28 Eylül 2009 Pazartesi

Son haberler

Bayramın ertesi günü ameliyat oldum, kanserli olan nodüller ve kanserli olan tiroidin tamamı alındı. Ameliyat esnasında yüksek tansiyon nedeniyle 40 dk sürmesi beklenen ameliyat 2.5 saat sürdü. Ertesi gün taburcu oldum, şimdi evdeyim. Pazartesi işe başlıyorum.
Bugün gittiğimiz nükleer tıp uzmanı yaranın iyileşmesi ve tiroid seviyesinin düzelmesi için 3 hafta bekleyeceğimizi, sonraki bir hafta özel bir iyot rejimi uygulayacağımı, sonra yapılacak kan tahlilinde eğer istenen seviye bulunursa özel bir ilaç verilerek 2 gün hastanede yatacağımı söyledi.
İlacın seviyesi düştüğünde taburcu olup 15 gün insanlarla temas etmeden- özellikle de kızımla- yediklerime ait tabak-çanak atılarak, ayrı tuvalet kullanarak, kıyafetlerim biriktirilip ayrı yıkanarak izole edileceğim. En zoru bu olacak ama çok şükür kemoterapi almayacağım...
Odama kendimi kitleyeceğim ki İdil beni görmesin, yemekleri zaten Deida yapıyor, bana kapıdan verecek. Tabii Potuk'tan da ayrı kalacağım... Allah'tan derviş internet bağlattı eve, artık 24 saat bloglarda gezerim ne yapayım? Kitap okurum, kısık sesle tv seyrederim... Sayılı gün ya, geçer..
Sevindirici haber bu kanser türü öldürücü değilmiş.. Tüm dostlara özellikle Semra'cıma, Funda'cıma, Figen'cime, Ebru'cuma ve tüm güzel yorumları bırakarak bana moral veren herkese sonsuz teşekkürler..
Rabbim tüm hastalara ACİL HAYIRLI ŞİFALAR versin inşallah.

16 Eylül 2009 Çarşamba

2.kanser savaşım başladı

32 yaş- meme kanseri
9 yıl sonra kabus bitti derken 41 yaş - tiroid kanseri.
İçime doğmuştu, sıkıntısı ne zamandır vardı... Raporu okur okumaz anladım. Onkologumda doğru anladığımı söyledi.
2.kanser savaşına bugün itibarıyla başlıyorum.
Sevgili ailem ve derviş gene kriz toplantıları ile arkamdalar, anneme gene söylemeyeceğim, tedavinin nasıl olacağı ameliyattan sonra gelecek patoloji raporunda belli olacak, ne kadar sürer, ne olur, radyoterapi mi, kemoterapi mi, ikisi birden mi, kızımdan ne kadar ayrı kalacağım hepsi şu an soru işareti...
Buralarda uzun süre olmayacağım...
Herkese sağlıklı günler diliyorum en başta kendime...

8 Eylül 2009 Salı

41 yaş + 10 yıl

Blogumuzun 200.yazısı da bu olsun. Yazmadığım dönemde 41. yaşıma girdim, evliliğiminde 10 yılı bitti.


41 yaşında biri ne hisseder derseniz?


Herkes bir yerlerden çekiştirdiği için,
Herkesi ayrı ayrı idare edip, ayrı ayrı pohpohladığı için,
Sinirli olanları yatıştırmak, bu arada kendi sinirlenmemek zorunda kaldığı için


YORGUN


Hak etmediği bazı şeyler -hemde en yakın dostundan- yaşadığı için


ÇOK ÜZGÜN


Sağlıkla ilgili gene bir problem çıktığı için


CANI SIKKIN ve KORKARAK BEKLEYEN


Kızı 2.5 yaş bunalımlarının doruğunda olduğu, 1 aydır uyutma-hatta banyo yaptırma konusunda Deida'sını kendisine tercih ettiği için


