26 Ocak 2011 Çarşamba

Bu muydu yani?


Bizim gündüz ç.ş sorunsalımızı hep anlattım.

Gece kaçırmayan - Amannn nazar değmesin- şahıs, gündüz neden zırt pırt damla olarak kaçırır bir türlü anlamadık.

Neler denemedik ki?

Önce anlayışlı yaklaşım, görmezden gelme

Sonra kızmak, bağırmak

Sonra tehdit

Sonra oyuncakların ağzından konuşarak yapma demek

Arkadaşını çağırmayı yasaklamak

Zırt pırt "ç.şin var mı?" diye sormak

vs vs vs vs

Şimdi kaçırmak değince yanlış anlaşılmasın, 1-2 damla. Ama bu HER Allah'ın günü 15-20 kere olursa, her iki ç.iş arası 5 dk olursa, bu arada "ç.şim yok" diye bağırıp ağlarsa, insanız değil mi?

Her seferinde "SAKİNNNN" diye kendimizi kemirirken, hergün 20'ye yakın k.lotun yanı sıra aynı sayıda eşortman altı ve çorapta makinayı boyluyordu. Bir gün üşenmedik saydık, 19 k.lot kirlendi!

Biraz sakin oluyoruz, sonra civatamız gene bozuluyor, kızıyoruz, o ağlıyor, üzülüyoruz, "Yanlışlıkla oldu" diyor, söz veriyor, tamam diyoruz, 5 dk geçmiyor hadi gene kaçırıyoruz.

Artık tam umudumu kesmişken, "Nasıl olsa okula başlayınca bırakır" diye kendi kendimi avuturken, kırk yılda bir internet anneliğim işe yaradı.

Eğitimle ilgili sitelerden birinde- adını hatırlamıyorum maalesef- eğer idrar yolu iltihabı vs gibi sağlık yönünden bir problem yoksa - ki test yaptırdık, temiz çıktı çok şükür- zırt pırt sormak, saatli tuvalet oturtturmak çözüm değilmiş.

Çocuğa tuvaletinin sorumluluğunu vermeyerek, istediğinde bizi cezalandırabileceği bir yöntemi hediye etmişiz.

Islanan k.lodunu kendine yıkatmayı deneyin diye bir çözüm sunulmuştu.

O akşam yemek yerken kuzu da masadayken fırsatı kullandım.

"Bugün doktoru aradım. Hani sen gündüz ç.ş kaçırıyorsun ya. Onu sordum ne yapalım diye. Doktor dedi ki, "Siz ona ç.şin var mı diye sormayın. O kocaman bir kız. Kendi ç.şi gelince bilir ve gider tuvalete yapar. Ama olur da kaçırırsa o zaman k.lodunu, çorabını, neyi ıslattıysa onu kendi yıkasın. O zaman bu sorun çözülür" Bundan sonra biz sana hiç sormayacağız ç.şin var mı yok mu diye. Sen de eğer kaçırırsan kendi çamaşırını kendin yıkayacaksın. Anlaştık mı?"

Tabii Anneanne ve Deida atladı.
Vay efendim, bu kadarcık çocuk çamaşır mı yıkarmış? O zaman herkes kendi kirlettiğini kendisi yıkasınmış.
Sert bir sesle susturdum muhalefeti.
"Sorunu böyle çözeceğiz! Çünkü doktor öyle tavsiye etti"

Anneanne-Deida işbirliği daha düşük tonda sürdü
"Amann, internetten okuyup okuyup geliyor bir fikirle! Nerde görülmüş çocuğa k.lot yıkatmak"
Sanırsın tüm evin çamaşırlarını elde yıkattıracağım.
"Ben öyle dedim, lütfen buna uyalım" diyorum.

Çok beklemeye kalmadan 10 dakika içinde "Anne sanırım kaçırdım" diyerek yanıma geliyor.
"Tamam. Hadi gidip k.lodunu yıkayalım o zaman"
Banyoya gidiyoruz. Tabii boyu lavaboya erişmediğinden gidip minik sandalyesini getiriyor.
Kollarını sıvıyorum, sabunu eline veriyorum.
"Şimdi kuzum, al bu sabunu. Neresi ıslak? Hah, işte buraya sür sabunu, bol bol sür annem"
Kuzu sabunu gayet uydurma sürüyor.
İçim içimi yese de karışmıyorum, ben elimi sürmüyorum.
"Afferiiim. Çok güzel sabunladın! Hadi şimdi çitileyelim."
Çocuk ne anlasın çitilemekten? Bön bön bakıyor bana
"Yani bak göstereyim. Çamaşırını al, böyle tut, sonra 2 ucu birleştirip birbirine sür."
Bunu da gayet uydurma yapıyor.
"Şimdi durulayalım. Sok suyun altına. İyice su aksın. Köpük kalmasın"
Tabii su işi seviliyor. Nerdeyse tüm elbisesi ıslanıyor.
"Tamam. Şimdi sık elinle"
Temizlikte bez sıkmaya meraklı olduğundan bunu da severek yaptı.
"Afferim benim kızıma!"
"Sorunu çözdük di mi anne?"
"Evet annecim"

Ellerini kurulatıp o banyoda çıkınca ben tekrar -ona göstermeden- çamaşırı yıkıyorum.
Deida kapıda hazır.
"Asayım ben. Kendi mi yıkadı? Beceremez ki o! Küçücük çocuk! Ben yıkarım"
"Yaw, kadın bir sus! Yıkasın kendi! Bir de bunu deneyelim. Ama ben yokken de ç.şini yaparsa siz çamaşırı yıkatın ona"
Kem küm etselerde yapıyorlarmış.
Sonuç? O gece yarım saat geçmeden 2.kaçırma oldu. Onu da yıkadı, kendine güveni geldi. 3. kaçırma süresi nerdeyse gece yatmaya yakındı.

