30 Mart 2010 Salı

Çocuk sahibi olmak için 100 neden- benim nedenlerim


Puck yazmış ve yorumlarda demiş ya siz de anne olmak için 100 neden yazın diye, ben kendi nedenlerimi yazayım.

Bilen bilir ama bilmeyenlere veya ilk defa ziyarete gelenlere kısa özet geçeyim, gerçi benim özetler bile roman uzunluğunda ama idare edin artık.

Dolu dolu bekarlık yaşadım, 31 yaşında evlendim, 7 senedir tanıdığım, kanka olduğum, kız ayarladığım, benim tüm flörtlerimi bile biriyle hemde. İlk sene çocuk istemedik, sonra meme kanseri oldum, bir yığın tedaviler, ameliyatlar vs, 5 sene çocuk yapmak yasaktı. Yasak biter bitmez yaş 37, hemen koşa koşa tüp bebek yaptırdık, hamilelik oldu ama hemen peşinden düşük.

Yıkıldık, ağladım vs. 2 sene lafını anmadık, sonra bir anda akşam iş çıkışı yemek yediğimiz Pizza H.t'ta yan masadaki küçük kız çocuğuna kaş göz yapan dervişi-kocam olur- görünce balıklama 2.tüp bebeğe daldık. Bu arada hamilelik östrojen hormonunu arttırdığı için kansere tekrar yakalanma riskimi %25 arttırdığından doktorum kesinlikle onay vermedi. Hatta tüp bebek için başvurduğumuz doktor bile "benim yakınım olsaydınız size kesinlikle tedavi yaptırmazdım, bu riski almazdım" dedi ve bana tüm risklerin anlatılıp kendi rızamla kabul ettiğime dair yazılı onayımı alarak dosyasına koydu.

Tüp bebek tedavisi çok zor bir süreçtir. Karnınından 20'ye yakın iğneyi hergün aynı saatte kendinize yaparsınız, zırt pırt yumurtaları kontrol etmek için muayene olursunuz. Yumurtalar belli olgunluğa erişince çatlatma iğnesini bilmem kaç saat sonra yaptırmalısınız, bizimki gece 02.30'a denk geldi, yerler kar içinde, hastane eve yakındı, arabamız yoktu, gecenin o vakti, sokaklara düştük. Toplama için narkoz verilir, yumurtalar toplanır, labaratuar ortamında işlemler yapıldıktan sonra transfer için sizi uyutmadan işlemi yaparlar, 1 saat kıpırdamadan yatarsın, 15 gün beklersin, 3 ay normal hamilelikte salgılanan hormonu dışardan iğne şeklinde alırsın, ben 400 iğne yedim totomdan! Artık ilaçlar iğneye geri doluyordu, oturacak yer kalmamıştı totomda. Kızımı kucağıma aldığımda öyle ruhani şeyler yaşamadım. Sadece en nihayet ona kavuştuğum için mutluydum. Ailemizde 20 sene sonra doğan ilk bebek olduğu için herkes delirdi.

Çok şükür 3.5 yaşına doğru ilerleyen bir kızım var. Belki doktorların dediği oldu, belki olacağı vardı, bu sene tiroid kanserine yakalandım. Onu da yendim Allah'ın izni ve ailemin desteğiyle.

Yaşım artık 42, eh tiroidim de yok, yani bana 2.çocuk hayal. Ama olsaydı, kesinlikle 400 değil 4000 iğne yer, ikinciyi yapardım.

Manyaklık mı? Belki öyle. Ama benim bir ablam bir abim bir yengem bir eniştem var. Ne zaman dara düşsem yanımdalar. Dervişi saymıyorum, o olmasa zaten bu kadar dayanamazdım ama insanın kardeşi gibisi yoktur. Sesinden anlar ruh halini, ekmeğini bölüşür, varlığını adar, hastalanırsın yanındadır. Ne zaman "of" desem hemen yanımdadırlar. Her derdime koşarlar.

Kızım için tek üzüntüm kardeş sevgisini, sırtını birine koşulsuz dayamanın anlamını bilemeyecek. Eh, yaş ileri hepimizde, ahirete göçüp onu bu dünyada yanlız ve dayanaksız bırakmak en büyük korkum. Kaderde ne varsa göreceğiz, o yüzden ben elimden geleni yapıyorum, kendime dikkat ediyorum, gerisine Yüce Rabbim karar verecek.

Durun bu daha girişti. Şimdi çocuk sahibi olmak için nedenlerim daha doğrusu "iyi ki yapmışım" dediğim anlarım

1- İlk kokladığım an burnuma gelen kokusu. Ben cennet kokusu diyorum.