KIRGIN AMA GÖSTERMEMEYE ÇALIŞAN


İş yerinde her yönden gelen saçma sapan isteklere, direktiflere, yönlendirmelere


SİNİR OLAN AMA SUSMAK ZORUNDA KALAN


Evdeki bütçeyi hiçbir zaman denkleştiremediği, tasarruf yaptığı halde her ay bir elektronik aleti bozulup en az 300 TL masraf çıkarttığı için


KENDİNDEN KUŞKU DUYAN

Her sabah -her akşam- hergün-her ay-her yıl birbirinin aynı sıkkınlıkta, aynı eziyetlerle hatta artarak geçiyor gibi hissettiğinden


BEZGİN


Her sabah bu bezginliği maskelemek, yoluna devam edebilmek için harcadığı o yoğuuuuuuunn çabadan


SUSKUN...


Benimki en azından böyle, daha iyi hisseden varsa ne mutlu..

3 Eylül 2009 Perşembe

İtalya Seyahati

İlk yurtdışı seyahatimizi ablam-ben-yeğenim 2004 yılında İtalya'ya yaptık.

Gidecekler için aşağıdaki yazıda sanırım yararlı olabilecek bilgiler mevcuttur. Biz çok eğlendik ve beğendik ama ilk kez gideceklere nacizane tavsiyem tur şirketini iyi seçsinler ve hangi amaçla gideceklerini önceden iyi düşünsünler.

Biz kendi adımıza gezmeyi-tarihi-turistik yerleri-müzeleri görmeyi-sokak sokak yürüyerek o şehri keşfetmeyi alışveriş yapmaya ve turla beraber gezmeye tercih ediyoruz. Ayrıca yabancı dil problemimiz olmadığından internetten seyahate gitmeden evvel o şehirler ilgili gayet detaylı bilgiler alıp bir program oluşturuyoruz. Nereyi gezeceğimizi, o yerlerin ulaşımı, telefonu vb bilgileri önceden not alıp giderseniz ve programınızı iyi yaparsanız çoğu yeri -her yeri gezmeniz mümkün değil- görebilirsiniz.

Size verebileceğim benimde yararlandığım tek internet adresi

http://www.virtualtourist.com/

Bu adresten önce ülke-sonra şehir seçerek her türlü bilgiye erişebilirsiniz.

Bizim İtalya'da gezemediğimiz yerler;

Venedik'te : Santa Croce ve Academia bölgeleri
Roma'da: İmparator Hadrian'ın müzesi ve mezarı.
Ayrıca Pazar günü Trastevere'ye gitmek yerine Fontana de Trevi'ye ve İspanyol merdivenlerine gündüz gözüyle gitmediğimiz için de pişman olduk.

