25 Mart 2010 Perşembe

Kitaplarrr ve erkekklerrr

Ne alaka mı?



Ben zaten ne yazsam başlarım birşekil , bitiririm kel alaka..Bu yazıda öyle.

Kitap sever bir ailem var, çok büyük özlemle andığımız babacım vaktinde ne yaptı etti ise bize bu sevgiyi aşıladı. Zorla değil, isteyerek, sevdirerek. Ansiklopediler vardı bizim evde, açar açar karıştırır, hayallere dalardık. Bize oyuncak değil- ki bizim zamanımızda zaten çok çeşit yoktu, bir öğretmen maaşıyla 3 çocuk okutabilen ailemiz için bu tarz harcamalar mümkün değildi- kitap getirirdi. İnşallah benim kızımda okumayı sever. 3 aylıktan itibaren kitap alsamda, en çok harcamayı ona kitap için yapsamda şu an pek fazla düşkün değil ama zaman ne gösterir bilinmez.


Son 3 yıldır, yani anne olduktan sonra sadece işe gidip gelirken serviste, bazen İdil'in keyfi yerindeyse o odasında oynarken onun yanında oturup kitap okuyabiliyorum.

Genelde bir yazar bellerim ve o yazar ne yazsa yutar gibi okurum. Onun dışında arkadaşlarımın-ablamın-yengemin kitap tavsiyelerini dikkate alırım. Genelde kitapları biraz içini karıştırıp alsamda bazen hata yaptığım da olur.

Bu güne kadar sadece Alev Alatlı'nın "Schrödinger'in kedisi" kitabını yarı bıraktım. Kendisinden burada özür dilerim. Konuşmalarını çok beğenerek dinlesemde bu kitabı beni aştı.

Bunun dışında Orhan Pamuk'u çok severim. Yazdıklarını severim, dile getirdiği fikirlerine, kişiliğine karışamam, o kendi yaşamıdır, kendi söylemidir. Benim için o'nun kitapları mühim.

Cevdet Bey ve Oğulları ile başlayan beğenimi sadece Kar ile biraz sarsmıştı ama Masumiyet Müzesi'ni zorrrrla okuduğumu itiraf etmeliyim. İlk yarısı güzeldi de ikinci bölüm daralttı beni..

Son günlerde 6-7 kitabı peşpeşe okudum ve bazı blog arkadaşlarımın okumayı benim gibi sevdiğini bildiğimden benim en son okuduklarımı yazayım dedim. Belki siz de son zamanlarda okuyup beğendiğiniz kitapları bana söylersiniz hı?


Sevmediklerim

Kurt Seyt ve Murka - Göçmenlikten kırılan - 4 tarafımızda başka yerden göçmen olduğundan -beni , vatan hasreti-Bolşevik ihtilali-yeni vatanda tutunma çabası-aile kurma çabası anlatan bu kitap sarsmadı. Ama okunması da gerekliydi bence. Biz yaşımız yetmediğinden dedelerimizden, nenelerimizden o acılı zamanları dinleyemedik. Kimbilir ne hikayeleri vardı. Bu bakımdan Nermin Bezmen hakikaten harika araştırmış, yazmış, belgelemiş, fotoğraflamış ama beni çekmedi. Belki Kurt Seyt'in sevilmesi zor kişiliği, Murka'nın tipik Türk kadını kıskançlıkları buna neden olmuştur. Bilemiyorum.

Başörtüsü altında aşk - Adından ne anlaşılır bilmiyorum ama ben genelde tüm İngiltere doğumlu yabancı -Hintli, İranlı, Arap vs- yazarı çok beğenerek okurum. Bu yazarda bu özelliklere sahipti, tutucu giyim tarzı hicap'ı benimsemiş ama yetiştiği Batı Kültürü'nün etkisiyle aşkı, aşkın getireceği kutsal aydınlanmanın onu dinine daha da ulvi yollardan bağlayacağına inanmış.

