25 Ekim 2009 Pazar

Nişan-Şişmanlık-Potuk-Kabız Kuğu-Sirk

Leman'daydı sanırım, bir tipleme vardı Kabız Kuğu diye.. İşte İdil o'dur.
Önce güzel haberimiz, bizim oğlumuz, benim birtanecik yeğenim, halen en sevdiğim erkeklerden biri nişanlandı. Daha dün gibi doğumu, kendine büyük gelen tulumu.. 20 yaşında hala oldum, bilmiyorum ama deli gibi severim yeğenimi.. Tek eksik babamdı nişanda. Oğlumuz büyüdü, hayatını paylaşmak istediği kızı buldu. Ömür boyu mutlu ve şanslı olurlar dilerim. Kızımız hoşgeldi ailemize!
Sonra efendim Cuma günü bizi işte kahkahalara boğan açıklama. "Şişman kadınlar güzel değildir" Kim demiş? Hundred Ebru (Şallı olanı). Şimdi efendim bunu okuyunca kızlara (beraber çalıştığım herkesten büyük olduğum için-bazısının nerdeyse annesi ile yaşıtım üstünüze afiyet) "Duydunuz mu Ebru Şallı benim için ne demiş?" diye sordum. Heyecanla "Yoo, ne demiş" dediler.
"Şişmanlar asla güzel olamazmış, ben güzel değilmişim" dedim, gülmeye başladılar. "Biz onun Ozan Hormon'lu zamanını biliriz, birşey diyor muyuz" dedim. "Yemediği herze kalmamış, tutmuş adamı kafalamış ve sosyete hanım olmuş, bir de kankası var Demet Şener, öllöz. Gıcığım 2sine de" dedim.
Bazı bloglarda da okuyorum, efendim kendilerini asla salmıyorlar, şöyle bakımlılar, böyle stil sahibiler. Bir bilseler bir an gelip bunu bir gün içinde kaybedebileceklerini.. Bir yerlerini de yırtsalar güzelliklerini korumak için, bir olayla hayatlarının tamamen değişeceklerini.. Gene böyle yaşayabilirler mi onu merak ediyorum.. Bir saniye hayatım değişmişti benim.. 32 yaşındaydım, 1 yıllık evliydim, kendime göre fena değildim. Bir saniye sonra memeni alacağız dediler.. Ameliyattan çıktığımda göğüste tampon gibi şeyler vardı, ama sonra onlar çıkıpta tahta gibi bir göğüs gördüğümde yaşadığım şoku yaşayan bilir... O çok sevdiğim dantel çamaşırları ASLA giyemedim, canımın istediği dekolte, kolsuz buluzları bir daha hiç giyemedim.. O hundred benim gibi 6 doz kemoterapi alsa- her biri 3 saat- bakalım bakımlı olabilecekmi? Saçları değil tüm kılları dökülse avuç avuç, yaşadığına mı şükrederdi yoksa o haliyle bile bakımlı mı olurdu? Kafasındaki peruğu çaktırmamak için kaç takla atsa, iş görüşmesine giderken o peruğa fön çektirmek için kuaföre gidip o bakışlarla karşılaşsa, 5 yıl ilaç kullansa, 20 kg alsa, o güzelliği gün gün çökse,hastalığın kara sarı rengine bulansa her yanı hala böyle saçma sapan konuşurmuydu? Hiç kimse ama hiç kimse güzelliği ile övünmesin ne olur! Bu sizin elde ettiğiniz bir özellik değil! Yaradan verdiği gibi bir anda alır ve ne olduğunu anlamadan o çirkinlerden biri olursun! Rabbim bu akıldan yoksunlar az akıl kırıntısı versin inşallah!
Bu arada bir başka üzüntüm ilk göz ağrım oğlumun hastalanması oldu. Potuş bir kaç zamandır ağız kokusundan muzdaripti. Birkez diş taşlarını temizletmemize rağmen tükürüğü nedeniyle yine diş taşı olmuş. Veteriner temizlikten önce mikrop kapmasın diye antibiyotik verdi, 4 gün içirdim, cırcır oldu zavallım! Derviş-Deida-ben 2-3 saatte bir tuvalete çıkardık, hele derviş gece 4'te kalkıp oğlumu götürdü ya , hayatta ödeyemem bu adamın hakkını! Neyse diş taşı operasyonu sonrası baygın geldi eve ama bir yandan beni arıyor, sarhoşlar gibi yalpalaya yalpalaya yanıma zor geldi. Hemen battaniyeye sarıp yanıma yatırdım, aynı insanlar gibi narkozdan ayılırken üşüdü güzel oğlum benim! 2 gün gene kötüydü ama şimdi iyi maaşallah! Haftasonu onu ben tuvalete çıkardım, yürüttüm uzun süre. O kadar seviniyorki, dönüşte elimi yalayıp bana teşekkür ediyor bebeğim ya! Oğlum benim! Kötü günlerimin dert ortağı, sessiz dostum! Canım o benim daha ne diyeyim!
Şimdi Kabız Kuğu'nun hafta sonu aktivitelerine sıra geldi.
Cumartesi ablamla beraber bizim hatunu sirke götürdük. Circo di Madrid. Tapon mapon, eğlendik işte.. Fakat hatunun uyku saatine denk gelince dünya tarihinde sirkte uyumayı başaran yegane çocuk oldu! Evde uyumayan tipitip orda sızdı! Öncesinde jetonlu oyuncaklardan sadece 1'ine bindi ve korktu, başka çocuklar inmemek için ağlarken bizim kabız kuğu koşarak kaçtı! Sirkte yarım saat "palyaço gelmesin, aslan bana bakmasın" diye mızıldarken uyudu, sonra uyandı ve keyifle kucağımda seyretti sirki. Kaplanlardan korkar zannettim ama en çok onları sevdi. Sonuna kadar seyretti, ben yarım saat zor durur zannediyordum. Kendine Barbie Petit Club ve başka bir set daha aldırdı. Eve döndükten sonra tantana yapmadı..
Pazar dervişi vicdan sömürü ile (karantiya girmeden deniz havası aldır bana noooooolur) kendimizi zabahın köründe Ortaköy'e attık. Tabii tezgahlar olmadan hiç havası yok ama deniz-kuşlar-temiz hava-balıkçılar ile vakit su gibi geçti.
Yarın başka doktor randevusu ve Salı hastaneye yatış var şimdi..