Ondan sonraki 1 haftadır günde bazen 1 bazen hiç kaçırma olmuyor.
O kadar kastığım, kafa patlattığım, üzüldüğüm konu da böylece çözümlendi.
Şimdi her tuvalete gidişte
"Başardım di mi? Sorunu çözdüm! Şampiyonum ben" diyor.
Şampiyonsun tabii kuzum!

20 Ocak 2011 Perşembe

İlk kutu oyunu maceramız

Ne zamandır aklımda olan kutu oyunlarından alayım dedim. Hem indirim vardı, hem matematiği sevdirmek, yavaştan içine girmek için bir vesile olabilir diye düşündüm. Siparişi verdim, indirim bitti, hemencecik elime ulaştı. Önceki post'ta yazdığım gibi "Artık büyüdün, bebek almayacağım. Büyük oyuncakları alacağım" kısmına takılan İdil beni 2 gündür yedi bitirdi.
"Ne oyuncağı bu?"
"Nasıl oynanıyor?"
"Otobüslere minik bebeklerimi bindirebilir miyim?"
vs vs.
Dün akşam elimde paketle gidince yemek bile yememi istemedi. Hemen oracıkta oynamak, ben "Hayır, önce yemek yiyeceğim. Açım ben" dediğim için kutuların içini açıp bakmak konusunda bıkmaz ısrarlarını sürdürdü.
Neyse yemeği boğazıma dizdikten sonra üstümü bile değişmeden yanına gittim. Bir süre sessiz olmasından anlayacağımız üzere kutuları açmayı başarmış, bütün parçaları koltuğa dökmüş, zarların birini kaybetmişti bile. Zarı zor bela bulduk. Parçaları ilgili kutuya koyduk.
Masaya kurulduk. Oyunların kurallarını okumaya çalışırken o, parçaları karıştırmakla daha çok ilgilendi.
A "Önce hangisini oynayalım?"
İ "Otobüs"
A "Tamam"Kutuyu hışımla kapıp gene içinde ne varsa boşalttı.
A "Dur kızım! Önce yolunu yapacağız otobüsün. Sen hangi renk otobüs istiyorsun?"
İ "VAVİ!"
A "Ben de kırmızıyı seçeyim o zaman"
Tabii çocukluğunda oyuncak görmemiş bünye ne yapar? Koca otobüs kartını minik ayaklara takmaya kalkar! Ama o büyük otobüsler ayakların üstünde duramaz ve devrilir. Sivri zeka anne kutunun üstündeki resme bakınca minik otobüslerin ayaklara oturtulduğunu görür.
A "Aaa, dur İdil! Ben yanlış yapmışım! Şu küçük otobüsleri bu ayaklara geçirecekmişiz. Büyük otobüsleri yanımızda tutucağız. Bak burdaki işareti görüyor musun? O işaret gelince yolcu bindiricez. Bu işaret ise eksi işareti, bu gelince de yolcu indirecez. Şimdi şunun adı zar. Bunu at masaya."
İ "Neden? Elimde dursun. Ben atmak istemiyorum"
A "Kızım atmazsan nasıl oynayacağız"
İ "Sürelim otobüsleri yolda! Bak burda sirk çizmişler ona gideriz."
A "Kızım ama oyun oynarken kurallar olur ve o kurallara herkes uyar"
İ "Ben kurallara uymak istemiyorum! 3 zarı da elimde tutmak istiyorum!"
A "Eh, o zaman kaldırayım ben bu oyunları. Sen biraz daha büyü de öyle oynarız"
İ "Hayır, üeeeevvvveeee!!!"

