28 Nisan 2009 Salı

Odamızda mutluyuz














Taşındık en nihayet!
Biraz üzücü bir taşınma oldu annem ve benim için. Ben o eve 4 yaşımdayken taşınmıştık, bütün çocukluğum,gençliğim, kızımın ilk 2 yaşı hep orda geçti. Babamın oturduğu koltuklar, baktığı cam kenarı, yattığı oda hepsini arkamızda bıraktık. Eşyalar ihtiyaç sahibi birkaç kişiye bölüşüldü.
Son 3 gün İdil'i uyuttuktan sonra gece yarılarına kadar Deida ve ben eşya koliledik.
Deida ve Esma abla Perşembe günü ben evdeyken gidip bizim evi temizlediler, Cumartesi sabah 08.45'te taşıyacak adamlar geldiler.
Annem 40 yıldır bu evden ve eşyalarından ayrılırken çok ama çok zorlandı. Bize belli etmemeye çalıştıysa da gözleri hep dolu doluydu. Bende ona belli etmemeye çalıştım, karşılıklı helak olduk yani...
40 yıllık komşularımıza gidip veda ettik, çok hüzünlendik hep birlikte...
İdil ordaki anneannelerini unutmasın istiyorum. Muzaffer anneannesinin ona her gidişinde verdiği bisküviler, tabaklar, Esin anneannesinin ona verdiği Arap bebekler.. Kuzum seni çok seven bir sürü anneannen var senin, unutma emi?
Tam 18 koli, halılar, tablolar, kıyafetler, gardrop, şifonyerler derken saat 13.45'te ancak Dragos'a vardık. Esma evde bizi bekliyordu. Bu arada İdil'in hiç durmamaksızın konuştuğunu, soru sorduğunu, Potuk'un taşımacılara havladığını, yani bedenen yorulmanın dışında kafamızın da dolduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Ayrıca Semih'in gardrop söküp, yerine monte ettiğini görmekte ayrı bir şoktu! "Yapmıyorum diye bilmediğimi mi zannediyordun, yapan varken niye elimi süreyim ki?" demez mi?
Adamlar herşeyi salona bıraktı, biz kolileri açıp açıp yerleştirdik. Ablam sağolsun İdil'i odasında oyaladı, sonra İdil'i uyuttum, ablamda bize yardım edince 4 kadın ve ayak altında İdil olmadığı için saat 18.00'de herşey yerleşti.
Gelmeden evvel Deida'sı ile beraber sürekli ona artık Cevizli'ye taşınacağımızı, ordaki odasını anlattık. İdil'de yol boyunca durup durup "Cevizli'ye gidiyoruz" dedi.
İdil eve ilk ikimiz girdiğimizde evimizi hatırlamadı, tam 7 aydır annemdeydik.
"Annecim odanın nerde olduğunu hatırladın mı" dedim.
Omuzlarını silkip
"Hatırlamıyorum" dedi
"Gel sana odanı göstereyim" dedim.
İçeri girdiği anda 7 aydır görmediği prensesli bordürü, prensesli perdesi, yatağı, oyuncaklarını gördü ve yüzü bir anda ışıl ışıl oldu. İnanamadı,
"Anneeeeeee, prensesler var odamdaaaaaaaaa" diye sevinçten delirdi.
O gün bugün işten eve gider gitmez beni alıp odasına götürüyor, anneannede geliyor yanımıza, oyun oynuyoruz. Bize çay yapıyor, kitaplarını okutuyor.
"Çok mutluyummm" diyor.
Pazar günümüz ise sabah yürüyüş ardından hep birlikte kahvaltı, öğlene doğru klima takmaya gelen abilerin ardından temizlik, alışveriş akşama da hepsüslüydüm Zekoş'umuzun doğum günü dolayısıyla dayıcımlara ev görmeye gitmekle geçti.
Dayıcımlarda geçen hafta sonu yeni evlerine taşınmışlardı, yani Zekoş'umuz o yüzden uzun zamandır blogunu ihmal etmişti, haberi benden duyun merak etmeyin.
Onlar da yeni ve çokkk güzel, çokk süslü yeni evlerinde güle güle otursunlar inşallah!
Artık İdil'le hayat Dragos'tan bildirecek.