16 Ekim 2009 Cuma

Paranın karşılığını verenler, vermeyenler

Herkesin bir yaşamı ve buna bağlı olarak yaşam tarzı, karekteri var. Bazısı şunu şunu aldım, bunu bunu giydim, buraya gittim, bunu pişirdim şeklinde blog yazıyor. Kimisinden faydalanıyorsunuz eğer size ve tarzınıza uyuyorsa, kimisini de okuyup geçiyorsunuz işinize yaramıyor..
İdil'in önce kıyafetleri, sonra oyuncakları hep başkalarına verilir. O yüzden bazı şeyleri şimdi vermeden (bazılarını çoktaaaan verdim bile) aklıma düştü, belki birileri bunları okur, işine yarar bilgi edinir, o oyuncağı almadan vs diye yazayım dedim.
Benim verdiğim parayı en fazla hak eden şu sıralar her gördüğüme anlattığım seyyar tuvaletimiz..Aman anacım, bir rahat, bir büyük kolaylık ki sorma gitsin! İdil'in yeni tuvalet eğitimi zamanlarında (sanki yıl geçmiş gibi ama 2 ay olmuştur en fazla 3 ay) dışarı çıkarken tuvalet bulma derdinde gene bez takıyorduk, eh, çocuğunda aklı karışıyordu. Sonra bunu bulduk ve hayatımız kurtuldu! Çok pahalı değil 30-35 civarı, yedek poşetleri de satılıyor. Küçük bir torbası var, alet içine katlanıp sığıyor. Parka gidiyoruz diyelim,

"anne ç.şim geldi"

Hemen zırt alet çıkıyor, ayakları kıvrılarak özel poşeti geçiyor, İdil tuvalete oturur gibi oturuyor, ç.ş yapılıyor, bunun poşetindeki bir kısım özel jelli, sıvı hemen hapsoluyor, hop poşeti çıkar at! Üstü ıslandı, tuvalet bulamadım, arabadaydım derdi yok. Arabada bile hemen tık katla, çocuk yapsın tuvaletini. Alın bunu bana dua edin.

Sonra doğumdan 6 aya kadar kullandığımız beşik. Ayakları var, sallanıyor, aynı zamanda tekerlekli odadan odaya sür, hafif ve az yer kaplıyor al yanında yatır yani. Benimki buna çok benzerdi.

