miyadı dolmuş! Şurda kullanma tarihi biten raporların olduğu bir yer var. Hanımı da buraya koyalım ha?" dedi!
Daha ben şoku atlatamamışken hemşireye dönüp
"Hastamıza seruma diyazem-... (adını bilmediğim ilaçlar) koyup verelim. Bir de dil altı"
Derviş'e dönüp
"Hocam, ben buna Diyazemi veriyorum, o şimdi uyur. Sen kalk nereye istiyorsan git. Barlar hatun doludur şimdi" dedi!
BU NE YA!
Adam kendini stand-up'çı sanıyor ama ben nedense esprilere gülemedim.
Derviş'mi? "Çok iyi doktor" dedi ama baktı ki ben diyazemle bile uyumadım
"....bu doktorunda " diye okkalı bir küfür etti.
"Bence de" diye hak verdim. Ben bilmem BEYİM BİLİR!

5 Şubat 2011 Cumartesi

Sıradan Cumartesi'ne karşı bu Cumartesi!

Yay gibi gerdiler beni anacım bunlar!!
Çarşamba'nın gelişi Perşembe'den bellidir denir ya, bunun böyle olacağı Cuma akşamından belliydi! Son günlerde elbiseden başka şey giymeyen hatuna iş çıkışı birkaç elbise aldım, giydi çıardı, resim çektirdi durdu. Ayda 1 Cumartesi izinli olacağı müjdesiyle eve gelen Derviş'e bizi kahvaltıya teyzemize götürmesini söyledik. Bir önceki gece ateş nedeniyle gece 02.00'de hastaneden dönüp 4 saatlik uykuyla işe gittik. Cumartesi sabah kalkınca anneannenin ilaçları, İdil hanım'ın hazırlanması, Derviş'in uyandırılması derken rötarlı şekilde kahvaltıya ablama gidebildik. Tabii meleğim herkese ne sevdiyse ondan yapmış, kahvaltının ardından Derviş uykusuna kaldığı yerden devam etti. Bizde annemin gereksiz yere açtığı bir mevzudan dolayı ablamla ben üzüldük, canımız sıkıldı.. Tabii annem tüm uyarılarımızı dinlemeden gene kendi istediğini söylemeye devam etti. Bu sırada İdil ablamın muhabbet kuşu Minik'le oynadı, pilates topuyla bilmem kaç kez oynarken düştü vs vs.
Öğlen çaya eniştem geldi, İdil ve teyzesinin bize yaptığı o nefis poğaçalardan yedik. Sonra ben "Ayı Yogi" filmine İdil'i götürmek istedim. Hay istemez olaydım.
Annem bir yandan Derviş öte yandan beni topa tuttu.
Yok o ne anlar, yok ne gerek var, yok kalabalık olur , yok annem yanlız kalır, vıdı vıdı vıdı!

Neyse annemi eve bıraktık, Derviş bizi götürdü. Saat 16.10, yani 4 matinesi kaçmış. 18.00'e bilet aldık. Tabii İdil'le bana. Derviş gelemez öyle sıkıntıya!

Kalan 2 saate yakın dükkan gezdik, oyuncakçıya girdik,10 dakika olmadan Derviş "hadi"lemeye başladı. Yaw nasıl çıkaracağız çocuğu? Oyuncak yok dedik sadece bakacaksın dedik, 10 dakika sonra "çıkıyoruz" desek olmaz! Neyse Derviş kapılarda hön hön ede ede bir şey almadan çıktık. Ödül olarak kitap aldık İdil'e. Derviş'in gönlü olsun diye ayakkabı bakalım dedik,5 dakikada çıktı. Ulan daha biz 2 ayakkabı bakamadık! Neyse İdil kuzulu terlik beğendi, hadi onu da aldık. Bu sefer Tekno.sa'ya girelim de adamın yay gibi siniri geçsin dedik, orda arkadaşı ile eşini gördü. Bizim sinema saati geldi, bu sefer kuzu "Ben sinemaya gitmem, eve gitmek istiyorum" demeye başladı! "Kızım bilet aldık" diyorum "Yok ben evde terlikleri giyicem"diyor. "Kızım elinde tut" diyorum, ona da yok diyor. Derviş "Ben sana dedim, ne anlar o sinemadan" diyor.
Zorla sinemaya geldik. Başlamadan mısır-su istermisin diye sordum 3 kez, istemem dedi. İçeri girdik "Işıklar sönmesin" diye başladı, sonra mısır istedi, su istedi, herkes terliklerini görsün istedi, Ayı Yogi'yi sevmedi, koltukta oturmak istemedi, kucağıma çıktı, konuştu vs vs vs.