2- İlk gözünü açıp bana baktığı an

3- İlk kucağıma alıp susturabildiğim zaman

4- İlk oturması

5- İlk katı yemekleri yemesi

6- İlk emeklemesi, hemde geri geri

7- Yürüteçle Potuk'u kovalaması

8- İlk ateşlenmesi 40.2 derece

9- Uykusuz gecelerim akşam 22.00'ye kadar zırt pırt uyur, 22.00'den 06.00'ya kadar otururdu, tabii bende.06.30'da kalkıp işe giderdim!

10- Gecede 6-7 kez kalkması. Çok bilirim yanıbaşımdaki yatağın bana kutuplar kadar uzak gelmesi ve sandalyede uyuyakalmamı.

11- İlk söylediği kelime "anne"ydi. "nnee"

12- İlk kez abimlerin evinde attığı 3 adım

13- Adımları takip eden yürümesi

14- Kendi dilinde konuşması

15- Koşmaya başlaması

16- Telefonda benimle konuşmaya başlaması, ilk muhabetimiz "nne gee"

17- Akşam eve gelince koşup bacaklarıma sarılması

18- İlk oyuncaklarını aldığımdaki BENİM mutluluğum

19- Üç aylıktan başlayarak aldığım kitapları zaman zaman sevmesi

20- Tuvalet eğitiminde ilk çişi oturağa koyverene kadar ter içinde geçen 4-5 saati

21- İlk çiş klozete damlar damlamaz Barbie bebek almaya koşmamız

22- Dayısı, teyzesi, halası, Deida'sı kısacası onu tüm sevenlerin getirdiği Barbie bebekler nedeniyşe şu an elinde 16 Barbie'si olması ve benim onları giydirip çıkartırken saatler geçirebilmem!

23- Cümle kurması

24- Ukalalık yapması (Sessiz olun, aslanla ne konuştuğumu duyamıyorum!)

25- Deli gibi Disney Prensesleri sevmesi

26- Odasını stickerla doldurması

27- Kıyafetlerini kendisinin seçmesi

28- "Bende seni çok seviyorum" demesi

29- "Yarın işe gitmene izin veremem, lütlen evde kal" diye yalvarması

30- İkna etmek için "senle kahvaltı hazırlarız" diye rüşvet teklif etmesi

31- Her akşam eve gelir gelmez oyun oynamak istemesi

32- Birlikte internetten Barbie sitesine girip defile izlemek, kıyafetleri beğenmek, "sende beğendin mi" diye bana sorması

33- Tepkilerinde beni taklit etmesi " Bu ne be! Allah allah! İdil çok haklı!" demesi

34- Potuk'u benim kadar sevmese de beni memnun etmek için "cici oğlum, akıllı oğlum" deyip göstermelikte olsa okşaması

35- Kızlar babaya düşkün olur tezini çürütürcesine tuvalette bile beni bırakmaması

36- Artık banyoda kendi minicik elleriyle gözlerini kapatması, çok değil 3 yıl önce onu kaydırak gibi bir aparata koyup bebek küvetinde yıkadığım gözümün önüne geliyor

37- Ablamların-abimlerin veya halasının arkasından "güle güle, gene gelin, selam söyleyin" diye uğurlaması

38- Yengeme "bir daha gelişinde hediyemi unutma, ama ayı mayı istemem, sarışın bebek isterim" demesi ve yengemin ona gene Barbie alışı

39- Ablamın 15 gün sabah 07.00'de bize gelip akşam 18.30'a kadar kızıma bakması

40- Zorla birini öpmemesi, tavrını koyması

41- Sevmediği birinin yanına gitmemesi

42- 3 çeşit yemek dışında ağzına başka bir şey sürmemesi

43- Parkta salıncak dışında hiçbir şeye binmemesi

44- Kumdan hoşlanmaması

45- Denizi sevmemesi ama kucağımda saatlerce denizde durması

46- Anneannesinin elinden tutup gezdirmesi

47- Anneannesi öksürünce "helal" deyip su getirmesi

48- Hayvanları sevmesi, korkmaması

49- Çiçekleri ve ağaçları sevmesi

50- Scooter'le hemen kaymayı başarabilmesi

51- Bisiklete binip pedalı çevirmeyi başarabilmesi

52- Barbie filminin repliği olarak birşeye izin vermediğimde "hayatımı mahvettiniz" demesi

53- Gezmeyi benim gibi sevmesi

54- Yeni bir şey ya da birini gördüğünde arkama saklanması ve "kızıma bakmayın de" demesi

55- İnatlaşması ama ardından kandırılması

56- Yalan yere ağlarken dikkatini dağıtmak için birşey söylediğimde anında susup "nee" diye soru sorması