21 Nisan 2009 Salı

Tam gaz devam












Haftasonumuz yoğun geçti.
Cuma sevgili teyzemiz tatlı hayat'a kahvaltıya davetliydik.
Uyanır uyanmaz minibüse atlayıp ablama gittik. Ablacım, meleğim bize neler neler hazırlamış geleceğiz diye. Minik - ablamın muhabbet kuşu- baş köşedeydi, İdil koca Potuk'tan korkmaz ama Minik'ten korktu. Yedik, içtik, kaltık Maltepe Çarşısını gezdik. İdil'e çakma croc baktım, alacaktım ama ne mümkün! Satıcı çocuktan yardım istedim giydirmesi için, istemez olaydım. Ağladı, ağladı şişti. Tabii alamadık. Anneannenin odasına yatak-baza-yatakbaşı-yatak örtüsü aldık.
Cumartesimiz taşınma işimiz başlayacağı için Koçtaş-Migros-Çağrı Market arasında koşturmaca ile geçti.
Pazar ise her zamanki gibi İdil hanım kahvaltı hazırlamama yarım etti, o okolilere anneannenin kırılacaklarını yerleştirmekle uğraştık. Uğraştık derken ben ve Deida tabii
Dün işten aldığım kolileri elim kolum dolu halde minibüslerle eve taşıdım, gece İdil'i uyuttuktan sonra gene eşya paketledik.
Tabii kamyonu bulma, temizlik işini ayarlama işleride bendeniz hamalının üstünde..
23 Nisan'da 4 gün tatiliz ve 25 Nisan'da artık temelli bizim eve yerleşiyoruz.









15 Nisan 2009 Çarşamba

Benim Atatürk'üm















Sevgili Nilüfer 'de görünce hemen bende katılayım dedim. Herkesi Atatürk hakkından birkaç şey yazıyor ve şu an yaşananlara SANAL tepkimizi gösteriyor.


Ben öğretmen çocuğuyum, üstelik rahmetli babacım Köy Enstitüsü mezun, son derece Atatürkçü ve idealist bir öğretmendi. Aynı zamanda ablalarımdan biri -aslında yengecim ama ablam kadar severim- Atatürkçü bir öğretmen olunca biz herkes gibi bu konuda hassasız.


Ben tek bir resim seçmek istemedim Atatürk'le ilgili.

Sadece askeri dönemden bir tek resmi var beni kalben vuran, o da karların üstünde dinlenirken. Ne çilelerle, ne olumsuzluklarla Cumhuriyeti'mizi kurduğu, bugün eğer bu şartlarda yaşıyorsak, bu şartların nasıl zorluklarla yaratıldığını hepimize hatırlatan.

Ama benim Atatürk'üm, güleç, eğlenmeyi seven, çocukların bile elini sıkarak onlara insan muamelesi yapan (ananıda al git demeyen), kadına hak ettiği değeri veren, hayvanları seven, çok sevilen bir insan.
Mustafa filmini seyretmedim, o yüzden yapılan eleştiriler hakkında yorum yapamam ama evet Atatürk yalnızdı, yorgundu, nice savaşlar görmüştü ama gene de durmadan, dinlenmeden çalıştı ve bize bugünümüzü armağan etti.
O benim için bir mith değil, yaşayan, acı çeken, sevinen, gülen, eğlenen, üzülen, bildiğimiz gibi bir İNSANdı. Tek farkı CESUR oluşu, gözü kara oluşu, VATANINI ve MİLLETİNİ kendinden vazgeçecek kadar çok sevmesi, yeri doldurulamayacak bir LİDER oluşu. Bir sözüyle tabuları yıkması, olmazları oldurmasıydı.
Keşke, keşke biz bu emanete yeteri kadar koruyabilseydik...
Lüften bugün hepiniz onunla ilgili birşeyler karalayın, onun sizin için ne ifade ettiğini anlatın.





