Umarım tekrar gitmek nasip olur- tabii size de

1.Gün

Sabah 10.00'da uçak kalkacaktı. O yüzden sabah 7.30-8 gibi havalimanında olmamız gerekiyordu. Gürbüz bizi saat 06.45'te aldı, ablama gittik onu da alıp yola çıktık. Yolda kaza vardı ve trafik Carrefour'un orada çok sıkışıktı. Güboş arkalardan bizi götürdü ve saat 8.30'da havalimanındaydık.Onlar yani Semoş'la Güboş basıp gittiler. Ellerimizde bavullarla koskoca havalimanından içeri girerken dondum kaldım. Bir an korktum ne yapacağım diye. Sonra önümüze gelen ilk desk'te check-in için gittik. Ordan bizi information desk'e yolladılar. Orda ETS'nin kontuarını gördük. Check-in yapılacak deske gidip bavulları teslim ettik. Sonra tuvalete girdik.Ordan çıkınca gidip pasaportların çıkış damgalarını vurdurduk.Sonrada free shop'ların orda çay içip poğaça yedik. Saat 09.30 gibi kalkıp aşağı, uçağın kalkacağı kapıya gittik. Bu arada girişte 2 kez ve kapıya giderken de 1 kez polis kontrolünden geçtik. Nihayet kapılar açıldı ve güruh halinde otobüse binip biraz ilerdeki Airbus'a bindik. Güzel ve rahat bir uçaktı. En arka sıralara yakın bir yere oturduk. Ablamla ben yan yanaydık. Genco'da önümüzdeydi. 10.10'da uçak kalktı. Kalkarken biraz tırstım ama ablam korkmadı ya da öyle söyledi:)) Uçakta uyduruk yemek verdiler. Tabii hepsini yedim. 2 saat 40 dakika sonra saat 12.40'ta Bologna havalimanına indik.Yolculuk çok güzel geçti, hiç sallanmadık. Bologna'da güzel bir şehircik.Evler derli toplu , apartman yok denecek kadar az. Uçaktan inip otobüslere doluştuk ama otobüsün kalkmasıyla durması bir oldu. Yemin ediyorum 50 adım bile gitmeden yan kapıda durdu. Millet gülmekten kırıldı tabii. Sonra nursuz İtalyan'larla ilk tanışıklık olarak pasaport kuyruğuna girdik, sadece suratımıza ve pasaporttaki resme ve vizeye bakıp damgayı vurdular. Gümrükten çıkınca herkes birbirine baktı. Çünkü ortada rehber falan yoktu. Nereye gideceğimizi, neye bineceğimizi bilemeden bir müddet durduk. Sonra topluca dışarı çıktık. Orada rehberi gördük. Atilla adında 55 yaşında tam bir göçmen. Sarışın, yeşil gözlü, bodur ama atletik bir ağbi. Telefonlarımızı yurtdışına açtırmamıza rağmen çalışmadı. Evi arayıp haber veremedik. Attila abi bize telefonunu kullandırdı. Güboş'u arayıp sağ salim indiğimizi haber verdik.Neyse saat 14.00'te otobüslere bindik, şoförümüz Manuele- ki sonradan psikopat çıktı- bizi 2 saatlik yoldan Venedik'e götürdü. Yol boyu Po ovasını ve Arno nehrini gezerek gittik. Çok güzel tarlaları var, hepsi bakımlı,sulama makineli. Evler de şirin yazlık evler gibi. Her mahallede yüksek çan kulesi olan bir kilise var. Ondan uzun yapı da yok zaten. Yolda bir yerde durduk. Orada bütün benzin istasyonlarında "AutoGrill" diye restoranlar var.Ben kruvasan Genco ve ablam donut yedik.Hepimiz çay istedik. Çayı küçük çelik bir çaydanlığa koyup öyle verdiler. Hesap 7 EUR tuttu.Burada dergiden,şekere, cd'den makarnaya kadar herşey var. Ama hep kalabalık ve tabii ki kasiyerler nursuz...2 saat sonra Venedik'e vardık. Burada her turistik şehirde ayak bastı parası alıyorlar. Parayı tur şirketi verdi. Venedik eski ve yeni olmak üzere ikiye ayrılıyormuş. Biz yeni Venedik'te yani Mestre'de kalacaktık. Llyod diye kıytırık bir otele vardık. Yüksek tavanlı, daracık.Odada 4 yatak var gezecek yer yok. Tuvalet temizdi Allah'tan. Uçakta üşüdük havalandırmadan, hiç terlemedik. Dolayısıyla otele yerleşir yerleşmez duş almadan giyinip kendimizi dışarı attık. Lobiden harita aldık. Atilla abimiz bize eski Venedik'e gitmek için trene binmemizi ve "Venezia Santa Lucia" durağında inmemizi söyledi. Oteli çıkıp köşeyi dönünce alt geçitten girip tren istasyonu vardık. Ordan her kalkan tren zaten Venedik'e gidiyordu. Ama bilet alabilmek için bir kaç peron yürüdük-tabii tünellerden- .Bilet aldık.3 EUR'ya . Kalkan ilk trene bindik. Allahım ne konfor! Havalandırmalı, evdeki kanapeler gibi geniş koltuklu, kapılar yarım ve camdan! Ulan bizde olsa kırarlar o kapıları. Neyse 15 dakika sonra uzun bir köprüden geçip eski Venedik'e girdik. Ana karayı Venedik adalarına bağlayan ince bir köprüden hem arabalar hem de yan taraftan da trenler gidiyor. Tren istasyonunda suyu makinadan alıyormuşuz. İki italyan kadın yardım etti. Üstünde 0.80 EUR yazıyor ama biz 1 EUR attık geri verdi. Meğer 0.20-0.30-0.50 falan atacakmışız. Dışarı çıktık ve dünya değişti.