57- TV'de her gördüğü oyuncağı "bana alsana, benim bundan yok" demesi, cevap olarak "zaten herşeyin bizde olması mümkün değil" dediğimde ekrandan eliyle alma hareketi yapıp "aldım ben onu" demesi

58- Günde 5 kez kıyafet değiştirmesi

59- Boyama kitaplarından sadece hacı yeşili boyayı kullanması

60- Yanında kitap okursam elimden alması ve "ver ben okuyayım" demesi, okuyamaması, uydurması, "sen oku" diye kitabı bana vermesi, okuduğumu beğenmeyip "hayırrr ööle diil" diye itiraz etmesi

61- Gece yanımızda yattığında yatağı yatay olarak kullanıp fil kıvamlı anasını yatağın mini minnacık köşesine sıkıştırmayı başarması

62- Gece yatarken diş fırçalama esnasında heryeri su içinde bırakması ama dişini fırçalamayı atlaması

63- Telefonlara cevap vermesi ve kim arıyorsa "aa, bende seninle konuşmak istiyordum" demesi

64- Poz vermekten tek anladığının gözünü kısıp dişlerini göstererek sırıtması oluşu

65- Hiç bilmediği birşeyi bile "ennnn sevdiğim şey" diyerek istemesi, bknz Bratz'ler

66- Uyurken yanaklarında oluşan o şahane pembelik

67- Ne kadar beni daraltırsa o kadar çok şebeklik yapması ve "özüü dilerim" demesi

68- Özürden sonra 5 dk geçmeden başka bir mikropluk yapması

69- Üstüne tüplü 78 ekran tv'yi düşürmeyi başarması ama çok şükür yaralanmaması ertesi gün koca buzdolabını çekerek düşürmeye çalışması ve halen akıllanmaması

70- 3 kişi yanında hatta tam dibinde dururken bale yapıyorum diyerek gidip sehpaya burnunu gömdüğü gece

71- İzlediği filmlerdeki gibi buz pateni yapmaya çalışması

72- Totosunda kurt olduğu için sürekli kımıl zararlısı gibi hareket halinde olması

73- Canı isterse bana sımsıkı sarılması

74- Kulaklarının radar gibi olup ondan gizli hiç birşey konuşamamız

75- Ayıcıksız uyuyamaması, uykuya dalarken sürekli ayıcıkları ellemesi, pış pışlanaması

76- Tam bir Pamuk Prenses ve 7 cüceler manyağı olması

77- Yattığında mütemadiyen konuşması ve uykudan uyanırsa saniyesinde konuşmaya kaldığı yerden başlayabilmesi

78- Yürüyüşten nefret etmesi, en sevdiği laf "kucaana" olması

79- Potuk'un mamasını doldurma görevini hiç ihmal etmemesi

80- Dışarda fazla ağlak olmaması

81- Sehpanın üstünde, koltuğun tepesinde oturması, sandalyelerde akrobasi yapması

82- Kucağımda film seyretmesi

83- Birlikte legolarla kale yapmak, uçak yapmak

84- Sayesinde çizgi filmleri milyon kez seyretmek ve diyalogları ezberlemek

85- Tüm Barbie oyuncaklarını takip etmek, misal en son çıkan Deniz Kızı Merliah.

86 - Yine sayesinde internette en çok gezdiğim sitelerin "oyuncak-kitap-çocuk" siteleri olması

87- Internet anneliğini öğretmesi- bunu neden yaptı, başka yaşıtı çocuklar ne yapıyor-benim nasıl yaklaşmam gerekli-ne öğretmem gerekli gibi konulara kafa patlatmamı sağlaması-

88- Deli gibi sevmenin ne demek olduğunu öğretmesi

89- Sabır taşı olmayı öğretmek
90- Bir gülüşü ile dünyamı aydınlatması

91- Bir gözyaşı ile dünyayı yıkmama sebep olabilecek tek yaratık olması

92- 30 sene içtiğim sigarayı bana bıraktırması hemde tek söz bile söylemeden

93- Sokaklarsa bağıra bağıra şarkı söylememe neden olması ve hiç utanmamam

94- Fil halimi umursamadan birlikte koşmak- saklambaç oynamak

95- Söylediği her sözcükle benim için dünyada eşi benzeri olmayan bir varlık büyüttüğümü
düşündürmesi
96- Uyurken yanağına gölgesi düşen kirpiğine bile hayran olduğum


97- Sürekli söylediği "İdil naapiyo?" sorusuna verdiğim her cevaba "neden" diye yeniden soruyla karşılık vermesi.