Sonrasında park yatağa terfi ettik, o da çok güzel ama yatak kısmına sert destek gerekli çünkü altı dolu olmadığından bir müddet sonra bebeğin sırtı falan ağrıyor.
Ama benim gibi araba kullanmayı bilmeyenlere bebek daha küçükken en çok kullandığım kangurum. Ellerin açıkta kalıyor, arabayı katladın, sürdün derdi yok. Hemde bebeğin en sevdiği şey olan tensel temas hat safhada!

Pusetten yana hiç şansım olmadı. İlk puseti arkadaşım vermişti, çok kaliteli ama eşşek ölüsü gibi ağır! İkinci hafif puset aldım buna benzer

Önce tek taraf diye ,bizi göremiyor olduğundan ağlaya zırlaya bir hal oldu, aylarca kullanamadık, çift taraflı başka puset aldım o da ağır! Sonra yazın bu benzeyene döndük, 4 ayda söküldü! 15 gün tamir için bekledim ve geçen aylarda pazar alışverişi+çocuk ağırlığını kaldıramayan puset intihar etti, attık. Parama YAZIK olan mallardan yani!

Bunun dışında en az parayı verip te İdil'in en çok oynadığı oyuncan variller.

Burda da HARAM olsun diyeceğim, çift taraflı olan "aktivite oyuncağı" gibi afilli bir adla sattıkları ama bizim kızın NADİREN oynadığı KAZIK. Tam bu oyuncak değil ama mantık aynı, görüntüyü benzerini anlayabilin diye koyuyorum...

Hiç unutmuyorum 129 TL verdiydim, HARAM ZIKKIM olsun diyorum! Oyuncak tanıtımında neden-sonuç ilşkisi- el-göz koordinasyonu gibi cafcaflı laflar vardı, kandım, habuki çok sıradan şeyler var, o paraya 4 oyuncak alırsın...

Bizim kız gibi gece üstüne kış bile olsa damla örttürmeyen bir çocuğunuz varsa ve zarf tulumlarda hayatta uyumazsa alın size bir harika ürün daha..

Hem hafif, hem rahat sıkmıyor, hemde sıcacık..

Eğer bizim ki gibi ayağında çorap, ayakkabı, terlik tutmuyorsa çorap terlik. Bizde 2-3 tane var, yıka yıka giydir yapıyoruz.

Bunların bazıları için "aman sende, ne var bunlarda? herkes biliyor" diyenleriniz için ben birazda kişisel tarihimizin hatırasını tuttuğumdan ilerde bakıp hatırlamak ve İdil içinde neler o zaman kullanılıyormuş onu göstermek açısından bunları yazıyorum. Yoksa çorap terlik çağın icadı ya da sadece benim bildiğim bir ürün diye koymuyorum onu da belirteyim..

Hala kullandığı, önce yürümek için dayandığı, şimdi evde bisiklet olarak kullanılan ilk arabalar.

Pahalı ama hala kullanılıyor, 2 yıldır üstünde zıplanıyor, merdiven oluyor ve daha çizilmedi bile!

Bunun dışında yeni aldığım oyun çadırı. Epey büyük ama tüm dağınıklık onun içinde kalıyor, üstelik çok güzel görüntüsü var. "Evim" diyor oraya İdil.

Ayrıca dayısının aldığı-benim aldığım ucuz olmayan ama çok ta kazık olmayan ve hala 2-2.5 yıldır kullandığı oyuncaklar


Başka bazı faydalandığımız oyuncaklarımız


Kıyafete gelince, genelde Nilgün'ün getirdiklerini kullanırız ama eğer bu seneki gibi elimizde stok kalmadıysa

Gündelikler için - Civil

Yabanlıklar için - Peros

Hem kaliteliler, hemde fiyatları çok uygun. Yüzlerce model de çabası!

Ayakkabı takıntım yok, hiç ortopedik tabanlı ayakkabı giymedi İdil. Doktor bu ortopedik tabanlılar için çocuğun basmasında destek sağladığından iyi değil dediği için bulduğum ve hoşuma giden ayakkabıları uygun fiyatlıysa alıyorum. Çünkü bir sezon ya kullanıyor ya kullanmıyor.