Tabii Mestre'de öyle kanallar falan yok. Bildiğimiz şehir. Ama tren istasyonundan inince dışarı adım atıp bambaşka bir dünyaya giriyorsun. Yorgunluk falan kalmıyor.Geniş bir meydan,merdivenlerden inince Vaporetto'lara binilecek küçük bir iskele var. İnince Genco açıktığı için cips aldı. Solda büyük bir taş köprü var. Aslında önce normal geldi köprü ama diğer köprüleri görünce bu köprü büyük geldi. Zaten 2. büyük köprüsüymüş.Kanal uzaya uzaya şehri geziyor.Meydan da bir sürü insan. Küçük hediyelik satan tezgahlar. Lokantalar, bir sürü rengarenk dükkan. Oteller, tarihi eserler, kiliseler, eski evler...Bakına bakına yürüyeme başladık. Köprüde resim çektik. Bulunduğumuz yer Santa Lucia.Sonra köprüden geçip sağa girdik. Allahım büyülü bir şehir.Dorsoduro'ya kadar yürüdük. Bazen ufacık meydanlara girdik, bazen yürüyecek yeri bile olmayan daracık yollara... Evlerin aralarından bir adam ancak geçecek darlıkta sokaklar var. Yürüdük yürüdük. Evlerin bazılarında oturanlar camdan dışarıyı seyrediyordu. Bütün evlerin ilk katları suyun içinde, tabii orada oturulmuyor. Havası serin. Akşam üşüdük bile. Venedik'te sürekli kaybolduk. Sokakların adları birbirine benziyor. Nerde olduğumuzu bulsak bile ordan gitmek istediğimiz yerlere varmak mümkün olmuyordu. Cadde yoktu ki! Bütün Santa Lucia'yı ve Dorsoduro'yu yürüyerek dolaştık. Küçüçük köprülerden geçip bir sokağa giriyorsun, ordan başka köprü başka sokak.Evlerin zilleri çok değişikti. Kapılar ağaç ve çok gösterişli.

Herkes köpeğini tasmasız gezdiriyor. Potuk'umu çok özledim o an. Duvarlarda "Per San Marko" "Per Rialto" diye yönlendirmeler var ama sokağa girince öteki sokakta o yönlendirme yok. Rastgele tren istasyonun orayı bulduğumuzda saat akşam 20.00 falandı. Bu sefer köprüyü geçmeden araya girdik. Bir sürü dükkan.Hepsi maske, murano camı satıyor. Yolun bitiminden sola döner dönmez biraz genişçe bir cadde üstünde bir Çin Lokantası bulduk. Ablam deneyelim dedi.Sokağa sandalye masa çıkardılar. Çünkü dışardaki masalar doluydu. Neyse servis ve oturma parasının hesabın %10'u olduğunu öğrenince oturduk. Fiyatlarda makuldu. Hepimiz acılı-ekşili çorba içtik. Genco beğenmedi,onunkini de ben içtim. Çok güzeldi. Sonra çin böreği ve sebzeli kızarmış noodles yedik. Yemekler çok güzeldi. Bayağı oturduk. Kanalın öteki yakasında bir adam klasik gondolcu kıyafetiyle akordeon çalıyordu. Yemek müziğimizde tam oldu. Hesap servis parasıyla 24 EUR geldi. Yorgunluktan daha gezecek halimiz kalmadı. Biraz dükkanlara bakına bakına tren istasyonuna geri geldik.