98- Yeni moda hayali arkadaşı aslan'la ilgili anlattıkları

99- Kucağıma oturmak için Potuk'la kavga etmesi, onun üstüne çıkması ama birisi Potuk'a kızdığında mesela annem "anneanne Potuk'a bağırma, o annemin oğlu" diyerek savunması
100- Geriye yazılacak milyon madde varken kendimi durdurmak zorunda kaldığım son madde herşeyiyle "benim kızım" olduğu için, nefes alışına şükretmek.

Deli deli kulakları küpeli




Eğleniyoruz işte:)D
Deli deli kulakları küpeli olan kim sizce? Tabii ki anne olan!
Puck'cım bazen çocuk sahibi olmak güzel:)))
Şaka bir yana HARİKA BİR YAZI OLMUŞ.
Ebru'mun yazdıkları da şu über süper anneli blog dünyasında bulunmaz bir kavram olan dürüst annelere ithaf olunur.



26 Mart 2010 Cuma

Tıklayalım, katkıda bulunalım


Haberdar olmamızı sağlayan



Nunu'muz ve bilmediğim diğer arkadaşlara teşekkürler.


Destek için sizde yayınlarmısınız lütfen?

25 Mart 2010 Perşembe

Kitaplarrr ve erkekklerrr

Ne alaka mı?



Ben zaten ne yazsam başlarım birşekil , bitiririm kel alaka..Bu yazıda öyle.

Kitap sever bir ailem var, çok büyük özlemle andığımız babacım vaktinde ne yaptı etti ise bize bu sevgiyi aşıladı. Zorla değil, isteyerek, sevdirerek. Ansiklopediler vardı bizim evde, açar açar karıştırır, hayallere dalardık. Bize oyuncak değil- ki bizim zamanımızda zaten çok çeşit yoktu, bir öğretmen maaşıyla 3 çocuk okutabilen ailemiz için bu tarz harcamalar mümkün değildi- kitap getirirdi. İnşallah benim kızımda okumayı sever. 3 aylıktan itibaren kitap alsamda, en çok harcamayı ona kitap için yapsamda şu an pek fazla düşkün değil ama zaman ne gösterir bilinmez.


Son 3 yıldır, yani anne olduktan sonra sadece işe gidip gelirken serviste, bazen İdil'in keyfi yerindeyse o odasında oynarken onun yanında oturup kitap okuyabiliyorum.

Genelde bir yazar bellerim ve o yazar ne yazsa yutar gibi okurum. Onun dışında arkadaşlarımın-ablamın-yengemin kitap tavsiyelerini dikkate alırım. Genelde kitapları biraz içini karıştırıp alsamda bazen hata yaptığım da olur.

Bu güne kadar sadece Alev Alatlı'nın "Schrödinger'in kedisi" kitabını yarı bıraktım. Kendisinden burada özür dilerim. Konuşmalarını çok beğenerek dinlesemde bu kitabı beni aştı.

Bunun dışında Orhan Pamuk'u çok severim. Yazdıklarını severim, dile getirdiği fikirlerine, kişiliğine karışamam, o kendi yaşamıdır, kendi söylemidir. Benim için o'nun kitapları mühim.

Cevdet Bey ve Oğulları ile başlayan beğenimi sadece Kar ile biraz sarsmıştı ama Masumiyet Müzesi'ni zorrrrla okuduğumu itiraf etmeliyim. İlk yarısı güzeldi de ikinci bölüm daralttı beni..

Son günlerde 6-7 kitabı peşpeşe okudum ve bazı blog arkadaşlarımın okumayı benim gibi sevdiğini bildiğimden benim en son okuduklarımı yazayım dedim. Belki siz de son zamanlarda okuyup beğendiğiniz kitapları bana söylersiniz hı?


Sevmediklerim

Kurt Seyt ve Murka - Göçmenlikten kırılan - 4 tarafımızda başka yerden göçmen olduğundan -beni , vatan hasreti-Bolşevik ihtilali-yeni vatanda tutunma çabası-aile kurma çabası anlatan bu kitap sarsmadı. Ama okunması da gerekliydi bence. Biz yaşımız yetmediğinden dedelerimizden, nenelerimizden o acılı zamanları dinleyemedik. Kimbilir ne hikayeleri vardı. Bu bakımdan Nermin Bezmen hakikaten harika araştırmış, yazmış, belgelemiş, fotoğraflamış ama beni çekmedi. Belki Kurt Seyt'in sevilmesi zor kişiliği, Murka'nın tipik Türk kadını kıskançlıkları buna neden olmuştur. Bilemiyorum.