Ama benim hiç paraya acımadığım ve en çok harcama yaptığım şey kitaplar. İdil'in epey bir kitabı var. Daha 3 aylıkken kitap almaya başladık ailecek, halen de alıyorum. En son gidip 100 milyonluk kitap alınca derviş bana delirmişim gibi baktı!

En beğendiklerimiz şunlar









Bundan başka pahalı sayılıp ta fazla bir özelliği olmayanlar, alınmasa da olur'lar yani!





Mesela Hansel ve Gretel sesli kitap diye tanıtılıyor ve tek çıkan ses yan taraftaki kauçuk bebeğin karnından çıkan vönk sesi, o da zorrrla.

Ariel, hepi topu 5-6 sayfa. Teletubbies'ler de öyle.

Prensesli piyano için özelliksiz diyemem, notalara renk vermişler, o renge basınca o nota çalıyor, ayrıca hafızasından da o şarkı çalıyor ama ben tam 45 Tl verdim, zırp pırt pili bitti, en son kendiliğinden bozuldu!!

Sizinde varsa böyle faydalı kullandıklarınız verin tüyoları bakalım!





















14 Ekim 2009 Çarşamba

Samim'in çekirdekleri-3 televizyon- Kıvanç

Konuyu baştan alalım değil mi?
3 televizyonu olan bir evde nasıl olurda insanlar sürekli şikayet eder?

Anneanne- odasındaki tv'yi yanlız başına seyretmek istemediği için salonda oturur ve MECBUREN İdil'in TRT Çocuk Kanalı- Barbie filmleriniz izlemek zorunda kalır ve şikayet eder.

Baba- Caaanım 82 ekran tv'sini kaybedip mutfakta 37 ekrana mahkum kaldığından sürekli şikayet eder. Reklama tahammülü yoktur, sürekli zaplar, aynı anda 4 film seyredip hepsini de anladığını iddia eder ve anlar!

Anne ve Deida- Bu durumda sürekli İdil'le oynamak veya mutfakta olmak zorunda kaldıklarından tepe sersemi konumundadırlar. Tek şansları İdil uyuduğunda mutfak tv'sinden kısık sesle dizi izlemektir. İdil'in odası mutfağa bitişiktir, ses gitmesin diye sessiz film izlerler.

Şu fani dünyada yegane izlediğim dizi "Canım Ailem". Hatta ilk sezonu tam İdil'in uyuma saati ile çakıştığından eski iş arkadaşım Sonnur diziyi bana anlatırdı, ertesi hafta baştaki özeti seyrederek durumu pekiştirirdim..
Not : Foto canım ailem dizisinin web sitesindendir.
Şimdi Salı geceleri evdeki durum şu, İdil'e salondaki 82 ekran açılır. Babanın eline kabak çekirdeği verilir. Anneanne odasında Sinan bilmemkimle Karadeniz Şov seyretmeye yollanır. Anne ve Deida mutfakta 37 ekranın kumandasına sıkı sıkı sarılıp (Derviş gıcıklık olsun diye reklam aralarında kumandayı alıp zaplar ve geri vermeyebilir diye) tırnaklarımızı kemire kemire, burnumuzu çeke çeke, onlar (oyuncular) güldükçe güle güle, romantik olunca "ayyy" diye diye oturuyoruz. İdil bu durumda Samim'in bize her hafta çekirdek gönderdiği sonucunu çıkardı ve sürekli "Bunu Samim'mi gönderdi anne" diyor. Cevaben yüzüne bile bakmadan "hıı hıı" diyorum.
Ben öyle Aşk-ı Memnu falan izlemem. Ne o öyle? Lüks evler hatta yalılar, arabalar, kıyafetler! Bizim rüyamızda bile görsek hayra yormayacağımız şeyler! Kimisi seviyor böyle şeyleri, ben sevmem. Ben gerçek insanlara ait gerçek şeyleri izlemek isterim. Aşk-ı Memnu'yu izlesem izlesem Kıvanç için izlerim ki o zamanda Adana'dan böyle bir şeyin çıkmasına rağmen benim neden gidip te Derviş'i bulduğum, neden daha geç dünyaya gelmediğim (Kıvanç'la yaş farkımız kaçtır bilmem ama herhalde anasına yakın yaştayımdır) ve komşu sayılmamıza rağmen (Dokuz Palmiyeler'de oturuyor bildiğim kadarıyla ve bize 2 durak) hiç görmememi düşünmekten o diziyi seyredemem bile!!
Not : Foto sevgili malla'nın blogundandır
Ne zaman oturup ayağımızı uzatıp rahat rahat bir dizi seyredeceğiz? ASLA dediğinizi duyar gibiyim, duymayayım daha iyi! Umut fakirin ekmeği..