Derviş bize 5 dakika süre vermiş ama ilk yarıyı seyrettik. 2.yarı başlamadan çıktık.

Eve geldik, tv bozulmamış mı? Derviş sanki ben bozmuşum gibi sinirli! Evde otursaymışız bozulmazmış tv, ne halt varmış da sinemaya girmişiz. Ben heves etsem de çocuk daha anlamıyormuş, ne gerek varmış?

Yahu bende bilirim evde oturmayı, k.çımı yaymayı! Benim için kızımı oyalamak daha zor, evde oynarım yorulmam! Ama konu o değil! Alışması, değişik ortamlarda bulunması, insanları gözlemesi ve nerde nasıl davranılacağını görmesi lazım. Herşeyi tanıması, birşeyde gözü kalmaması lazım ki büyüdüğünde tatmadığı şeyler ona çekici gelmesin. Bunu anlaması zor mu? Sonra abimin yemeğe gelmesiyle sinirler gevşedi, kuzu uyudu, Derviş yattı. Bende kafamı dinliyorum!

Halbuki geçen hafta evdeki huzur ne güzeldi.!

2 Şubat 2011 Çarşamba

Sakin, teslimiyetçi köpek





Daha evvel söylemiştim. Salı akşamlarım National Geo'da yayınlanan "Dog Whisperer" Köpeklere Fısıldayan Adam'a ait. Tabii İdil yattıktan sonra.
Bu adamcağız problemli köpekleri olanlara yardıma gidiyor. Önce inceliyor, hata neyse onu düzeltmek için hem köpekle hem sahibi ile çalışıyor. Her zaman söylediği şey, sahibin köpeğin "sürü lideri" olması gerektiği, köpeklere insan muamelesi yapılmaması gerektiği, onları köpek doğası nasılsa ona uygun eğitilmesi ama en çok ta insanın kendini eğitmesi ve sürekli eğitmesi gerektiği.
Bugüne kadar her çeşit ve her cins köpek çıktı. Hepsinin farklı kusurları, bu kusurlara göre eğitimleri vardı.