Başörtüsü altında aşk - Adından ne anlaşılır bilmiyorum ama ben genelde tüm İngiltere doğumlu yabancı -Hintli, İranlı, Arap vs- yazarı çok beğenerek okurum. Bu yazarda bu özelliklere sahipti, tutucu giyim tarzı hicap'ı benimsemiş ama yetiştiği Batı Kültürü'nün etkisiyle aşkı, aşkın getireceği kutsal aydınlanmanın onu dinine daha da ulvi yollardan bağlayacağına inanmış.

Bize çok yabancı olmayan islamiyet kuralları, çöpçatanlık kurumu, evlilik anlayışındaki değişiklik, Batı'nın islama ve müslümana bakışı konuları gibi çok güzel konuları bu kadar kuru kuru anlatan biri daha olamazdı! Misal dinini anlatmak istiyorsan onu anlat, araya Batı'da yetiştim, şurda çalıştım,çöpçatanlık şudur sokma! Ya da çöpçatanlık mı anlatıyorsun, esprili dilini kullan konudan sapma, tam çöpçatanlık ve orda buldukları talibi anlatırken, hop mevzu sabah namazı neden en erken saate kılınmalıdır ona geliyor. Yani ulvi mi kitap yazacaksın, onu yaz, ya da esprili günümüz müslüman kadınlarının eş seçmede zorluklarını yaz, dini kuralları açıklamayı bırak. Ya da ben müslüman olup dini kuralların çoğunu bildiğimden bu bölümler sıkıcı ve gereksiz geldi bana. Tek güzel ve gerçekçi nokta ilk eş arayışına başlayan kahramanın 4-4'lük talip ararken en son 2-4'lüğe bile razı gelmesiydi.

Kül Mevsimi - Pulitzer kazanmış, kazanmasa olurmuş. Bir kadın kahraman var, her eleştirmen övmüş, kitabı sürüklüyor diye, ama zaten tüm karekterler absürd. O kahraman olmasa da kitap yeterince manasız. Klasik Batı yanlızlığı, aile bağlarının olmaması sorunu vs.


Sevdiklerim

Ruh ve Yürek Maeve Binchy ne yazsa okuyorum. Su gibi okunuyor, insanları tahlil edişi, olayları birbirine bağlayışı, zor durumda, çıkmazda olanları cesaretlendirecek şekilde onları düze çıkarması, bunu yaparken herşeyi çok basit ve düz göstermesi ile benim en sevdiğim yazarlardan. Tamam kalabalık yazıyor olabilir, herkes herkesle bağlantılı olabilir ama okutuyor işte! Bonus olarakta okurken İrlanda ve irlanda'lılar hakkında bilgi sahibi oluyorsun.

Tahran'ın Damları İşte beni yanıltmayan İranlı bir yazar! Devrim öncesi yaz 4 gencin hayatının kaygısızca giderken olayların bir anda değişmesi. Ki hiç devrime girmedi bile yazar. İran'lıları anlatırken ki dürüstlüğü, Pers'lerin kültürü, İran'ın gelenekleri bir anda önünüze seriliyor. Damda o çocuklarla gençliğinizi yaşıyorsunuz, roman sizi içine alıp gidiyor.

Genelde Çok Satanları sevmeyen ben bazen yanılıyorum.

Misal Vampir serisi - Meşhur Alacakaranlık dörtlemesi.

Sevdim, yazı dili olarak çok şeyler beklemeyin ama esas oğlandaki romantizm beni teeee nerelere götürdü. Son kitabı hepsinden güzel. Filmini de beğendim hatta derviş alay etti "50 yaşına geldin teenage işi şeylerin nesini beğeniyorsun" diye ama olsun. Güzel vakit geçirdim, hoşlandım. Gerisi tırı-vırı.

Ayrıca Dan Brown- Hepsini okudum. Ama favorim Da Vinci'nin Şifresi. Sanat tarihi hakkında azıcıkta olsa bilgilendim ya, o da yeter. En son Kayıp Sembol'ü okudum. Bence güzeldi, gene kitabı bir solukta okudum, bazı şeyler öğrendim, derviş "masonlar para verip yazdırmış gibi" dese de gene de bir bilgi bile aklımda kalsa kar sayarım.

Şu an bunu okuyorum. Bitince söylerim. İlk Japon yazarım. Bakalım..

Bunun dışında gözünüz kapalı okuyun diyebileceğim isim

Amin Maalouf, her kitabı mükemmel. Paulo Coello'nun bazı ruhani kitaplarını çok beğenmiştim. Onu da okursanız size bir lokma ışık verir.


Errrkekkler kısmına gelince, tamamen konuyla alakasız ama aklımdan uçup gitmeden yazayım, ilerde hatırlarım.