Anneanne müdahale eder, kısık sesle
"Bu kadın ocak batırır! Şuncacık çocuk ne anlar oyundan! Al işte ağlattı çocuğu durduk yerde! Al, al, al bitiremedi. Müsrif bu, müsriff"
İdil gazı alır da durur mu?
İ "Anneanne, annem beni oynatmıyor!"
A "Annecim, gel şimdi ben sana göstereyim. Bak çok zevkli,çok eğleneceğiz."
İ "Ben bütün zarları elimde tutmak istiyorum ama"
A "Bak canım bir zar senin olsun, bir zar benim. Kırmızı senin olsun mesela? İster misin?"
İ "Oluuurrr"
Zarı atarım. Oynarım, + gelir, 1 yolcu alırım.
A" Bak böyle işte. Hadi sen oyna şimdi"
İ" Tamam"
Zarı atar, beğenmez bir daha atar, zar yere düşer, iner alır, bir daha atar
A "Kaç geldi? Hadi zarın üstündeki noktaları sayalım"
İ "Beş"
A "Uydurma! Önce sayalım. Bak bir-ikii-üç"
İ "Ben beş istiyorum"
A "Ama annecim zarda kaç gelirse o kadar ilerliyebiliriz"
İ "Ben ilerlemiycem"
A "Bak bir düzgün oynayalım, çok eğleneceğiz. Bir daha at zarı. Masaya at ama, hafifçe"
Zar atılır
A "Sayalım şimdi, bir-ikii-üç-dört-beşşş"
İ "Bak işte beş! Ben demiştim, sen inanmadın, uydurma dedin!"
A "Şimdi geldi ama. Hadi 5 sıra ilerle, tut otobüsünü. Bir-iki-üç"
Kuzu alır otobüsü, gaza basar, ilerler
İ "Ben kazandım"
A "Kızım, 5 tane ilerliyeceksin, sen yolu bitirdin"
İ "Ben öyle istiyorum"
A "Hadi burdaydık, devam edelim. Dört-beş. Ne işareti bu? Yolcu mu alıcaksın?"
İ "Evet"
A "Hadi seç bakalım bir yolcu. Hangisini istersin?"
İ "Bunu. Bana benziyor di mi?"
A "Evet"
İ "Adı ne olsun?
A "Sen ne istersin?
İ "İdil!"
A "Tamam"
İ "N'aber İdil? Nereye gidiyorsun? Okula mı? Ayyy, ben hiç sevmem okulu!"
Bu arada eli otobüsünde , gaza basmıştır yine.
A "Annecim hadi sıra bende. Sen sıranı bekle"
İ "Tamam"
A "Sen burdaydın, otobüsünü yerine koyalım"
İ "Ben burayı beğenmedim. Hadi arılı oyunu oynayalım"
A "Önce bu oyun bitsin"
İ "Sıkıldım ben"

A (İçinden) Hay aklıma m.çiim! Nerden aldım! Daha ilk zarda sıkıldı hatun! Gerzek Ayşen, ne alırsın böyle oyunları! +4 diyormuşmuşta, matematik sevdiriyormuşta! Geri zekalısın kızım sen! Sen kaşındın!
(Dışından) "Bak biraz daha oyna, çok zevkli"
İte kaka oyunu İdil'e bitirtirim. Her (-) işaretinde neden yolcu indirmesi gerektiği konusunda derin tartışmalar yaşadık.
En nihayet sıra arılı oyuna geldiğinde sırf daha çok bal toplasın diye biraz daha kuralları değiştirdik, en çok balı o topladı, 3 kez kazandı ve huzura erdi. Tabii bu arada tv seyretti, reklamlarda gördüğü oyuncaklardan istedi, yemek yedi, Potuk'la kapıştı, masanın tepesinde aşağı atladı, yıkanmak istedi ve MÜTEMADİYEN konuştu!
"Sen yokken ben Deida'mla oynayabilir miyim? Ama ben 3 zarı birden istiyorum"
"Kızım ama zarlar oyuncakların parçaları. Kaybolursa bir daha oynayamayız"
"Sadece elimde tutucam! Söz veriyorum! Lütleeeeennn!"
"Annem kutusunda dursun bu parçalar ama! Kaybolur bak"
"5 dakika tutacağım söz veriyorum"
"Al tut bakalım o zaman"
Tabii anında 3 zar 3 ayrı yere doğru atılır ve 45 dakika aranır. Bu arada ağlamakta, söylenmekte ve dırdır etmekteyizdir birbirimize.
Annemde "Almasaydın" diye bu kapışmanın içinde alevle gelmektedir.
Deida "Ammannn, bu mu oynayacak? Dağıtır bu? Oyuncak yığınına birde bu kartonlar eklenir artık" diye fıs fıs etmektedir.
Eve giren baba durur mu?
"Almayın diyorum oyuncak! Anlamıyorsun ki! Atacağım bunları aşağı! Ne oldu? Anladı mı? Oynadı mı? Ne gerek vardı? Aha, ağlamaya başladı! Kabahat senin! Ben bu evde bir huzurlu yemek yiyemeyecekmiyim?" diye yeni bir alev ekler.
Bu arada ağlama nedeni, Potuk'un kartonları koklama isteğini İdil'in kabul etmemesiymiş.
En nihayet oyunlar kalkar, huzur gelir, diş fırçalanır, kitaplar okunur, yelloz uyur!
Ben?
Oyunları atasım var!

Blogger Anneleri kaç çeşittir?

Hani bir yazımda bloglardaki "sevgili" muhabbetine değinerek, bekarlara evlilik hayatının ne olduğunu anlatmıştım dilim döndüğünce.
Şimdi bu über-süper ötesi blogger annelere geldi sıra. Tabii belirteyim çocuğu kundaktan başlayıp ilkokul çağına gelmemiş annelere kadar olan grup incelememize dahil edilmiştir.

Genel hatlarıyla 2 çeşit blogger anne var.
1- Çocuğunun deli/azgın/şımarık olduğunu itiraf eden anneler
2- Sinirleri cımbızla alınmış Calliou annesi tadında anneler

1.grubu 2'ye ayırıyorum.
a) Saldım çayıra- Mevla'm kayıra'cılar
b) Yuları kaptırmamak için uğraşıyorum'cular

2.grubu da 2'ye ayıralım
*) İndigo-dingo çocuk sahibi anneler
*) Kıfayetsiz anneler