Bize çok yabancı olmayan islamiyet kuralları, çöpçatanlık kurumu, evlilik anlayışındaki değişiklik, Batı'nın islama ve müslümana bakışı konuları gibi çok güzel konuları bu kadar kuru kuru anlatan biri daha olamazdı! Misal dinini anlatmak istiyorsan onu anlat, araya Batı'da yetiştim, şurda çalıştım,çöpçatanlık şudur sokma! Ya da çöpçatanlık mı anlatıyorsun, esprili dilini kullan konudan sapma, tam çöpçatanlık ve orda buldukları talibi anlatırken, hop mevzu sabah namazı neden en erken saate kılınmalıdır ona geliyor. Yani ulvi mi kitap yazacaksın, onu yaz, ya da esprili günümüz müslüman kadınlarının eş seçmede zorluklarını yaz, dini kuralları açıklamayı bırak. Ya da ben müslüman olup dini kuralların çoğunu bildiğimden bu bölümler sıkıcı ve gereksiz geldi bana. Tek güzel ve gerçekçi nokta ilk eş arayışına başlayan kahramanın 4-4'lük talip ararken en son 2-4'lüğe bile razı gelmesiydi.

Kül Mevsimi - Pulitzer kazanmış, kazanmasa olurmuş. Bir kadın kahraman var, her eleştirmen övmüş, kitabı sürüklüyor diye, ama zaten tüm karekterler absürd. O kahraman olmasa da kitap yeterince manasız. Klasik Batı yanlızlığı, aile bağlarının olmaması sorunu vs.


Sevdiklerim

Ruh ve Yürek Maeve Binchy ne yazsa okuyorum. Su gibi okunuyor, insanları tahlil edişi, olayları birbirine bağlayışı, zor durumda, çıkmazda olanları cesaretlendirecek şekilde onları düze çıkarması, bunu yaparken herşeyi çok basit ve düz göstermesi ile benim en sevdiğim yazarlardan. Tamam kalabalık yazıyor olabilir, herkes herkesle bağlantılı olabilir ama okutuyor işte! Bonus olarakta okurken İrlanda ve irlanda'lılar hakkında bilgi sahibi oluyorsun.

Tahran'ın Damları İşte beni yanıltmayan İranlı bir yazar! Devrim öncesi yaz 4 gencin hayatının kaygısızca giderken olayların bir anda değişmesi. Ki hiç devrime girmedi bile yazar. İran'lıları anlatırken ki dürüstlüğü, Pers'lerin kültürü, İran'ın gelenekleri bir anda önünüze seriliyor. Damda o çocuklarla gençliğinizi yaşıyorsunuz, roman sizi içine alıp gidiyor.

Genelde Çok Satanları sevmeyen ben bazen yanılıyorum.

Misal Vampir serisi - Meşhur Alacakaranlık dörtlemesi.

Sevdim, yazı dili olarak çok şeyler beklemeyin ama esas oğlandaki romantizm beni teeee nerelere götürdü. Son kitabı hepsinden güzel. Filmini de beğendim hatta derviş alay etti "50 yaşına geldin teenage işi şeylerin nesini beğeniyorsun" diye ama olsun. Güzel vakit geçirdim, hoşlandım. Gerisi tırı-vırı.

Ayrıca Dan Brown- Hepsini okudum. Ama favorim Da Vinci'nin Şifresi. Sanat tarihi hakkında azıcıkta olsa bilgilendim ya, o da yeter. En son Kayıp Sembol'ü okudum. Bence güzeldi, gene kitabı bir solukta okudum, bazı şeyler öğrendim, derviş "masonlar para verip yazdırmış gibi" dese de gene de bir bilgi bile aklımda kalsa kar sayarım.

Şu an bunu okuyorum. Bitince söylerim. İlk Japon yazarım. Bakalım..

Bunun dışında gözünüz kapalı okuyun diyebileceğim isim

Amin Maalouf, her kitabı mükemmel. Paulo Coello'nun bazı ruhani kitaplarını çok beğenmiştim. Onu da okursanız size bir lokma ışık verir.


Errrkekkler kısmına gelince, tamamen konuyla alakasız ama aklımdan uçup gitmeden yazayım, ilerde hatırlarım.

Efendim şu zavallı insan, sabahları 05.50'de kalkıyor. Derviş Potuk'u tuvalete çıkarır, gelir, Potuk yatağa zıplar, ben uyanırım. Derviş gider, ben suratımı temizler, giyinir, gider tv seyrederim. Servis gelene kadar 30-40 dakikam kalıyor, başkası olsa 5 dakika olsa uyur, kar sayar, bana uyku boş gelir. Neyse, o sürede genelde Jay Leno'nun şovunun tekrarı oluyor, ona bakıyorum.