Venedik geceleri öyle Bodrum barlar sokağı gibi değil, herkes yürüyor, etrafı seyrediyor, resim çekiyor. Trene bindiğimizde saat 22.00’dı otele gelip yatana kadar 23.00 oldu. Semih aradı, sesini duyunca çok şaşırdım.Biraz konuştuk, sonra ablam namazını kıldı bizde nerde yattığımızı bilmeden uyuduk.
2.Gün:

Sabah saat 08.00'de kalktık, karşıdaki otelle bu otel kardeş otelmiş, onların kahvaltı salonunu kullandık. Çay, kahvaltılık gevrek,kruvasan, incecik peynir dilimleri, kakaolu ezme, reçel, etimekle kahvaltı ettik. Saat 09.00'da otobüslere binip Mestre limanına gittik. Buradan acaip yakışıklı ve artis bir motorcu eşliğinde motora bindik. Bizim burdaki Üsküdar-Beşiktaş motorları gibi.20 dakika sonra San Marko meydanına indik.Burası en geniş meydanı Venedik'in.

Motor iskelesinden sola doğru yürüdük ve bir atlı heykeli geçip Dükler Sarayı'na ulaştık.
Diğerlerini Attila abimiz gezdirecekti ama biz Dükler sarayına girmek istedik. Secret itinearies diye bir tur varmış hem daha uzun süre gezdiriyor hem de normal turlarda girilmesine izin verilmeyen odalara giriliyormuş ama kontenjan dolmuş- saat 11.00'de!!. Neyse bizde 33 EUR verip normal tura katıldık.

Rehber falan olmadan okların yönlendirmesiyle sarayı 2 saatte dolaştık. Girişin tavanı hep varak ve resimler, o yüzden "altın yol" deniyormuş bu yola. Ablam "duvarlara dokunun tarihe dokunun" dedi durdu.Odaların tavanları muhteşem. Hep varaklı,oymalı, bir sürü orjinal resimler var. her odanın girişinde tabelalarda italyanca-almanca ve ingilizce odanın tanıtımı var. Eserleri de tanıtıyor.Tabii resim tarihini bilmediğimizden aval aval baktık. Her odada şömineler var. Ayrıca oturacak yerler var tahta sıralar. Oturup eserlere istediğin kadar bakabiliyorsun, yorulunca dinlenebiliyorsun. Senato salonu tahta oymalı sıraları olan kocaman bir salon, buranın duvarları da komple ahşap paneller. Boş yeri yok. Ama sarayda resim ve kamera kullanmak yasak çünkü eserleri yıpratıyor. Sürekli gezinen görevliler uyarıp duruyor. Gizlice 3-4 poz çektik. Elçilik kabul salonu ise nefesimizi kesti resmen.. Devasa bir salon. En uçta arkasında İsa'nın, havarilerin ve inananların dev gibi bir tablosunun olduğu duvarın önünde kocaman yüksek bir alanda dükün tahtı ve diğer görevlilerin oturduğu koltuklar- hepsi ahşap oymalı- altta da elçilerin kabul edildiği ufacıcık sandalyeler. Gelen elçilerin yerine kendimi koydum, baştan kendini aşağılanmış hissettiriyorlar. Tavanlar varakların arasında yığınla irili ufalı resimle dolu. Odanın 4 duvarına da gene oturacak tahta sıralar konmuş. Biraz oturup soluklandık ve salonun keyfini sürdük. Sarayın yaşama bölümü bittikten sonra silahların sergilendiği salonları gezdik. Semoş gibi meraklısı için çok enterasan silahlar vardı, oklardan pistollara,kılıçlardan gürzlere kadar tüm silahlar vardı. Ayrıca zırhlar eski çanak çömlek parçaları. Silah bölümünün balkonundan resim çektik. Dükler sarayını zindanlara bağlayan "ponte sospiri" yani iç çekiş köprüsünden geçtik.