13 Nisan 2009 Pazartesi

Buluşmalara devam















Doyamadık biz buluşmalara!
Çünkü her iki blog arkadaşım Figen ve Ebru aynı bloglarındaki gibi samimi, candan, güleryüzlü insanlar. Kızlarımız da yaşları çok yakın, hatta Rima ve İdil aynı gün, aynı hastanede doğduklarından çok çok çok iyi anlaştık, hatta kaynaştık, fokurdadık.

Cuma günü biricik Ebru'muz ve Rima'mız bize geldi, yedik içtik, kızlar deli gibi oynadılar, zıp zıp zıpladılar, Potuk'a tam BEŞ (5) poğaça yedirdiler, fil izlediler, hamurlarla oynadılar. Onları izlerken kendimizden geçtik.
Ebru'cum çok zarif hediyeler verdi bize.
Bana şahane bir kolye, İdil'e de Mickey ve arkadaşları piknikte tablosu ile Maisy ve Panda cd'si.
Arkadaşlar, Ebru'muzun çok maharetli elleri var ve linke tıklayıp yaptığı birbirinden güzel eserleri bir görün. Çocuğunuza, eşinize, dostunuza çok şık, gönül rahatlığı ile verebileceğiniz çok güzel bir hediye alternatifi, bence muhakkak deneyin, sonra bana dua edersiniz.
Ebru'cum kolyeye bayıldım ama İdil Mickey tablon kurusun diye balkonda durduğu için görmemişti, dün akşam odaya asmak için çıkardık, elinden düşürmedi, öptü öptü durdu. Yerine astık tabloyu diye 1 saat ağladı. Yattığı yerden "Maykii de bennen yatiyooo, deyzide bennen yatiyooo, pulutoda bennen uyuycaaak" dedi durdu. Çok sağol, ellerine sağlık canım.
Cumartesi ise Figen, Gülay ve İrem'cimle buluştuk. Kızlar bu sefer Zuzu Cafe'de sadece cee deyip oynadılar, bir sürü oyuncak olunca tabii hep ayrı ayrı takıldılar, oyuncakların tadına baktılar, bizde en nihayet uzun uzun sohbet ettik Figen'cim ve Gülay'la. Figen'cim bana çok şık bir kalpli çerezlik, İdil'e de çok güzel bir bez bebek , Gülay'da İdil'e çok güzel bir bluz getirmiş. Çok mahçup oldum. Bunların fotolarını çekemedim ama yarın söz eklemeye çalışacağım.
Annelerin ne çok ortak noktası var şaşırdık, çalışma hayatı, komşuluk ilişkileri, 4 ayaklı evlat sahibi olmak, kız annesi olmak derken 4 saat hiç durmadan konuştuk.
İyi ki sizleri tanıdım, çok memnunum arkadaşlarım.
Eyyy blog alemi iyi ki varsın, bak sayende ne güzel insanlarla tanıştık, dost olduk.
Kızların oyunlarının seyrine ise doyum yoktu.
Figen'cim iznini almadan senden 2 resim arakladım, buraya koyuyorum. Kusuruma bakma e mi?
Figen'cim ve Ebru'cum her ikinize de (Gülay'a da ayrıca gevezeliklerime tahammül ettiği için) teşekkür ediyorum huzurlarınızda. Umarım dostluğumuz uzuuuuuun yıllar devam eder.

9 Nisan 2009 Perşembe

Bu yazı tamamen babam için yazıldı- Abla, Zekoş siz okumayın!!