Efendim şu zavallı insan, sabahları 05.50'de kalkıyor. Derviş Potuk'u tuvalete çıkarır, gelir, Potuk yatağa zıplar, ben uyanırım. Derviş gider, ben suratımı temizler, giyinir, gider tv seyrederim. Servis gelene kadar 30-40 dakikam kalıyor, başkası olsa 5 dakika olsa uyur, kar sayar, bana uyku boş gelir. Neyse, o sürede genelde Jay Leno'nun şovunun tekrarı oluyor, ona bakıyorum.

Magazin kanımıza işlemiş, meşhurları merak ediyoruz. Bu programda o kadar kendileri gibi oluyorlar ki. Hiç ummadığım birinden etkilenip, çok sevdiğim birine gıcık kapabiliyorum.

Misal Richard Gere'ye bayılırım, fizik olarak müthiş çekici gelir hele ki yaşlandıkça daha bir tadından yenmez kıvamına geldi, Pretty Women milyon kez oynasa milyon kez seyrederim ama amca müthiş sıkıcıdır! İki kelam edene kadar sen uyuyakalırsın.

Geçenlerde Mel Gibson çıkmıştı. Adam ayaklı, yürüyen bir bomba. Kımıl zararlısı. Bir saniye oturamıyor, sürekli bir yerleri oynuyor. Daralttı beni. Sigarayı bırakmış, "ilk gün elimde balta ile gezecektim nerdeyse" diyecek kadar agresif. Eski karısı ucuz kurtulmuş:)D

Sonra Ewan McGregor.Ben ki İskoç severim, daha bir sevdim! Nasıl tatlı, nasıl sevimli biri anlatamam. Motoruyla dünya turuna çıkmıştı National'da oynadıydı bir ara. Okul yıllarında bulaşıkçılık yaptığını, birgün arkadaşlarıyla evlere taş atma oyunu oynarken yaşlı bir kadının mutfak camını indirdiğini, sonra ya kadın kalpten öldüyse diye bütün gece uyuyamadığını, maaşını aldığında kadının kapısının altından özür dileyen imzasız notuyla birlikte zarf içine tüm maaşını koyup attığını anlattı. Bu bile bence onu dinleyenlerin buna benzer şeyler yapmadan önce bir kez durup düşünmelerini sağlamıştır.

Benim bugüne dek yakışıklı olsa da pek kayda değer bulmadığım Hugh Jackman çıktı geçen hafta. Yok kardeşim o ne karizma! Adam yıkılıyor! Işınlanıp oraya gidesim ve ayağının dibine yatasım geldi!

Mütevazi, esprili, harika dans ediyor, şarkı söylüyor, 2 çocuk evlat edinmiş, gözlerinin içi parlayarak onları anlatıyor, Çin'de amatör film çekmiş, Çinlileri anlatıyor, kendiyle alay ediyor. HARİKA. Diğer konuk Altın Kızlardan Rose'du, ona ne iltifatlar, ne şakalar yaptı. Amcaya helal üstü sonsuz helal.

Bu sabahta şu günlerin meşhuru Gerard Butler vardı. Olmuş adam, daha ne olsun. Çok tatlı, İskoç ya! O da ayrı esprili bir tipti. İkinci konuk Sophia Varga diye bir latin hatundu. Vaktinde bu adam bu kadar meşhur değilken ona üstünde para olmadığından restoranın valesine versin diye 60 dolar borç vermiş ve hala geri alamamış. Bunu anlatırken amca "İskoçların ününü korumam lazım, o yüzden vermedim" diyecek kadar anında espri patlatabilen, kulakları kepçeymiş diye kendiyle dalga geçen çok karizmatik bir amca.


Ya, bu resimlerde siz blog dostlarının gününü aydınlatsın. Bu kıyağımı da unutmayın! Ama akşama eve gidip gene eski bir sap maydanozu görünce küfr etmek yok, söz verin!


23 Mart 2010 Salı

DİLEK: ANAYASA MI BABAYASA MI?

DİLEK: ANAYASA MI BABAYASA MI?

Muhakkak okuyun ve yayınlayın LÜTFEN!

Lütfen okuyun, sizde bloglarınızda yayınlayın.

Sevgili Aysema öğretmenim ve değerli yorumcular o kadar güzel yazmışlar ki, bazı konular oldu bittiye gelmeden EN AZINDAN bilgi sahibi olalım. Körü körüne muhalif ya da yandaş olmayalım. Bilinçli olalım ki ATATÜRK'ün çocukları olarak ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNE SAHİP ÇIKALIM!

11 Mart 2010 Perşembe

Neler oldu neler?