Bu köprü kapalı bir köprü ve duvarlarında küçücük oymalar var. Mahkumlar ölüme gitmeden önce bu köprüden geçerken derin derin nefes alırlarmış ve havayı son kez içlerine çekermiş. O yüzden adı iç çekiş köprüsü kalmış. Zindanlar daracık, karanlık yerler.Meşhur Kazanova da burada yatmış. Onun hücresini de gördük. Saraydan çıkış seni hediyeliklerin satıldığı yere yönlendiriyor. Baskılı kağıtlardan broşürlere, eşarplardan havlular,sabunlardan defterler kadar herşeyde kanatlı Venedik Aslanı motifi var. Ayrıca kafeteryası da var ama biz girmedik. Saraydan çıkıp San Marko meydanında gezindik. Etraf güvercinler ve turistlerle dolu. Üç tarafı dükkanlar ve restoranlarla çevrili. Bazı restoranların canlı klasik müzik icra eden sanatçıları var. Dükkanlarda çok güzel mücevherler-hediyelik eşyalar-murano heykelleri var ama acaip kazık.Epey uzun yürüyüşlerden sonra bir yerlerden sandviç aldık. Ara sokakta üç masa bir kaç sandalye koymuş. İçerde şarap, tilt makinası, sandviçler vardı. Bizimkisi Genovese sandviç, peynirli,domatesli,marullu. Isıtıp öyle verdiler. Adamcağız sevimli ve güleryüzlü ingilizcesi kötü ama anlaştık.Sandviçi küçük bir tahta küreğe koyup getiriyor.Hesap 9 EUR geldi. Sunuştaki özen zaten neden onların alıp başını gittiğini açıklıyor. Daracık dükkanın karşısında evlerin teras katlarını birbirine bağlayan köprü var,pencerelerden çamaşırlar ve çiçekler sarkmış. Burada hemen hemen her sokağın başında sunak gibi bir yer var.Sunakta ya İsa ya Meryem heykeli, mumlar ve çiçekler var. Bizim sokakta da var tabii. Biraz ayaklarımızı dinlendirdikten sonra gene yürüdük. Epey yürüdükten sonra ufak bir meydana geldik.