Babacım,
Bugün ne senin doğum günün, ne babalar günü, ne melek olduğun gün, ne seni dün gece rüyamda gördüm.
Neden bana sesleniyorsun dersen,
Dün işten eve dönerken minibüse yüzevler durağından uzun boylu, zayıf bir amca bindi.
Aynı senin gibi, nasılsın diye soranlara "çakı gibiyim" derdin ya, işte öyle çakı gibiydi.
Aynı senin gibi şık ve uyumlu giyinmeye dikkat etmişti, ayakkabıları boyalı, elbiseleri ütülü, pırıl pırıldı.
Aynı senin gibi bembeyaz fazla dökülmemiş saçları, aynı senin gibi ne fazla ince, ne fazla kalın bembeyaz bir bıyığı vardı.
Aynı senin gibi renkli gözleri vardı.
Arkadaşı olan yaşlı bir çiftle el sıkışıp minibüse koşar adım atladı, aynı senin gibi yaşlı olduğuna aldırmadan genç gibi hissederek..
Aynı senin gibi incecik bir alyansı taktığı uzun, ince parmaklı zarif elleri vardı.
Aynı senin gibi yanında oturan bayan ineceği durağa geldiğinde yan tarafa kaymak yerine ayağa kalıp o genç bayanın inmesi için yer açtı.
Saçlarının arkadan bir bölümü aynı senin gibi seyrelmişti.
Aynı senin gibi kolormatik (ışıkta koyulan, karanlıkta açılan) gözlük camları vardı.
Gözlerimden akan yaşlara mani olamadım.
Amca 2 sıra önümde oturuyordu, benim oturduğum en arka sıra bomboştu. Ağladım biraz çaktırmadan. Halbuki böğüre böğüre ağlayasım vardı...
Önce minibüsten inmeyi düşündüm, sonra seni o kadar özlemiştim ki, amcayı arkadan inene kadar izledim. Şansıma epey uzun süre inmedi....
Sen çok çok çok iyi bir babaydın, bende en küçük "tekne kazıntısı" olarak bir o kadar sana şımarırdım. Üniversiteye giderken bile arada gelir kucağına otururdum.
Bir lafın var, anne olduktan sonra hep anıyorum
"Ayı demişki yavrularım oldu olalı bir duru su içemedim"
Yaşarken seni hiçbirimiz çok üzmedik, klasik ders vs gibi problemler oldu ama sen hep kaya gibi dimdik bizim arkamızdaydın.
Yokluğun Mayıs 5'te 6 sene olacak ama inan hala "burnumuzun direği sızlıyor".
Gökçeada'da bile hep seni andık. Ada'yı nasıl sevdiğini, yüzerken Sakarya nehrinde yüzme öğrenmenin getirdiği bol bol hareket edip, dünya su sıçratıp, 2 karış yüzdüğünden, Kaleköy'de yemek yediğin ve garsonlarla ahbaplık ettiğin restoranın artık olmayışına, burdaki ilk tatilinden ne kadar memnun kaldığına, Fatma Hanım'ın pansiyonunda o bize kahvaltı hazırlayıp getirdiğine masada ayağa kalkmanı anlattık. Tek torunun ( o zaman için) Gencay'ı nasıl sırtında gezdirdiğini, ona "çinek çeni çeni" diyerek kahkahalar attırdıkça senin de o güzel gri mavi gözlerini nasıl parladığından bahsettik. Onu okula yazdırdığımızda, ablam evlendiğinde, abim üniversiteyi okumaya Ankara'ya gittiğinde, benim nişanımda ağladıklarından başka milli maçlarda, hatta Hababam Sınıfı filmlerinde (Münir Özkul'un canlandırdığı Mahmut Hoca'nın öğrencileri ile ilişkisi seninde 30 küsur yıllık öğretmenlik anılarını canlandırıyordu) bile ağlayacak kadar duygusal oluşunu saydık. Ayrıca ben bekarken şirketten bir adam ev yaptıracağı için ve o zamanında kendi adına para çektiği için artık çekemeyeceğinden benim onun adına para çektiğim zaman o adamla aramda ilişki olduğunu zannedip abimi apar topar eve çağırıp benim ağzımı aramasını isteyecek kadar senaryo yazabildiğinden dem vurduk. Ayrıca evlatlarına yük olmamak için ( o ne demekse, biz size hep yüktük ama siz hiç yük olmadınız) 70 yaşında bile eve temizlikçi getirmemek için abime telefon açıp "evladım, ben süpürürüm, annen siler, ne gerek var masraf edeceksiniz" demene güldük.
Seni tarifsiz özlüyorum, özlüyoruz hepimiz.
Nur içinde yat, mekanın cennet olsun