1. gruptaki anneleri tanımak kolay.
Resimler kolajlanmamış, genelde cep telefonundan çekilmiş, bazısı entellektüelliğinden/nazara inancından/çocuğun ilerki yaşına saygısından çocuğun ve kendinin direkt resmini yayınlamaz. Eli/Kolu/Bacağı görünür, saçı siper olur vs. Bunların fotoğraflarında evin dağınık hali gözden kaçmaz. Rahattır bunlar. Yemek tarifi vermezler, "Misafirim vardı yoruldum" demezler, günün menüsü yapmazlar. Kitaplardan bahsederler, takı yaparlar, oyuncak örerler. Marifetli değilse entellektüeldir. Birinden biri yani.. Çocukları desen, olması gerektiği gibi, çocukların yapması gereken ne yaramazlık,huysuzluk, uyuzluk varsa yapan, kuduran, ağlayan, kendini yerlere atan, sinir krizi geçiren bebekler/çocuklardır. Şımardığında, ağladığında bu tip anne kendine saklamaz, anlatır. Okuyan "Hah, aynı benimki!" ya da "Ayy, Allah korusun! İyi ki benim çocuğum böyle değil" der. Başka ara tepki veren olmaz. Bu tip anne muhakkak kendi çocuğunun yaş grubuna yakın hatta mümkünse aynı cinsiyetteki çocuğu olan blogger anneleri takip eder, yazışır, görüşür. Maksat mümkün olduğunca çok bilgi ve tecrübe kaynağını okuyabilmek. Bu grup anneler internetin psikoloji, pedagoji, çocuk eğitimi alanlarını en aktif kullananlardır. En çok çocuk eğitimi kitabı ve oyuncağını bunlar alır.
Bunlar çocuklarına karışabilme oranlarına göre alt gruplara ayrılır.
Karışabilen ve karışamayanlar.
Karışamayanlar, eski annelerimizin usulünü yerden yere vurmasına rağmen, tüm internet anneliği bilgilerine, kütüphane dolusu okunan kitaba rağmen, çocuk sert yapınca "özgür bırakmak" adına t.tosu yemeyip, ısrar edemeyen, sabırlı olamayan, çocuğu kendi iradesine bırakan annelerdir. Burdaki temel hata çocuğu büyük olarak görmek, doğru ile yanlışı ayırt edemeyeceğini düşünememektir. Bu bölümün büyük kısmı "duygusal"dır. "Naif"tir, hayatın sillesini yememiştir ve "herkesi severim"cidir. Kötü düşünmez, düşüneni sevmez. Yani kısaca salmıştır çayıra, Mevla'm kayıra. Çünkü sorumluluk, uğraşmak, didinmek işine gelmez. Birisi onların yerine çocukları hazır alıp eğitse, disiplin etse büyük sevaba girer. Maddi olarak takıntılı değildir, cimri hiç değildir. Hatta kimisi evde bulunduğu az saatlerde kendi hobisine, kocasına vakit ayırdığından vicdan azabını hafifletmek adına çocuğu oyuncak ve hediyeye boğar.
Karışabilenler ya da karışmaya azim edenler- ki ben kendimi bu gruba koyuyorum- karışamayanların yaptığını aynen yapar ancak sabır eder, bıkmadan dener, değişik yöntemler dener, akıl alır, tecrübelerini açık yüreklilikle yazar, çocuğum gündüz altına şarıl şarıl işiyor der, "Aa, 2 günde tuvalet eğitimini öğrettim, hiç kazası yok" diye yalan atmazlar. İsteseler de hava atmayı beceremezler. Hobi sahibi değildirler, kocayı nerdeyse boşamıştırlar, evi ihmal eder, çocuğu ile oynamayı ihmal etmez. Evi dağınık olsun ama çocuğu mutlu olsun ister. Kötü olasılıkları daha fazla hesap eder, kendilerini daha çok kasarlar. Disiplin için ceza değilse bile bazı yöntemler - oyuncak atma/istediğini almama/tv açmama gibi- geliştirmeye çalışırlar. Bunların çocuğu dışarda daha bir ılımlı olup, bazısı durumu o kadar abartır ki, dışarda gören "Ayol melek gibi çocuk! Nesinden dert yanıyor bu kadın?" diye düşünürler. Aslında bu çocuklar evde kral olduklarından dışarda biraz daha normal davranmaya yakın dururlar. Çok kudurmazlar kısaca. Bunların çocukları evde parmak boya, suluboya yapıp, duvarları çizebilen mutlu azınlıktandır. Suluboya resimlerinde altlarında örtü olmaz, çocuklar kirli yüzleri ile fotoğraflarda sırıtır.