Uzun süredir yoktum, kimse farkına varmadı:)
Demek ki suya yazıyormuşum:)D - Allı'm hariç, o sordu hatırıma ama benim feysbuk'um aktif değil o yüzden yazamadım ona da. Burdan öpüyorum onu. Hayırlı arkadaşım benim:)
Bu sürede neler oldu?
1- Sevgililer günü şeysi
2- Derviş doğum günü
3- Deida gitti
4- Yeni abla geldi
5- Benim melek ablam bizde hafta içi 07.00-18.30 mesaiye başladı- ücretsiz
6- Depresyon tedavisi
7- Yıllık rutin kontrol - Devlet Hastanesinde

Benim aslında 6 ay yazamam lazımdı ama çabuk atlatmışım demek ki, ilaçlar yaramış:)

Bu tiroid ne menem bir hormonsa beni uzun süredir karanlıklara gömdü. Önce atlatırım sandım, baktım olmadı. Hatta giderek kötüye gitmeye başladım. Hemen eniştemin arkadaşı aile doktorum tontona gittim. Hafif bir ilaca başlattı. Eğer böyle bir durumunuz varsa HEMEN DOKTORA GİDİN, çünkü depresyon kemikleşirse tedavisi yıllar sürüyor. İnsanlar herşey kafada bitiyor zannetmesin, kafada biten şeylerde var ama bu ilaçlar insanın kendisini kötü hissetmesine izin vermiyor. Tam şöyle içli birşeyler düşünüp kendime acıyayım diyorsun ama o kadar işi uzatmana engel oluyor ilaçlarla beynin, "amannn, boşver" diyorsun. İyi ki gitmişim.

Sonra devlette sürünesim geldi. 10 yıldır kanser hastasıyım. Önceleri her ay, sonra 3 ayda bir, sonra 6 ayda bir, 5 seneden sonra da senede bir kontrole gidiyorum. Tahliller korkunç pahalı, şimdiye kadar döktüğüm paralarla rahatlıkla bir evin peşinatını öderdim. İçime sinmiyor, 22 yıldır çalışıyorum, her ay maaşımdan kuzu kuzu SSK kesilirken beş kuruşluk kullanmıyorum. Şimdi çalışırken özele gidiyordum ama emekli olunca el mahkum SGK'ya gideceğimden şimdiden başlayayım maceraya dedim. Canım meleğim ablamla düştük Kartal Eğitim-Araştırma Hastanesine.

İlk olarak gidip randevu almamız gerektiğini söylediler, onkoloji yani kanser hastalarına internetten veya telefonla randevu verilmiyor. Maksat zulüm olsun.
Neyse, gittik, minik bir not kağıdına tarih ve saat 08.00 yazıp bizi gönderdiler. Sabah 07.30'da gittik ablamla, randevu olarak herkese aynı saat verilmiş. Dışarıya bir A4 kağıt asılmış-kalem bile yok- sen sırayla ismini yazıyorsun. Neyse yazdık 22 ben ,23 ablam.
Saat 08.00'de randevuları veren bayan görevliler geldi, ille o minik kağıdı istiyorlar. Ben bulamadım, kızdı hanımefendi.
"Bu sizin için gerekli, ya ben randevunuz yok desem? Nasıl isbat edeceksiniz randevunuzu?" dedi
Ablam tedbirli kadın, kağıdı yanında, ona randevu verirken benim de adımı görüyor ama bu lafları söylediği için özür mözür dilemiyor.
Neyse, koskoca onkoloji bölümünde sadece 9 sandalye var! Hasta insanlar ayakta bekliyor. Bu insanlar kanser hastaları üstelik!
A4 kağıda yazılı sıraya başlamadan ilaç yazdıracakları alıyor doktorlar. Haklılar, insanları bekletmenin alemi yok. Onlar bitince sırayla içeri çağıracaklar. Orda bekleyen hastalar "İsim listesini asın, bizde kimin arkasındaysak işimizi halledip gelelim, burda boşuna beklemeyelim" diyor ama hemşire hanım "isimle çağırıyoruz, bekleyin" diyor.
İlk kez geldiğimiz için ablamda bende koca birer dosyayla doktorun yanına giriyoruz. Baştan hikayemizi anlatıyoruz, oraya gelmemize çok canı sıkılmışa benzeyen doktor "kemoterapilerde ne ilaç aldınız?" diye soruyor. 10 yıl olmuş, dahası eczacı değiliz ki bilelim. Allah'tan özelde yapılan tüm tedavilerin fotokopisini almıştık. Sonunda bizim elimize bir yığın tahlil isteği ve evrak tutuşturup gönderdiler. Aç gelmişken tahlilleri yaptıralım dedik, yan binaya girdik, orası da onkolojiye bağlı. Tam 1.5 saat kan vermek için kuyrukta bekledik, oturacak yer YOK!
Sonra istedikleri diğer tetkikler için önce bir binaya girip randevu aldık, sonra başka binaya girip randevu alabilmek için sıra numarası aldık!
Biz kan tahlili verirken orda olan bir bayan bizim için burdan numara almasına rağmen önümüzde 60 kişi vardı. Tabii öğle yemeğine kaldık. En nihayet MR-BT randevularını alabildiğimizde saat 13.30 olmuştu. Yani 6 saatte sadece muayene ve kan verdik.
Verdikleri ilk tüm vücut kemik sintigrafisine randevusuna sağolsun Derviş beni götürdü, özelde 1.5 saatte çekilen tahlil burda 20 dakikada çekiliyor. Aç karnına damar yoluyla radyoaktif ilaç veriliyor. 2 saat boyunca 1,5 lt su içip bekliyorsun ve sonra tarama yapılıyor. Gene 07.30'da geldiğimiz hastaneden 12.00'ye doğru çıkabiliyoruz. Ertesi gün MR randevuları+BT var . Yine Derviş getiriyor beni, yine insanlar birbirini yiyor, dün çıkması gereken tahliller bilgisayar arızası nedeniyle çıkmamış.
BT'de içinde ilaç veriyorlar damardan, hemen bitiyor ama MR'a giren çıkmıyor. MR içinde gene aynı damardan ilaç veriliyor ve 40 dakika mezar gibi o daracık makinada duruyorum. Gene sabah 07.30'da geldiğimiz hastaneden 12.30'a doğru çıkabiliyoruz.
Sonuçları vereceklerini söyledikleri günden 3 gün sonraya kontrol randevusu alıyorum. 5. kez gidip kontol olduğumda sonuçlar temiz çıkıyor, çok şükür. Depresyon ilaçları ya da düzene giren tiroid hormonum sağolsun, bu kez MR'da kalabiliyorum ağlamadan.