Bana Barbie alll







Akşam eve gidince pür neşe beni karşılayan İdoş'um, birlikte yemek yedikten
(aslında ben,
o masanın üstünde tombiliboo dansı yaparken,
masadan sandalyeye atlarken,
sandalyeden kucağıma gelmek için akrobasi yaparken,
kucağımdan yılan misali yere kayarken,
yerde masanın altına girmek için bir elimle sandalyeyi tutmamı emrettiğinden pek ne yediğimi anlamasamda, tabii o da bu kadar hakeretle ağzına 3 lokma fırında pişmiş müjver zorla tepildikten ) sonra TRT Çocuk'taki Bastiyan-Kelonat (Keloğlan)-Kıımızılar (kırmızılar ve dev) ve Gece Bahçesini seyrettik.
Bu arada İdil koca hamur poşetini taşıyıp annemin odasındaki kanapeye yaydı. Bana hamur yaptırdı, arada "ben yapcam" diye mızıldandı. Hemen elimdekini verdim, o yaptı, sonra o bana verdi, "balıkyap" dedi, "yıldız" istedi, ne dediyse yaptım.
Gece bahçesi bitince klasik olarak babayı da alıp altını değişmeye gittik. Baba maç seyrettiğinden kısa sürede kaçtı. Bende belim çok ağrıdığı için altını tuvalette yıkamadım, ıslak bezle sildim, zaten çiş yapmıştı sadece. Pijamayı giydi, "git anneanneni-babanı-deidanı öp gel annecim" dedim.
Kapının önünde durdu ve "kakam geldi" dedi.
Zannediyorsunuz ki hakikaten haber veriyor, hayır efendim!
1 haftadır tuvalete oturuyor "çişini-kakanı tuvalete yaparsam annem şunu alcak, deida bunu alcak" gevezelik ediyor. Yarım saat oturuyor, bende karşısında banyo paspasına oturuyorum. "Yaptın mı kızım?"
"Yaptım hıı hıı"
"Yapmamışsın ama annecim, eğer yapmayacaksan kalk tuvaletten"
"Yok yapcam"
"E, yap o zaman annecim"
Beklemekten sinire kesiyorum.
Dün gecede giydirmişim pijamayı, bir daha soy, tertemiz bezi sök, üşeniyorum. O illede tuvalete oturmak istiyor.
"Gel pijamanı çıkarmadan oturalım"
"Hayıııı, çıppak otuucam"
"Olmaz annecim, bak giyindik şimdi, üşürsün"
Can hıraş ağlama başlıyor, saniyesinde salona gidiyorum, o olduğu yerde çakılı ağlıyor.
Kapıdan sesleniyorum
"Gel aşkım, gel, hadi öp anneanneni"
"Vuaaaaaa"
"Hadi annecim, gel, neden ağlıyorsun?"
"VUAAAAAAAAA"
"Hadi kızım gel"
"VUAAAAAAAAAAAAAAAA"
Yanına gidiyorum, kucağıma alıyorum, salona gelip kapıdan herkese iyi geceler diyorum, o vuaa lamaya devam ediyor.
Yatağına yatırıyorum
"Deiiiiidaaaaaaaaa" diye böğürüyor.
"Annecim ağlamana gerek yok, kimse sana birşey söylemedi. Bak Deida'da uyuyor şimdi"
Bu sırada Deida kapıyı açıp çöpü bırakıyor
"Kim geedi annecim?"
"Kimse gelmedi kızım, Deida kapıyı açıp çöpü bıraktı"
"Kimse gelmedi mi annecim?"
"Gelmedi kızım"
"VUAAAAAAAAAA"
"Ağlama kızım"
Gene kucağıma alıyorum, başını göğsüme gömüyor, bacakları 2 yana açık,sinirli bir sesle
"Bana Barbie al"
"Çişini kakanı hep tuvalete yaparsan, artık bezi bırakırsak sana Barbie alabilirim annecim"
"Deidam büyük bebek alcaaak"
"Evet eğer hep çişini kakanı tuvalete yaparsan o da sana büyük bebek alacak"
"Dayıcım Ariyel-Baabisi alcaaaakk"
Sonra gene sinirli bir sesle kafasını gömüp
"Bana Baabi alll"
Artık burda bende kayış koptu ve bayağı bir güldüm.
O daha beter sinirlendi, sonra sanki bir peri sihirli değneğini değdirdi, birden sustu, küt diye kendini yatağa attı.
"Elimi tut annecim"
Tombik parmaklarını tuttum, masala başladım, yarım saat sonra uyuyakaldı.
Eyyy Barbie sen nelere kadirmişsin! Şu zilli bir tuvalet işini kapsın senden koleksiyon yapmayan namerttir ulenn.