Biz Potuk'u aldığımızda daha 2 aylıktı. Hatta annesi doğurmadan önce bana vereceklerine söz vermişlerdi, sürekli "doğdu mu?" diye sorar oldum. Doğdu, sonra anne sütü emmesi gerektiğinden 2 ay anne yanında kaldı. Kız-erkek hiç düşünmedim, hangisini isterlerse bana vereceklerdi. Sahibi emekli öğretmen bir bayandı. Asıl erkek olanın sahibiyken, yolda dişi olanı sahipsiz ve sokakta görünce onu da yanına almış, her ikisine de bakıyormuş. 2 kez çiftleştirmiş. İlkinde vermekte zorlanmış ama bakmış hem yavrulara hem anne-babaya bakamıyor, mecburen vermiş. 2.doğumda ise bir dişi bir erkek (Potuk) olmuş. Kadının oğlu annesinden habersiz erkek yavruyu da başkasına söz vermiş. Sonra Potuk'u - o zaman adı başkaydı ama şimdi hatırlamıyorum- onlara vermiş. Ben bunu duyunca çok üzülmüştüm. Aradan 1 hafta geçti, verdikleri evin annesi yavru köpek habire çiş-kaka yapınca "ben buna bakamam" deyip arkadaşımın o dönem nişanlısı- şimdi eşi- olan veterinere geri götürmüş. Arkadaşım da bana süpriz yapmak istemiş.
Telefon açtı ve "Yere gazete kağıdı ser, ben geliyorum" dedi. Anlamadım ne demek istediğini ve sonra aklıma yavru geldi. Ayyy, delirdim, heyecanlandım, sevindim. Çocuk yapamıyoruz, canımız sıkkın, ilaç gibi gelecekti bize.
Arkadaşım o dönem kirada oturduğum eve geldi. Kucağında yavru. Güya 2 aylık ama toraman gibi. Hemen kapıdan kucağıma aldım, öptüm, öptüm. Kalbi nasıl atıyordu anlatamam. Sonra doğru gazetelerin üstüne koyduk ve şırrrr. Ben şapşalı ilk kez köpek bakacağımdan gazeteleri ince sermişim, üstelik halının üstüne serdiğim için halı dakika 1 gol 1 çişlendi.
Hemen etraf gezildi, koklandı, kuyruk deli gibi sallandı. Oynandı, dişleri çıktığından ısırdı, ısırdı.
Arkadaşım gittikten sonra hemen Derviş'i aradım.
"Bil bakalım evde kim var?"
"Kim olacak, herhalde yavruyu getirdiler"
"Aa,nerden anladın?"
"Başka kim gelse böyle sevinecektin ki?"
Akşamı dar ettim. Derviş gelince kapıda onu karşıladık, daha görür görmez Derviş
"Anam! Bu ne Potuk (İri deve yavrusu) bir şey!" dedi ve adı böylece Potuk oldu.
Köpek eğitiminden anlamazdım, Derviş'te öyle. Sora sora, okuya okuya öğrendik ya da idare ettik diyelim. Veterinerimize ve arkadaşıma danıştık, sağolsun hep yardım ettiler.
Yavruyken çok hastalandı ama sonradan durumu düzeldi, haşarıydı, yaşlandı, duruldu.
Her sokağa çıkışta deli gibi koştururdu, o dönem sahile yakındık - hala yakınız ama başka sahile- her akşam işten gelir onu yürütürdüm. Hatta bir keresinde hafta sonu sabah yürüyüşüne çıkardım, daha evin köşesini dönmeden bir dişi gördü, beni hızla çekti, ayağım burkuldu. O acıyı anlatamam, 10 adımlık yolu yürümek imkansız oldu. Zor bela eve gittim, Derviş'i uyandırdım. O Potuk'u çıkardı, ayağım ağrımaya devam etti. Akşam bize gelen arkadaşlar ille doktora gitmemizi istediler ve bizi götürdüler. Sonuç tandonlarım kopmuş. Ayağım 3 hafta alçılı kaldı. O dönem yeğenim 43 numara spor ayakkabısını verdi, bir ayağımda normal ayakkabı, diğerinde 43 numara spor ayakkabı işe gidip geldim.
Ben Potuk'u hep insan gibi okşarım, severim, öperim. Tek şikayetimiz kapıya ve telefona deli gibi havlaması. Gidenin ardından yine havlaması. Onun dışında yaşlandığından pek duruldu bizim munis efendi.