11 Ekim 2009 Pazar

Kara haftasonu

Kişisel tarihimizde kara haftasonumuz desem? Yaşadıklarımız yanında az mı kalır ki??
Ben zavallısı bu tiroid ameliyatından sonra dışardan almam gereken tiroid hormonunu doktorlar atom tedavisine kadar başlatmayınca hiçbir şeyden şüphelenmedim ama..
İşe başladığımın ertesi gününden başlayan YOĞUN, BEZDİRİCİ bir yorgunluk tepeme oturdu kaldı! O kadar ki gece tuvalete kalkamayacak kadar yorgunum.
Sinir katsayım tavan kare üstü tavan sonsuz!
O sabırlı, idare eden insan gitti yerine EN UFAK terslikte sinirlenen, üstelik yaptığının hatalı olduğunu BİLE BİLE sinirlenen, yersiz yersiz ağlayan, ağladıktan sonra ameliyat yeri şişen ve ağrıyan biri geldi!
Durum bu kadar vahimken haftasonu ne oldu dersiniz?
Cuma'ları artık çalışıyormuşuz, alışmıştım ben ne güzel 3 gün tatile, o kadar zorrrr geldi ki anlatamam, neyse Cuma gecesi yorgun argın evdeyim.
İdil oynamak istiyor, derviş 19.30'da aradı "ben daha karşıdayım, geç kalıcam" dedi.
Saat oldu 20.30 derviş yok, aradım, telefon çalıyor çalıyor açılmıyor.
21.00'de bir daha telefon açıyorum gene cevap yok.
Hemen muhtelif senaryolar üretiyorum, KESİN trafik kazası oldu! Birazdan bir polis açacak telefonu, diyecek bir kaza oldu!
Saat 21.30, hala telefona ses yok. O saatten sonra dakika başı arıyorum ama hala telefon sahibi sağır.
21.50
İdil ordan burdan atlıyor, zıplıyor, ben elimde telefon zigon sehpanın önündeyim, Deida arkamda elinde çamaşırlar, Potuk yanımda. Tam o sırada salise içinde İdil kayıyor ve burnunu zigonun sivri köşesine gömüyor.
Acıdan çığlık bile atamıyor, ben hemen telefonu atıyorum yere, Deida çamaşırları!
Kapıyorum İdil'i, neresine ne oldu bakmak için ama o kadar çığlık atarak yüzünü saklıyor ki, aklım yerinde değil artık.
Ses tonum hala sakin
"Bakayım kızım, neren acıdı, ne oldu?"
O sırada elime kan geliyor!
Neresi kanıyor şimdi diye bakarken burnundan kan boşaldığını görüyorum.
Adam evde yok, bende ehliyet yok, nasıl yapsam?
Aklıma dervişin en iyi ve tek arkadaşı kapı komşumuz Burak geliyor, kapıp çocuğu Burak'a gideceğim ama önce kanamayı halletmek lazım.
Deida "başını arkaya yatıralım" diyor. Gittiğim ilkyardım kursunda bunun YANLIŞ olduğunu anlatmışlardı. AKSİNE ya başını öne eğip kanamanın durmasını bekleyecekmişiz yada başı normalken burun deliklerini sıkıp biraz bekleyip tampon görevi görecekmişiz.
Ben başını eğiyorum İdil'in. Annem ve Deida panik halindeler. İdil zaten ağlıyor avaz avaz.
"Sakin olun" diyorum yumuşakça
"Geçicek annem şimdi" diyorum, kanı İdil'e göstermiyorum ki daha fena korkmasın.
Kan duruyor 5 dakika içinde, ya doğrusunu yaptığım için ya da kanın durası vardı bilemiyorum.
O saniye derviş içeri giriyor, bizi görünce
"niye açmıyorsun telefonu" diyorum ama kızgın bir sesle değil, sonra
"neyse" diyorum, İdil'e bakıyorum, burun şiş ve şekli bir tuhaf!
Kırılmış mı acaba? Hemen "arabayı al, doğru doktora" diyorum.