7 Nisan 2009 Salı

Akıllı Blog ödülü



Sağolsun Zekoş'umuz bizi ödüllendirmiş.

Bizden de ödül sevdiklerimize gitsin bakalım o halde

Ablam tatlı hayat

Ebru'cum Prima Rima

Figen'cim Benim Kuzum

Pozitif enerjimiz Nunu'muz

Beken'im& Candaş'ım

Sevgili Nilüfer

Nazlı'ya mektuplar

Belkıs'cım Ece'm Mucizem

Doktorumuz Mevsimlerden Roma

Birde yeni bulduğum ama hep güzel şeyler öğrendiğim hastalardan öğrendiklerim

Müsadenizle gidip bir koşu haber vereyim hemannn.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Pembe güç- ÖNEMLİDİR

Bildiğiniz ya da bilmediğiniz gibi

Ben ailesinde meme kanseri olan
31 yaşında meme kanserine yakalana
Erken teşhis - ailede olduğu için 3 ayda bir yaptırdığım kontrollerden birinde- sayesinde hastalığı şimdilik atlatan
6 doz kemoterapi
21 doz radyoterapi
5 yıl Tamoxifen (ilaç) tedavileri gören
Tüp bebek yöntemi ile anne olmayı becerebilen
Rekonstrüktif meme cerrahi yöntemi ile yeniden meme yaptırmak isterken kullanılacak kasın içinde tekrar tümor bulunan (kanser değil Allah'tan), 3 haftada 2 ağır ameliyat daha geçirip ne meme sahibi olabilen, üstüne karnında acaip izler ve ağrılar oluşan 41 yaşına varmaya çalışan

Bir meme kanseri hastasıyım.

Şimdi birde derneğimiz var. Her ne kadar henüz daha kurulma aşamasında bile olsa, çok heyecanlanarak kurucu üyesi olduğum derneğimizin adı PEMBE GÜÇ
İşte bu tazecik dernek 2010 yılında 4. Asya Meme Kanseri Sempozyumu'na ev sahipliği yapmak için hazırlanıyor.

Benim başıma gelmez demeyin.
Başınızı kuma gömmeyin.
Eğer böyle bir şüpheniz varsa hemen doktora gidin, erken teşhis hayat kurtarır.
Şüpheniz olmasa bile 40 yaşından sonra her yıl 1 kez kontrol olun.
Bu yazıları okumakla ya da derneğin sayfasını ziyaret edip üye olmakla (tamamen ücretsiz) bu hastalık size bulaşmaz.
Bilinçli olmak sizin ömrünüzü uzatır.

Haydi ne duruyorsunuz?

Hangi konuda bir sorunuz olursa lütfen ama lütfen beni arayın, mesaj gönderin. Size elimden gelen her türlü yardımı vereceğimden emin olun.
mail adresim
aysencifci@hotmail.com
telefon
0542 326 93 35

Hepinize sağlıklı günler dilerim

Tatillll


















Fazla söze gerek yok, haftasonumuz muhteşemdi.
Teşekkürler dayıcım ve Zehra
Daha ayrıntılı resimler içim tık