Gelelim çoğunluğun yer aldığı 2. gruba;
İşte bunları tanımak için fotoğraflarına, bloglarına bakmak yeterlidir.
Bol kolajlar, kuş/börtü/böcek/porselen resminden geçilmez. Kendilerinin illa ki güzel pozları- özenle sanki doğal çekilmiş havası verdirilmiş- vardır. Dumanlı dumanlı bakarlar. Sofra düzenlerini, evlerinden hoş köşeleri çekerler. Genelde fotoğraf kursuna giderler ya da gitmek isterler. Zırt pırt tatile çıkarlar, tatil fotoları koyarlar, adamı hasetinden çatlatırlar. Ya kendi işleri vardır ya da plaza kızlarıdır. Hiç pijama veya eşortman altıyla, saçı fönsüz hali olmaz. Bir arkadaşı evlensin, sanırsın Amerika'dayız, "bekarlığa veda" partisi yaparlar Al Jamal'de. Mübarek hepsi Ednan Bey'in bahtsız kızı Nihal! Herşeyi iyi yaparlar. Kocalarıyla hala sevgilidirler, adamlar hep romantiktir. Genelde kendi işlerini yaparlar, ya da büyük şirketlerde çok uzun saatler çalışırlar. Interneti daha ziyade online alışveriş için kullanırlar ve markaları ezbere bilir, orjinalle çakmayı anında ayırt edebilirler. Trendleri yakınen takip ederler. Internet anneliği onlar için daha ziyade kendi sınıflarından kişilerle tanışmak için araçtır. Tecrübe için, farklı fikirler için kullanmazlar. Bunların çocukları hep usludur, evleri hep topludur, hep ev yemeği yerler, ekmeği kendi yaparlar. Organik takılırlar, çocuğa sentetik şey giydirmez, çin malı oyuncak almazlar. Muhakkak dünya mutfağını takip eder, çeşit çeşit sofra takımı, ona uygun peçete ve masa örtüsü alırlar. En süslü çam ağaçları bunlarda olur, üstündeki süsler ise hep bilindik dekorasyon mağazalarından hatta yurtdışından gelmedir. Gidip 1 milyoncu'dan bir iğne almaz! Takıya daha doğrusu bijuteriye para vermez, direkt elmas, pırlanta alır.
Bunların 1.alt başlığı ise;
Yenilerde bir kavram çıkmış, "indigo çocuklar" diye. Gerçi Ebru'cum benden daha iyi anlatmıştı bu tipleri bu yazısında ama ben de biraz katkıda bulunayım. İndigo demek "aşırı duyarlı, aşırı zeki" vs demek sanırım. Bende hep Avusturalya yerli köpeği "Dingo" çağrışımı yapıyor nedense..
Bu indigolar öyle "Ay çocuğum şöyle zeki, böyle üstün zekalı"dan bile daha zeki ve üstünlermiş.
YALAN! Çocuk bu kardeşim! Ne kadar zeki olacak? 1 yaşında yabancı dil ile cümle kurarak konuştuğu iddia edilen, 4 dil öğrensin diye 4 ayrı hoca gelen 8 aylık bebek gibi sosyete çocukları/meşhur çocukları bu kapsamda sanırım. Ne 4 hocası kardeşim? Bebek daha "agu" demiyor ki! Bu grup annesi hep faaliyette. Bale/Piyano/Spor/Yüzme/Binicilik/Drama/Yabancı Dil, ne kadar kurs varsa bu gariban Dingo'lar orda. Yok efendim bebek yogası, oyun grubu vs yaptırırlar zavallı bebeklere. Bunların annesi Ebru Şallı kıvamında fit olmasıyla da kolayca tanınabilir. O kadar fit olmayanı ise Vakko/Beymen/Harvey Nichols takılır. Bu gruptan büyüyen, normal hayata geçen birileri varsa ben sonucu çok merak ediyorum. Lütfen bize anlatsınlar, İŞE YARADI MI? Gerçi bunların babaları da en az anneleri kadar kımkımdır. Daha çocuk 2 yaşındayken okul arayışına başlarlar. Kariyer planına ilkokulda karar verirler. Bunları çocuğu hep ağırbaşlıdır-onlara sorsan- hiç kudurmaz, çocuk gibi hareket etmez. Sokağa bırak, öyle durur, üstü kirlenir diye kımıldamaz. Arkadaş edinmez, bireysel takılır.
2.grubun 2.alt kolu ise çocuğu İndigo-Dingo olamayıp daha ziyade yaramaz-onlara göre hiperaktif- ya da "aşırı zeki" -aslında şımarık- olandır. Aslında bunlara beş kardeş yöntemi kullansan pamuk gibi olacaktır ama ne demişler "Dayakla terbiye olmaz!" Bunların anneleri ise tamamen birinci grubun 1.alt grubu "Saldım çayıra"cılar gibi etliye sütlüye karışmamayı tercih ederler. Zaten onlar "ben yapamam ki"cilerin başındadır. Kocaları bunları "pamuklara sarıp" yaşattıklarından, naiftirler, çocukla uğraşıp sinirleri bozulacağından mümkünse bir "anneanne/babaanne" ya da "bakıcı" üstüne atar, kendisi gezer, tozar. Gerçi o bile yorar bu "kırılgan/nazik" şahsiyetleri ama neyse. Bu tipler parka çocuğu bakıcıyla yollar, alışverişe giderken çocuk arabasını bakıcı/baba/anneanne-babaanne iter. Ona bile mecali yoktur yani.
Çocuk büyüdükten sonra ise "Ayy, ben büyütürken NELERRRR çektim" diye öyle bir abartarak anlatırlar ki, bilmeyen acır bunlara.

Çocuksuz blogger'lar aman diyeyim, uzak durun bu blogger annelerden, KAÇIN KAÇIN!
Doğrusunu yazan o kadar az ki!

19 Ocak 2011 Çarşamba

Tırstım ben...

Dün sabahki telefon muhabettimizden sonra tırstım ben!

Vallahi bu kız beni susuz-sulu götürür-getirir-satar-alır! Artık tamamen insafına kalmışım...

Geçen hafta sonlarından birinde sabah Ş.ok markete gittik. Orda kapı önüne atılmış kıyrıtık oyuncaklar arasında kartonun üstünde Ariel resmi olan bir doktor seti vardı. Radarları her daim açık olan zottik tabii bunu gördü. "Alalım" dedi, "evde doktor setin var, almam" dedim. Mevzu kapandı- sanmışım meğer-.