Burada seyyar bir manav ve küçük birkaç kafe ve birkaç antikacı dükkanı vardı.İnsanlar meydanda nereye bulduysa oraya oturmuştu, her meydan da olduğu gibi burda da ufak bir çeşme vardı. Çeşmenin etrafında insanlar, köpekler,kalabalık ve hararetli konuşmalar. Küçük bir kafede bir kutlama vardı. Şık elbiseli kalabalık bir grup şarkılar söyleyip eğleniyorlardı. Başka bir daracık sokaktan doymamış olduğumuz için dilim pizza aldık 3 EUR verdik. Geniş bir dilim domatesli peynirli ve çok lezzetli pizza yedik. Kahverengi kağıda sarıp verdiler. İçerde zenci bir kız servis veriyordu. Oturacak yer yoktu.Adamlar sadece öğlen çalışıyorlardı. Meydandan sonra yürüdüğümüz ara sokaklarda bir yerden ömrümde yediğim en güzel dondurmayı alıp yedik. 10 EUR tuttu. Hepimiz 3'er top yedik. Benimli vişneli, venetian ve karamelliydi.Gene kaybola kaybola San Anzolo meydanına geldik. Bu ufak meydanda da kafeler, eski evler, çiçek dolu teraslar vardı. Merdivenlere oturup dondurmamızı yerken birden meydandan arya sesleri yükseldi. Önce teypten çalıyorlar zannettik. Ama bizim oturduğumuz köşeden görünmeyen bir köşede epey yaşlı bir adam teypten müziğe kendi sesi ile şahane aryalar söylüyordu.İnsanlar başına birikti bütün meydanda adamın sesi duyuluyordu. Mikrofon kullanmadan o kadar güzel sesini ayarlayarak bize ömrümde işittiğim en güzel aryaları söyledi. Yüklüce bahşiş verdik. Sanırım 3 EUR kadar. Ama her kuruşunu helal ettik. Hatta ömrünün kalanında dert görmesin diye dualar ettik amcaya.Epey aryaları dinledikten sonra başka sokaklara daldık. Ara sokaklarda kaybola kaybola tesadüfen San Marko meydanına geri döndük. Meydanda San Marko bazilikası ve saat kulesi var. Bazilikaya kolsuz ya da şortlu kimseyi almıyorlar. Öyle gelenlere de kağıttan şallar veriyorlar omuzlarını ve bacaklarını örtsün diye. Acaip kuyruk var, biraz gezindik ara sokaklarda sonra tekrar geldik ve içeri biraz bekleyip girdik. Dışı süslemelerle dolu ama içi karanlık ve sade. San Marko bazilikasına giriş bedava ama altın kemer ki San Marko burada gömülü giriş paralı. Uzaktan gördük pek etkileyici değildi. O yüzden oraya girmedik. Çıkıp gene ara sokaklarda kaybolarak Rialto köprüsüne gittik.

Burası da kapalı bir köprü epey büyük. Köprü üstünde fotoğraf çektikten sonra sağlı sollu dükkanları gezdik. Ben Semih'e,Genco'da kendine İtalya tişörtü aldık. Genco orda pembeli bir kıza vuruldu. Kız Allah için çok güzeldi. Köprüyü geçtikten sonra ise manavlar,ev yapımı makarnalar satan tezgahlar vardı.Buradan vaporettoya bindik.
1 numaralı hat. Büyük Kanalda 40 dakika gezdik. O sırada yağmur yağmaya başladı. İstemeye istemeye içerde oturduk. Tekrar San Marko meydanında vaporetto'dan indik.Burdan yürümeye devam ettik akşam olmuştu. Ablam gene bir Çin lokantasında yemek istedi. Bir maske dükkanının vitrinine bayıldık resmini çektik onun tam karşısında Çin lokantası vardı ama 3 saat aradık ne o sokağı ne de o lokantayı bulduk. Rialtonun aşağılarında bir ara sokaktan kendime tülbent kumaşından bir tunik aldım 23 EUR. Tezgahtar kız çok ilgilendi, başka beden başka renk gösterdi . Gene bakına bakına yürüdük. Hem yorgunluktan perişan olduk hemde acıktık. İçerde tahta sıraları olan bir pizzacıya daldık. Tabii domuz etsiz pizza istedik garsondan.Adam da vücut çalışmış biriydi ve masanın önünde bize neyin içinde domuz yok izah etmeye çalıştı. Birinde at eti varmış ya da biz öyle anladık çünkü adam resmen kişnedi.Hepimiz kırıldık gülmekten adam da güldü bizimle. Vejetaryen pizzası yedik.Ömrümde yediğim en lezzetli biberler vardı ama malzeme azdı ve tadı de pek iyi değildi. 33 EUR verdik. Biraz dinlendik. Ona buna laf attık. Orada hiç Türk olmadığı için küfürlü konuşarak millete sataştık. Sonra gene kaybola kaybola San Marko meydanına geldik. Saat kulesinin karşısındaki taşlara oturup geleni geçeni seyrettik. Saat 22.00'de Attilla abimizle buluşana kadar vitrinlere baktık, gece meydanı aydınlatıyorlardı. İnsanlar meydanda dans ediyor, kafelerde klasik müzik çalan 3-4 kişi var. Çok güzel bir ortamdı.Sonra tekneye binmek için grupla buluştuk ve tekneyle Mestre limanına geldik. Ordan otobüsle otele götürdüler bizi.Lobiden su aldık 3 EUR ve odada sigara içtim. Genco walkman dinledi ve en nihayet yattğımızda gece saat 01.00 olmuştu.