İdil ağlıyor "nereye gidiyoruz?"
"Gece açık bir park varmış kızım, oraya gidicez"
Susuyor "Park mı? Açık mıymış?"
"Öyle demişler babana, bir gidip bakalım bence" diyorum.
Hemen portatif tuvalet, yedek kıyafet ve çamaşır, nüfus cüzdanı alıp fırlıyoruz.
Hastanede 2 çocuk daha var, gittiğimiz bölümde 24 saat çocuk doktoru var.
Sıra gelene kadar İdil'de ne ağlama var, ne kanama.
Akvaryuma baktırıyorum. Balıkların renklerinden, gözlerinden bahsediyoruz. İçimde kopanları kimse bilemez. Ya kırıldıysa çocuğun burnu? Oraya ne yaparlar ki acaba?
Sıra bize gelmesiyle İdil gene feryat figan!
Durumu anlatıyorum kısaca
"Kanama devam etseydi biz ona müdahale edebilirdik ama burun bizim uzmanlık alanımız değil, siz en iyisi bir KBB uzmanına gidin" diyorlar. Açık ve bu saatte nöbetçi KBB uzmanı nerde var araştırırken yan binalarında yani asıl hastanede tesadüfen o gece KBB uzmanının nöbette olduğunu öğrenip hızla oraya gidiyoruz.
Muayenede burunda bir kemik bir de kıkırdak doku olduğunu, bunlarda kemik için röntgen, kıkırdak içinse burunun içinde kamera takılı sivri bir şey sokulması gerektiğini öğreniyoruz.
Sivri kamera burnumuza girsin diye İdil'le ikna çalışmasına giriyorlar.
"Ayıcığın burnuna bakalım mı?" vs
İdil bu, hayatta ikna olmaz!
"Konuşarak vakit kaybederiz" diyorum "ben tutarım, siz bakın"
Derviş bu arada merdivenlere yığılmış vaziyette!
İdil'in bacaklarını iki bacağımın arasına sıkıştırıyorum, iki elini bir elimle sıkı sıkı tutuyorum, diğer elimle alınından tutup başını çevirmesini engelliyorum.
Zor bela ağlamalar eşliğinde burna kamera sokuluyor, kıkırdak SAĞLAM.
Sırada röntgen var. Aşağı iniyoruz, İdil'i ikna etmek mümkün değil. Nasıl ağlıyor anlatamam!
Sıkıntıdan ter içinde.
Röntgen görevlisi ayıcıkla yan yana yatarak çekelim, ayakta çekelim , annenin kucağında çekelim diyor ama mümkün değil.
Anne yaratıcılığı devrede.
"Ben ve İdil başımızı birbirimize yapıştıralım, siz röntgeni araya koyun, ben onu tutarım" diyorum.
O şekil 3 kez röntgen deneniyor, 3. en nihayet görüntü yakalanıyor.
Yukarı tekrar çıkmadan İdil'in üstünü değiştiriyorum, çünkü terden hasta olacak bu sefer, hem de biraz nefes alsın.
Derviş bayıldı-bayılacak.
Doktora çıkıp röntgeni gösteriyoruz, kemik SAĞLAM.
"Yarın yine gelin, gece da kanama olabilir ama belki sabaha kıkırdak çökebilir, eğer öyleyse ufak bir operasyon yaparız, 3 saat önceden aç olsun, narkoz altında bu operasyon olacak" diyorlar!
O andan itibaren ayaklarım yerde değil artık.
Çıkıyoruz, ilaçları almak için eczane arıyoruz, alıyoruz ancak bu arada İdil'in
ç.şi geliyor, yaparken arabayı ve üstünü ç.ş yapıyor, bu arada MÜTEMADİYEN ARALIKSIZ konuşuyor.
"Ay dede nerde, park nerde, niye gitmedik, doktor bana bakmasın, burnuma bakmasınlar, babam nerde, burası neresi, kimle yatıcam akşam" vs vs.