Bugün telefonda hoşbeşten sonra

İ "Seninle aynı fikirde olmazsak sen üzülür müsün annecim?"

A "Hımm. Nasıl anlatsam?" Durakladım "Tabii ki ikimizde aynı fikirde olmak zorunda değiliz, ayrı fikirlerimiz olabilir, seni fikirlerine katılmayabilirim. Ama sonra ne yaptık hani geçenlerde? Konuştuk ve bir çözüm.."

Lafı ağzıma tıkayarak

İ "Ben Ariel'in doktor setini çok beğendim. Sen beğenmedin. Aynı fikirde olalım o zaman! Sende beğen!"

A "Ne Ariel'i? Ne doktor seti?"

İ "Hani Ş.ok'ta görmüştük, oyuncakların.." - içinde- diyemeden atlıyorum

A "Amaann, çok dandikti kızım o! İncecik! Hemen kırılır. Senin evde doktor setin var ya annem!"

İ "Ama Ariel ağlıyor! Ben sesini duydum! Doktor setimi al diyor"

A "Sen Ariel'e de ki, bende senin şarkı söyleyen bebeğin var, 2 filmin var, kalemin var, kıyafetin var, tacın var, saçın var. Alamam seni de."

İ "Diyemem! Çok üzülür sonra"

A "De, de. Birşey olmaz"

İ "Ama"... Dikkatini başka yöne çekme taktiğine karar veriyorum

A "Ben sana hem artık bebek almayacağım! Sen büyüdün. Büyük oyunları alacağım"

İ "Nasıl oyunlarrr???"

A "Süpriz!"

İ "Ama sen bana anlatsan ben çok mutlu olurum biliyor musun?"

A "Süprizler anlatılmaz ki"

İ "Sen bi lokma anlat, çok mutlu olucam ben"

Dikkat dağıtma metodunu kullanma isteyen zottik devam eder

İ "Kumbaram çok ağırlaştı. Babama söyle yarın götürsün, açtırsın. Çok param oldu benim."

A "Afferim benim kuzuma"

İ "Senin paran var mı? Eğer olsaydı bana Yasemin bebeği alır mıydın?

A "Yasemin'in bebeği yok ki"

İ "Vardır! Sen bakmamışsındır"

A "Yok vallahi, ben baktım. Bulsaydım alacaktım sana"

İ "Peki Ariel'in bebeği (peluş) var mı?"

A "O da yok" (Yalan! Bir yerde gördüm var)

İ "Yaa, Sindirella var mı?" (Beni deniyor. Bunu sordu ve ben var dedim. Şimdi yok desem olmaz)

A " Var, evet"

İ "O zaman paran olunca sen bana Sindirella bebeği alırsın" üzgün bir sesle konuşmaktadır. Gaza gelen biri olsa gidip kapıp o oyuncağı getirir. Öyle melül melül konuşuyor ki, duyan hiç oyuncağı yok ve en çok istediği bu oyuncak zanneder.

A "Annecim, artık bebek.." lafı ağzıma tıkayan hanımdudu

İ "Neyse, bu konuyu akşam eve gelince konuşuruz. Hoşçakallll"



Ya! Ben korkmayayım da kimler korksun?

Posta karşı post

Arada ziyaret edip okuduğum ama bir türlü yorum bırakmak nasip olmayan güzel bir blogger anne ve güzeller güzeli bir kuzusu var. Bugün en son yazdığı postu okuyunca önce yorum bırakayım dedim, sonra baktım ki anlatacaklarım uzun, en iyisi kendim bir post yazayım dedim.

Sevgili Poh Poh perisi ne güzel anlatmış güzel kuzusunu, anneliği, çalışan kadınının annelik duygusunu.
Müsadesiyle şunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Mutlu/huzurlu anne 2 ana faktörle oluşuyor (BENCE)
1- Huzurlu hamile
2- Sakin karekterli bebek