Köpek bakması zor hele evde bakmak daha zor ama dünyanın en güzel şeyi. Karşılıksız bir sevgi, bakkala gitsen, 5 dakika sonra döndüğünde sanki seni 100 yıllardır görmemiş gibi sevgi göstermesi, moralin bozuksa hemen dibinde bitmesi, ne zaman ağlasam gelip beni yalaması, kendini sevdirmek istediğinde elime kafasını sürtemesi, kuyruğunu deli gibi sallaması, sabah gözünün çapaklarını silsen elini yalayarak teşekkür etmesi. İdil'e hamile kaldığımda başta annem olmak üzere tüm akraba tayfası "At köpeği, ver başkasına" dese de sağolsun Derviş'te bana arka çıkınca bu saçmalığa kulağımızı tıkadık. Hamileliğim zor olduğundan uzun yürüyüşleri bitirdik, artık Potuk Derviş'le yürüdü. Doğumda hastanede kaldığımız süre içinde Potuk ne yemek yemiş ne su içmiş. Annem sevinmiş ölür diye ama Deida çok üzülmüş ya bir şey olursa diye.
Eve kucağımızda bebekle girince üstümüze atladı. Veteriner hemen bebeği koklatın demişti. Bende annemin çığlıklarına aldırmadan bebeği kucağımdayken Potuk koltukta yanıma geldi ve kokladı. Uzun uzun. Sonra ilgisini kaybetti. Aralık ayında doğum yaptığımdan annemde kalacaktık. İlk gece annem köpeği odaya koymayın diye bize yalvardı. Oda zaten ufak olduğundan bizim yattığımız annemin yatağının yanında İdil'in park yatağı vardı. Arada sadece sandalye koyabilecek mesafe mevcuttu. Kapıyı kapadık ve yattık. Aman ne ağlama. Potuk neden kapıda kaldığını anlayamadığından sürekli ağladı. Baktık olmayacak, Derviş İdil'in tarafında yattı, ben Potuk'la yattım. Sonraki günler İdil her ağladığında kızdı, şaşırdı, havladı. Sonra baktı işe yaramadı, havlamayı kesti. İdil eğer uyuyorsa veya daldıysa Potuk havlarsa korkar ağlardı ama uzatmazdı ağlamayı. Bira büyüdüğünden İdil eğer sevmediği, tanımadığı birinin kucağına verilirse havlardı. İdil'le ikisini başlarda hiç yanlız bırakmadık, sonra baktık kıskanma durumu yok, bir arada durdular. İdil ona hep eziyet etti, saçını çekti, kuyruğunu çekti, yürüteçle köşeye kıstırdı. Ama Potuk hep kaçtı. Hiç ısırmadı, hatta diş atmadı bile. Hep benle yatan Potuk eğer İdil hastaysa onun kapısında yattı. Şimdi İdil ona karşı daha anlayışlı olsa da kıskanç olan hep İdil. Eğer Potuk kucağımdaysa İdil muhakkak onun üstüne atlar ve ittirir. Potuk hiç kıskanmaz, hiç kızmaz, yere iner. İdil eve girdiysem beni bırakmadığından Potuk'u sabah Derviş, akşam ben geldikten sonra Deida çıkarır. Hava güzelse Deida-ben-İdil-Potuk çıkarız ama İdil yine Potuk'u benim gezdirmemi istemez, Deida gezdirir, ben İdil'le yürürüm.
Tatil konusu Potuk'tan sonra hep sıkıntı oldu. Otellerin çoğu hayvanı odaya değil, özel bir alana alıyor. Potuk bizden ayrılamayacağından otelde tatil yapamadık. Ablam bir dönem yazlık tuttu, yazlık sahibi geldiğimiz gün "Köpek sabaha gitsin" dedi, eniştem bizi ertesi gün geri getirdi.
Derviş'in annesi de Potuk'u evde istemediğinden biz babaanneye giderken Deida ve annem evde Potuk'la kalır, biz gideriz. İdil yokken Derviş ve ben ayrı ayrı tatile çıkardık.
Her sabah tuvalet, sonra ayakları silinir. Sonra gözü temizlenir, gün aşırı kulak damlası, p.posunun allerjisi için merhemi sürülür. 2 ayda bir traş edilir, derisi hassas olduğundan bebek şampuanı ile yıkanır, hastalanmasın diye fön makinasıyla kurutulur. Aşıları yakından takip edilir, 3 aylık, 6 aylık ve yıllık aşıları hiç aksatılmaz. Her tür yemek alerji yaptığından, tavuk etli mama da alerji yaptığından sadece kuzu etli kuru mama yer. Maması bitmeden yenisi alınır.