İlaçları alıp eve geliyoruz. Saat 00.30.Özellikle bir damla önemli dedikleri için zorla gene ağlayarak o damlayı yapıyoruz.
Yatıyoruz. Tabii bende uyku ne gezer? Acaba baksam mı, kanama var mı, kapıları kapalı, ya açınca uyanırsa, çocuk zaten perişan oldu, bari uykusunu alsın diye düşüne düşüne sabahı ediyorum.
Çok şükür kanama yok. Fakat benim ameliyat yerim şişiyor ve ağrım var.
Sabah tekrar doktordayız, çok şükür operasyon falan yok, çıkıp teyzemize gidiyoruz. Akşam Deida'nın izin günü. Bir süredir aynı yatakta yattıkları için geceleri sadece onunla uyuyordu. Geçen hafta ki izin gününde biraz mırın kırın etti ama sonunda benimle beraber ağlamadan uyumuştu. Fakat bu hafta mümkün değil.
Yemeğe Burak'lara gitmiştik, orda kedilerle oynadı, öğlende uyumadığı için yere attığı minderlerde uyuyacaktı.
"Ben kızı alıp gideyim, biz uyuyalım, siz sonra gelirsiniz" diyorum dervişle anneme.
Eve giriyoruz ama İdil benle değil Deida'sıyla uyumak istiyor.
"Annecim, bak bugün Deida izinli, hani biz çalışınca yorulduğumuz için haftasonları izin yapıyoruz, evdeyiz ya, o da bugün İrma'ya gitti. Hep gidiyor ya İrma'ya, yarın sabah gelecek, biz uyanınca bakacağız ki Deida gelmiş, hadi uyuyalım"
Mümkün değil. Ağlamalar, içini çeke çeke ağlamalar.
Meme protezini çıkarıp, pijamamı giyiyorum, daha fena ağlıyor.
"Bilgisayarda oyun oynayalım" diyorum susar gibi oluyor, tekrar başlıyor ağlamaya.
O kadar bunalmışım ki kendimi pencereden atasım geliyor.
Tekrar gidip meme protezini takıyorum ki gidip annemleri alayım Burak'lardan.
"Baba bizi arabayla gezdirsin mi kuzum" diyorum, susuyor.
Hemen Burak'ların kapısını çalıp dervişi ve annemi alıyorum.
Arabayla geziyoruz, gene biraz çene yapıyor ama beklenen sonuç, arabada sızıyor. Ben bu arada arka koltukta anneme çaktırmadan zırıl zırıl ağlıyorum.
Uyanma ihtimalini bertaraf etmek için biraz daha geziyoruz. Arabanın otoparka girmesiyle geri uyanıyor. Koşar adım eve gidip yatağa yatıyoruz ama gene Deida aşkı tutuyor. Bekliyorum belki uyku ağır gelir sızar diye ama ağlayarak uykusunu açıyor.
"Hadi" diyorum dervişe gidip Deida'yı alıyoruz kaldığı yerden.
Onlar sarmaş dolaş yatıyor ve uyuyorlar ama bende 2. gece YİNE uykusuz.
Sabah yoğun baş ağrısı ve şiddetli şiş ameliyat yeri- ağrıları yüzünden suratım beş karış.
Dervişle alışverişe gidiyoruz, dönüşte ablamı da alıp bize geliyoruz. Çay yapıp içiyoruz, sonra da babamın mezarına gideceğiz. Fakat bu sefer Deida anneme bize ne kadar kırıldığını anlatmış, annem bunu bize anlatarak zaten ip gibi olan sinirimi daha da geriyor.
"Tamam boşver bunu" diyorum, ama annem hala açıklama kısmı yapıyor
"Anne, tamam dedi ya çocuk" diyor ablam.
Kabrin başında dua ediyoruz, eve geliyoruz.
İdil bu hafta hiç parka gitmedi di mi? O kadar yorgun halimle onu alıp parka götürüyorum.
Orda Deida ile konuşup olayı bağlıyorum. Eve geldiğimizde saat 19.20.
Şimdi bu bizim kara haftasonumuz değil de NE?