Bende bu 2 faktörde maalesef olmadığından ben sevgili peri'nin dediği, o insanları ürküten, "hele bir çocuk olsun da gör" cülerdenim.
Öncelikle hamileliğimden başlayayım.
Benimki tüp bebek hamileliğiydi. Bilmeyenler için 2. denememdi. Tüp bebek süreci zaten başlı başına bir strestir.
Gittiğim merkez başarı oranı en yüksek merkez olup, insanlara sayı olarak bakıyordu.
Orda "Ayşen" değil, bilmem kaçyüzüncü hastaydın. Sana özel olduğun vs hissettirilmiyor, yaşadığın sürecin mucizevi olduğu anlatılmıyor, kan değerlerin, yumurta sayın, yumurta çapınla rakam olan, işi bitip çıkıp gitmesi, yerine sıradakinin içeri alınması gereken numara olarak hissettiriliyordun. Transfer öncesi kendi karnına 20 iğneyi işyerinde aynı saatte yapman gerekliydi. Gün aşırı Gebze'den Nişantaşı'na yumurta takibine gitmen gerekliydi. Nişantaşı'ndan Maltepe'ye toplu taşıma vasıtalarınla geri dönmen gerekliydi. Transfer sırasında 20 kadın aynı yerde yatırılıyor, sırayla içeri alınıyor, sonra o 20 kadın yan yana ayılması ve dinlenmesi için yan yana 1 saat ayaklar havada yatırılıyordu. Düşünebiliyor musunuz? 20 kadın! Kimi ağlar, kimi daha evvelki tecrübelerini anlatır, kimi kaynanasını çekiştirir!
Transferden sonra ilk 3 ay normal hamilelikte salgılanan progestoron hormonu sende salgılanmadığından bu hormonu dışardan kalçadan iğne olarak alırsın. Tam 400 iğne! Aynı saatlerde, günde 3, bazen 4 kez. Kanamaların olur sürekli. Tuvalete gitmeye korkarsın. Yoğun kanaman olur, apar topar hastaneye gidersin, yolda salya sümük ağlarsın düşük yaptın diye. Sonra bebek sağlam derler yine ağlarsın. 20 gün sadece tuvalete gidecek şekilde yatarsın. Tam herşey bitti derken bu sefer ikili testte "down sendromu riski" çıkar. Gene salya sümük ağlarsın, diken üstünde durursun, bir ay daha bekle amniyosentez ol derler. O işleminde düşük riski vardır ama yeterki kesin sonuç alalım diye amniyosentezde yaptırırsın. Gene kalkmadan yatarsın. Tam 5 hafta sonuç için beklersin. Karnındaki bebeğin nerdeyse 6 aylık olmuştur, sen daha "ohh" diyememişsindir. Bebeğe bir çorap bile almamışsındır. Neyse sağlam raporu çıkar. Tam artık sevineceksindir ki işyerinde 6 yılda yaptığın ilk hata nedeniyle suratına kağıtlar atılır, aşağılayıcı konuşmalar yapılır. Tüp bebeklerin sezeryanla erken alınması gerektiği söylenir 37 hf'da doğuma alınırsın.
Tabii tüm bu süreci anne karnında yaşayan bebeğin stresli olur. Ne kadar da sen doğumdan sonra sakin, mutlu, huzurlu da olsan bebek hamilelikteki stresi atamaz. İlk 8-9 ay gece 22.00'ye kadar uyur, sabah 06.00'ya kadar ayaktadır ve sürekli ağlar. O kadar ağlar ki komşular sabah "hasta galiba", "neden ağlıyor" diye kapıya gelirler. 1-2 kez değil, haftada 3-4 kez bu ziyaretlere muhatap olursun. Uyku rutini çalışmasına 3 aylıkken başlarsın. Azimle denersin, pes etmezsin. Sonuç? Çocuk ancak 3 yaşındayken sabaha dek uyur.
Kendi yatağından başka yerde yatmak istemez, senin yanında uyumaz, bebeğin yatağının yanındaki sandalyede en az 45 dakika, en fazla 2.5 saat oturursun uyutmak için. Masallar, dönence müziği, hamilelikte dinlediğin şarkılar, banyo, masaj, uyku öncesi yürüyüş, peluş oyuncak, yalancı emzik, biberon içerek uyuma, ninni, ayakta sallama, çarşafta sallama, beşikte sallama, hep aynı saatte yatırma denediğim yöntemler. Asla ayakta sallanmak istemedi, asla yalancı emzik kullanmadı. 3 yaşına kadar da gecede en az 5 kez kalktı.
Bütün bunlara rağmen bebeği sürekli gezdirirsin. Bebek arabasıyla, kanguruda. Ehliyetin olmadığı için heryere minibüsle gidersin. Arkadaş toplantılarına kanguruda bebeğinle gidersin. Yemek yerken, sohbet ederken kanguruda bebeğin uyur. Yatırmaya teşebbüs ettiğin saniye uyanır ve bir daha asla geri uyutamazsın. Senden başkasına asla gitmeyen bebeğin yüzünden çayı soğumadan içmeye hasret kalırsın. Buna rağmen heryere bebeği taşırsın, değişik ortamlarda bulunsun, alışsın diye. Bebek pusetini değiştirdiğinde tek yön pusete alışması 9 ay sürer. Bu 9 ayda o kadar çok ağlar ki mahalle bakkalı "artık sesini tanıyorum sizin kızın" diye dalga geçer. Başka sefer bakkaldaki müşteriler "yazık bebek hasta mı" diye sorduğunda senden evvel bakkal "yok yok, turp gibi de edepsiz" diye cevap verir. Yeni taşındığın apartmanın kapıcısı eve gelen misafirlere "o çok ağlayan bebek mi? 4 numara" diye evi tarif eder. Yan apartmandan "bebek neden bu kadar ağlıyor" diye eve baskına gelen komşular olur.
İlk tatile kayınvalidenin yanına gidersin uçakla. Bebek düzeni bozulmasın diye tüm yatak takımını, dönencesini alırsın hatta müziği bile telefona kaydedip gidersin. 1 hafta boyunca o kadar çok ağlar ki kayınvaliden gece odaya dalar, komşular sabah "yazık hasta galiba" der. Kayınvaliden sana acıdığı için bebeği pusetle yürüyüşe çıkarmak ister. Pusette durmaz desen kırılacağından birşey demezsin, 5 dakika geçmeden kucağında bebek, elinde puset geri döner ve bir daha bebeğe yanaşamaz korkusundan. Geri dönüş uçağına beraber bindiğin görümcen bebeğin ağlamasından arkalara kaçar, yanında oturan yolcular "cık cık" layarak kaçar.
Yürümeye başlamasından sonra hergün mütemadiyen düşer. Bir kez burnunu nerdeyse kırmanın eşiğine getirir, bir kez alnını ceviz büyüklüğünde şişirir. Her gün biryeri morarır. En büyük zevki 2 koltuk arasındaki orta sehpanın trombolin olduğunu sanıp onu kullanıp koltuklar arası uçmaktır. Koltukların arkalığına oturur, sandalyeleri sallanırken kırar vs vs vs.
Konuşmaya başladıktan sonrası başka maceralar.
Daha anlatacağım o kadar çok şey bulurum ki...
Yani bazen insanlar anneleri/hamileleri korkutuyor diyorsunuz ya, bazen haklıyız. Hemde köküne kadar!