Derviş bu kadar sıkıntıdan sonra Potuk'tan sonra köpek almak istemez. Bense muhakkak alalım derim. Allah Potuk'a uzun ömür versin ama ona birşey olursa muhakkak başka bir köpek almak isterim.

Neyse Allah'ım konu nerelere geldi!

Bu köpeklere fısıldayan adam görünüş olarak havalı, biraz kendini beğenmiş gibi vs. Ama işini iyi biliyor. Kendinden emin. Bende hep adam parayı vurmuş imaj yapıyor havası bıraksa da geçen programlardan birinde bu düşüncem darmadağın oldu.

İspanyol kökenli bir adam barınaktan bir Alaska Malamut cinsi köpek getirmiş. Küçükler beyzbol liginde gönüllü koçluk yapan, annesi ile yaşayan, iri kıyım ve sakin bir adam. Köpek artık neler yaşamışsa adamın evindeki bahçeden ayrılmıyor. Adam onu traşa-banyoya-veterinere götüremiyor. Mümkün değil bahçeden dışarı çıkmıyor hayvancağız. Bu arada annenin bahçede kendine ayırdığı mini serayı mahvediyor, anne söyleniyor, oğlu ben yeniden yaparım diyor, yapmıyor.
Sonra belki arkadaş olur diye başka bir büyük ırk köpek alıyor, yok, Alaska Malamutu yine bahçede kendi başına takılıyor. Adam bizim Köpeklere Fısıldayan Adam'ı arıyor.
Cesar (Köpeklere Fısıldayan Adam) önce sahibi, annesini dinledi. Sonra bahçeye çıktı, uzaktan köpeği izledi. Köpek tasmadan hoşlanmadığından önce sahibine tasmayı nasıl takıyorsa göstermesini istedi. Sahibi klübenin önüne gelip, köpeği çekeliyerek tasmayı taktı. Cesar hatasını anlattı. Gitti klübede köpeğin yanına oturdu, 15 dakika, minicik klübede. Hiç köpeğe yaklaşmadı. Sonra tasmayı taktı, zorlamadan. Sonra bahçeden dışarı çıkarmak için 45 dakika uğraştı. Bu arada arka ayaklarında bir problem olduğunu gördü, düzgün basmadığından belki yürümek istemiyordu, ağrısı olabilir diye fazla zorlamadı. Ertesi gün köpeği 3 kişi nazikçe kamyonete koydular. Cesar onu parka götürdü. Aşağı inmesine yardım etti, belki 10 kez kamyonete kendi binmesi için ona egzersiz yaptırdı, keza bir 10-15 kez inme egzersizi yaptılar. Sonra Cesar köpeğe tamamen tesadüf eseri bulduğu hareketle yürümeye teşvik etti. Adamın yüzündeki aydınlanmayı görmeliydiniz! O kadar yemiş yutmuş olmasına rağmen, bir köpeğe yardım ettiğinde duyduğu o SAHİCİ mutluluktu! Hakikaten sevindi. Sonra köpeği sürekli yürüttü, veterinere götürdü, sahibi ile birlikte onu yıkadı. Sahibinin annesinin bahçesini düzenledi. Adama hayran oldum. Yaptığı işe duyduğu sevgi, hayvanlara duyduğu sevgi, insanlara köpekler hakkında yardım etme isteği benim tüm önyargılarımı yıktı.

Geçen haftaki bölümde ise nasıl yavru seçilmesi gerektiği, türün değil eğitimin önemli olduğunu kanıtlamak için pek istenmeyen, pek beğenilmeyen türlerden yavruları alıp eğitmesi ve herkesin korktuğu Pitbull'lardan 2 tane eğiterek dünyanın EN SAKİN köpekleri haline getirmesi vardı.
Her zaman bayıldığım bir cins var. İngiliz bulldog. Bunlar sezeryanla doğurabildiğinden ve sadece 1-2 yavru verdiğinden pahalı bir tür. İnatçı olduğundan pek evlerde tercih edilmeyen bir tür.
Cesar'ın seçtikleri arasında bu türden bir yavruda vardı. Aman Allah'ım gördüğüm an nerdeyse çığlık attım. O kadar güzel o kadar sevimli ki!
Bundan önceki evimizde bir sabah yürüyüşe çıkarken apartmandan biri kucağında bir İngiliz Bulldog indirdi. Daha evvel hiç görmemiştim. Sordum.
Kardeşimin dedi, kalmaya geldiler, köpeklerini de getirdiler dedi.
Kardeşi sokakta bulmuş, tecavüz edilmiş, dövülmüş. İnanamadım. Duyardık ama insan görmeyince tam idrak edemiyor sanırım.
Böylesine zararsız bir hayvandan kim ne ister? Bu kötülüğü kim yapar?
Kardeşi almış, 1 yıl hiç yürüyememiş hayvan. Sonradan yürümüş ama çok uzun gezemiyormuş, merdiven inip çıkamıyormuş. Çok harika bir köpekmiş, tek kusuru çok horlar dedi.
Sanırım bundan sonraki köpeğimiz İngiliz bulldog!
Not : Foto'lar Google'dan.
2.not : Başlık Sakin-Teslimiyetçi köpek Cesar'ın lafı