1 Ekim 2009 Perşembe

Doğrular

Doğruları yazmak değil mi benim derdim? Belki sonradan başına gelecek olan olur, nasıldır, ne hissedilir falan yazalım değil mi?
Yorumlarınızda diyorsunuz ki "güçlüsün", aslında değilim...
Sonucu aldığımda artık deneyimli olduğumdan kanser olduğunu anladım.. Bir-iki saniye sendeledim, sonra sanki ayaklarım yerden kesildi. Havada mıyım, yerde miyim bilmeden yürüdüm, insanlar yanımdan geçerken sanki ben dünya dışı bir yerden gelmişim, içimden geçip gidiyorlar gibi geldi... Minibüste yol falan unuttum, kafamda planlar, tilkiler dolandı durdu...
Anneme birşey belli etmemek, kızımın psikolojisini bozmamak için hiçbirşey olmamış gibi davrandım. Gece yattığımızda o tuttuğum yaşlar sel oldu.. İlkinde olduğu gibi 2.sinde de gene derviş kaya gibi yanımdaydı, elimi tuttu, uzun saatler hiç konuşmadan el ele yattık... Sabah işyerindekilere durumu anlattım, öğlen izin alıp işlerimi hallettim. Cuma ablamla beraber doktora gidip ameliyat günü aldık, cumartesi alışveriş-potuk'un veteriner işi- pazar bayram.. Kafam başka yerlerdeyken bayram kutlaması yapmak, normal konuşmak zor ama bir yandan da kendimi koyvermeme engel oluyor..
Bayram biter bitmez ameliyat, 41 yaşımda 10. ameliyat, geçen sene Mayıs'tan beri 3.ameliyat!
Yılmışım doktordan, tahlilden, hastaneden!
Bıraksalar beni, ellemeseler, artık ne olacaksa olsa!!
Olmuyor, İdil var, Potuk var.. var da var!
Gece yanımda derviş kalıyor, ablam zaten bütün gün benimleydi, yengem ve abimde geldiler hem sabah hem akşam. Yeğenim kırık eliyle geldi beni görmeye..
Ailecek gene gülüyoruz, gene sohbet muhabbet.. Ölmedik daha bea!
Her seferinde ameliyathaneden çıkmadan ayılan ben bu sefer uyur durumdayım. Duyuyorum tüm konuşulanları ama kendimi açıp cevap veremiyorum..Sonra koyveriyorum, uyuyorum, iyi geliyor...
Bu arada derviş ve ablam döner ısmarlıyorlar, duyuyorum seslerini ama uyur-uyanık vaziyetteyim.. Bir süre sonra ayılıyorum ve "ulan bensiz döner yediniz, di mi?" diyorum
Derviş ablama "ben sana dediydim abla, bu şişko kesin uyumuyodur dediydim di mi?" demez mi!! (çok kötü bir anlatım oldu ama orjinali böyle gelişti dialogun, ben ne yapayım?)
Ertesi gün eve geldik, annemin endişeli bakışları, kızımın anlamaya çalışan bakışları...
Öğlen uykuya yatarken Deida'ya "zavallı annem, çok hasta di mi?" demiş..
Halbuki ben yatakta bile yatmadım ki o üzülmesin diye. Evdeki 3.lü kanapeye yatıyorum. Dibime geliyor, hamurlarla oynuyoruz..
Sonraki günlerde Kadıköy'e gezmeye bile iniyoruz ablamla...
Bazı geceler gene ağlıyorum salya-sümük, bazı geceler totomu devirip uyuyorum. Ama her seferinde derviş gene elimi tutuyor, öyle uyuyabiliyorum.. Bazen daha fazla devam edemeyeceğimi, ayakta bile duramayacağımı düşünüyorum, bazen heyooo tutmayın beni havasındayım.. Bugün annem ve ablamla Kadıköy'e gittiğimizde ablama "Baylan'da cup griye yemeden şurdan şuraya gitmem" diyorum.. İnsanoğlu işte, hep ağlamak, hep gülmek yok...
Şimdi tek derdim şu 15 günü İdil'in psikolojisini bozmadan atlatmak.
Odadan dışarı çıkmayacağım, gürültü yapmayacağım ki evde olduğumu anlamasın.. Odaya sadece yemek vermek için annemin girmesine izin var, yaşı 60 üstü olduğu için ona radyasyonun zararı daha az.. Bu arada kıyafetleri de atmamız gerekiyormuş, o yüzden pazardan uyduruk eşortman altı ve t-shirt alıp sonra onları atacağım..
Bakalım..
Böyle işte, bazen kahkaha, bazen gözyaşı..
Pazartesi iş başı.. Biraz da işteki stres beni endişelendiriyor.. Acaba diyorum, çıksam mı? Sonra çıkarsam maddi olarak zorlanırım, o da beni strese sokar. Kır k.çını otur yerine diyorum o zamanda..