Magazin kanımıza işlemiş, meşhurları merak ediyoruz. Bu programda o kadar kendileri gibi oluyorlar ki. Hiç ummadığım birinden etkilenip, çok sevdiğim birine gıcık kapabiliyorum.

Misal Richard Gere'ye bayılırım, fizik olarak müthiş çekici gelir hele ki yaşlandıkça daha bir tadından yenmez kıvamına geldi, Pretty Women milyon kez oynasa milyon kez seyrederim ama amca müthiş sıkıcıdır! İki kelam edene kadar sen uyuyakalırsın.

Geçenlerde Mel Gibson çıkmıştı. Adam ayaklı, yürüyen bir bomba. Kımıl zararlısı. Bir saniye oturamıyor, sürekli bir yerleri oynuyor. Daralttı beni. Sigarayı bırakmış, "ilk gün elimde balta ile gezecektim nerdeyse" diyecek kadar agresif. Eski karısı ucuz kurtulmuş:)D

Sonra Ewan McGregor.Ben ki İskoç severim, daha bir sevdim! Nasıl tatlı, nasıl sevimli biri anlatamam. Motoruyla dünya turuna çıkmıştı National'da oynadıydı bir ara. Okul yıllarında bulaşıkçılık yaptığını, birgün arkadaşlarıyla evlere taş atma oyunu oynarken yaşlı bir kadının mutfak camını indirdiğini, sonra ya kadın kalpten öldüyse diye bütün gece uyuyamadığını, maaşını aldığında kadının kapısının altından özür dileyen imzasız notuyla birlikte zarf içine tüm maaşını koyup attığını anlattı. Bu bile bence onu dinleyenlerin buna benzer şeyler yapmadan önce bir kez durup düşünmelerini sağlamıştır.

Benim bugüne dek yakışıklı olsa da pek kayda değer bulmadığım Hugh Jackman çıktı geçen hafta. Yok kardeşim o ne karizma! Adam yıkılıyor! Işınlanıp oraya gidesim ve ayağının dibine yatasım geldi!

Mütevazi, esprili, harika dans ediyor, şarkı söylüyor, 2 çocuk evlat edinmiş, gözlerinin içi parlayarak onları anlatıyor, Çin'de amatör film çekmiş, Çinlileri anlatıyor, kendiyle alay ediyor. HARİKA. Diğer konuk Altın Kızlardan Rose'du, ona ne iltifatlar, ne şakalar yaptı. Amcaya helal üstü sonsuz helal.

Bu sabahta şu günlerin meşhuru Gerard Butler vardı. Olmuş adam, daha ne olsun. Çok tatlı, İskoç ya! O da ayrı esprili bir tipti. İkinci konuk Sophia Varga diye bir latin hatundu. Vaktinde bu adam bu kadar meşhur değilken ona üstünde para olmadığından restoranın valesine versin diye 60 dolar borç vermiş ve hala geri alamamış. Bunu anlatırken amca "İskoçların ününü korumam lazım, o yüzden vermedim" diyecek kadar anında espri patlatabilen, kulakları kepçeymiş diye kendiyle dalga geçen çok karizmatik bir amca.


Ya, bu resimlerde siz blog dostlarının gününü aydınlatsın. Bu kıyağımı da unutmayın! Ama akşama eve gidip gene eski bir sap maydanozu görünce küfr etmek yok, söz verin!


3 yorum:

tatlıhayat dedi ki...

AHHHHHH,RİCHARD.....YERİM SENİ ....:))

Bir Dut Masalı - nUnU dedi ki...

!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
ah ayşeeennn...
:))
richard'a lütfen sevgiler yolla benden de......
film eskidi,
biz eskidik,
ama
''O''
:)))))))))))))))
Okadar yaniii.....

Primarima dedi ki...

Ayşen yaaa inanmıyorum sana Kurt seyd ve murkayı sevmedin mi???
benım hayatta en sevdıgım kitaptır bılıyormusun hemen ardından da kurt seyd ve shura gelır rus sevgılısı olan hikayesi...ahh ahh bu konusa ayrı düşdük demekki:))