15 Ocak 2011 Cumartesi

FLAŞ FLAŞ FLAŞ! İdil'in odasına baskın yaptık

Evet sevgili blog izleyicileri. Paparazziniz sizin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı ve İdil Hanımdudu'nun odasına ani baskın yaptı. Bakalım sizin için İdil Hanım derli toplu mu? Dolaplarında neler var? Dediği gibi kitap kurdu mu? En sevdiği kitaplar neler?
Buyrun gezintiye başlayalım.


Köpeği Sefileş'in de en az keni kadar büyük bir kitap sever olduğunu söyleyen İdil Hanım

En son Mutlu Suaygırı kitabını okuduğunu söyledi

" Bu en özel kitabım" diyen İdil Hanım "Bunu bana Zerra'cım taaa Ankara'da yaptırdı, İdil ve Kraliçe İnci adındaki bu kitabımda ben deniz kızıyım ve efsanevi Kraliçe İnci'yi arıyorum" ifadesinde bulundu

"Benim için en özel ve değerli olan bu kitabımı bana armağan eden Day'cım ve Zerra'cıma sonsuz teşekkürler"

Kapağı olmayan benim ilk yaş günümde Deida'mın armağan ettiği Disney masallar kitabı. Diğerleri çıkartmalı deniz kitabı, Prenses dergileri, Dora kitabı

Teyzemin getirdiği Küçük Karaca, Kar Tavukları, Kurbağa Prens kitabı, Ariel suluboya kitabı, Suaygırı

Tavşan Peter ve Jemima Pamukördek

Barbie kitaplarım

Disney masalları, Ariel, Cindrella, Bella, Alaaddin


Karışık favoriler Kütüphanedeki Aslan, Ayıcık ve Ben, Piretorbası, Mamutlu Börek Taşdevri, Mükemmel Prenses Zeynep ve pencereli kitabım Evde

Kavram ve saat kitabım

Ariel, Tiger, Rüzgarlı gün

Çilek Kız serisi

Caillou serim

Winnie the Pooh serim

Hareketli kitaplarım

Ev canavarları serisi

Tübitak'ın matematik serisi

Denizin Kıyısında ve Karlı Bir Gün

Yine Tübitak'tan Duyularımız, Nasıl Hareket Ederiz ve Dünya Çocukları

O berbat T.imaş masallar serisi

Mevsimler serim

Lili'nin 7 çocuğu serisi

Cemile serimiz

T.imaşın mini masalları ve Mıknatıslı Saray kitabının 4 mini öyküsü

Sakar Cadı Vini serisi

Faaliyet kitapları

Ütü masasız ev olur mu?
Ve işte gardrobundan görüntüler.

Uzun kollu üstler ve elbiseler

Kısa kollu üstler ve hırkalar

Pantalonlar, etekler, eşortman altları

Oyuncak dolabının en alt katı Patates Kafa'lar, toplar, Legolar, Hayvanlar

Peluş gözü

Barbie çantası, makyaj çantası, takı çantası, oyuncak ev


Kitap gözü

Pastel ve kuru boyaları

Elektrik süpürgesi, dikiş makinası, market sepetleri, çamaşır makinası

Kuzumun tükkanı- Bijuteri

Dükkan açacak kadar takısı-tokası olup, hiç birini takmayan, elinde-kolunda hiçbir şey istemeyen yegane zottik benimki mi?

Gelin tükkanımıza.

Önce sabah keyfi yapan anne taciz edilir.

Annenin dizleri arasında uyuklayan zavallı "Sefileş" Potuk kaldırılır Bütün malzemeler orta sehpanın üstüne yığılır Gururlu bir dükkan sahibi olarak pişmiş kelle pozu verilir Geri odasına gidilir, geğiren (afedersiniz), ağlayan bebeği pışpışlanır Şaşkın şaşkın bakılır! Neden bebek hala ağlamaktadır? Ağlayan bebek bir kenara atılır Prenses peluşları çıkartılır Yeni tukurdayan terlikler giyilir (ötekiler koptu da!) Daha tam uyanamamış olduğuna kanaat getirir Yok yok uyanmıştır,oyun oynamak istemektedir! Yemek yemek lazım değildir! Çünkü Prensesler taç takar ama kahvaltı etmez! Israrlara sırıtılır Takarım çantamı koluma, düşerim yoluma Bakiyim param var mı? Kalan uykuya salonda devam edelir ya da en azından öyle niyet edilir Kıllı abisi uyur ama öteki kardeş uyumaz Anne dükkanı derleyip toplamaya karar verir ve işe koyulur

Yeni terlikler Kuaför malzemeleri Mini bebek kolleksiyonu Taç reyonu Tükkan olur da para kasası olmaz mı? Bijuteri reyonu Yüzük reyonu Küpe bölümü Bilezik bölümü Kolye reyonu Taraklar Parfüm kısmı Makyaj köşesi Toka reyonuSiparişi olan?