Diğer önemli haber Deida gitti. Doğduğu günden beri ona bakan, benden çok bakan kişi gidince İdil'in hali nice olur diye aylardır kafa patlatıyordum. Umduğum kadar kötü olmadı, o gitmeden 1 hafta önce memleketinden tanıdığı fazla türkçe bilmeyen ve sessiz bir bayan geldi. Bir hafta yeni ablayla yaşadık beraber. Deida da evdeyken yeni abla favorisiydi.
"Nestani gel odama gidelim, Deida sen bakkala git, ben Nestani ile evde kalacağım" diyen tip, Deida gittiğinden beri tuvalete bile Nestani'nin götürmesine izin vermiyor, kıyafetlerini giydirmesine yardım ettirmiyor, elinden yemek yemiyor.
Tabii bu durumda Melek Ablam imdadıma yetişti. İlk bir hafta ben izin aldım, 24 saat birlikteydik, sonraki 2 haftadır da her sabah eniştem melek ablamı saat 07.00'de bize getiriyor, meleğimiz İdil'i yediriyor, uyutuyor,oynuyor,gezdiriyor, akşam ben işten 18.30'da geldiğimde de evine gidiyor. Ablacım sensiz ne yapardım ben? Her zaman elim,ayağım, başım, cüzdanım, aklım oluyorsun. Hakkını helal et!
İdil hala Deida'yı soruyor, her gün soruyor. Ona "Çok öksürdüğü için hastaneye götürdü baban. Doktor ona hastaneye yatıp tedavi olman lazım demiş. Babanı bile içeri almamışlar. Sigara içmesine izin vermiyorlarmış. O yüzden çabuk iyileşip gelecek" diyoruz. Hep aynı soruyu soruyor ve hep aynı cevabı veriyoruz. Allah nasip ederse 5 gün sonra gelecek Deida ama yine 3 ayda 1 bir hafta gidecek.
Bu arada hanımdudu bizim yatakta ortada yatıyor, babasını ve beni tekmeleyerek kendisi yatay pozisyonda yatağı kullanıyor. Potuk onun ayak ucunda uyuyor.
Sevgililer günü şeysinde Derviş bana süpriz yapıp dokunmatik cep telefonu almış. Çok mütehassis oldum. Ben hediye almamıştım ama "Avrat senin varlığın bana hediye" diye beni onore etti yawrum.
Doğum günü ise hafta içine denk geldiğinden, biz İdil'le gidip ona hediye olarak kaban ve sweatshirt aldık. Sonra pastasını da aldık ve akşam işten geldiğinde aile içi kutladık. Haftasonu ise ablamlar,abimler ve sonra halamız geldi ve daha geniş katılımlı olarak ikinci kez kutladık. Kolay değil adam 45.yaşına girdi!
Nice seneler Derviş'im. Şöyle böyle diyoruz ama seni SEVİYORUZ bea!