3.Gün

Ertesi sabah kahvaltıyı gene kardeş otelde yaptık. Aynı menü, yanlız ilk gün bizim Türkler peynirlere saldırdığı için bu sefer daha az peynir vardı. Saat 09.15 gibi arabalara binip önce bir ayakkabı mağazasına gittik. Tabii millet deli gibi alışveriş yaptı. Biz almadık çünkü hem pahalı hem de çok güzel değil ayakkabılar. Aynı fiyata burdan da alınır. Tekrar otobüslere binip Floransa'ya hareket ettik. Öğlen yemek molasını gene bir benzin istasyonundaki AutoGrill'de durduk. Gene domuz yemediğimiz için kruvasan yedim, Genco'da tavuklu sandviç yedi. Çay içtik. 10 EUR hesap verdik. Öğlen 13.10 gibi Floransa'ya vardık. Ayak bastı parasından sonra Michaelangelo tepesine gittik.

Burası tüm şehri kuşbakışı görebileceğin bir yer. Bulutlar , evler, katedral, kiliseler hepsi görünüyordu. Arno nehri bu şehri de ikiye ayırmış. Ama her yere yürüyerek gidilebiliyor. Buradan ben kendime cameo kolye ucu aldım 3 EUR , Genco annesine küçük bir kutu aldı. Burda yarım saat kaldıktan sonra meydanlardan nihayet caddelerden geçerek otele yakın bir parka vardık. Burada bazı sokaklara otobüslerin girmesi yasak olduğu için bavulları alıp 5 dakikalık yürüyüşle saat 14.30'da otele geldik. Hotel Basilea kaldığımız en güzel oteldi. Tavanlar çok yüksek, pirinç yataklar, tahta panjurlar, abajurlar ,değişik duvar kağıtları. Panjurları açınca komşu evlerin balkonlarını görebiliyorduk. Otelde duş aldıp ve kendimizi dışarı attığımızda saat 16.00 olmuştu. Sokaklarda dolandık,

hep 4-5 katlı apartmanlar ama hepsi eski ve bakımlı, dükkanlar hep marka ve pahalı. Zaten Floransa Milano'dan sonra modanın 2. başkenti ve en zengin şehirlerden biri. Yürüyerek şehri dolaştık. Otel Duomo'ya yani katedrale çok yakın.

Her şehirde bir Duomo ve yanında da Vaftizhanesi var. Buradaki Duomo Avrupa'nın 3.büyük katedrali, dışı renkli mermerlerle bir sürü heykelle süslü. Giriş bedavaydı. İçeri girdik. Mum yakıp dua ettik. İçerisi sade ve boş sayılacak kadar az eşya ve dua yeri var. Yabancı dilde günah çıkarmak için ek ücret ödeniyor. Burada biraz oturduk dinlendik. Sonra çıkıp vaftizhaneye girdik. Oraya da girerken 9 EUR para verdik. Vaftizhanenin kapıları bronzdan ve yapımı tam 29 yıl sürmüş. Bir kapısı incilden sahnelerle süslü ve adı "Cennet Kapısı".
İçerde kubbe komple altın mozaik. En tepede İsa ve altında 12 havarisi resmedilmiş. Gene tahta dua sıralarına oturduk, dinlendik, içerdeki süslemeleri mozaik işlemeleri seyrettik. Kapıdaki güvenlik görevlisine San Miniato manastırındaki duayı sordum. Manastırı bildiğini ama dua saatlerini bilmediğini söyledi.Vaftizhaneden çıkıp yürürken 2 katlı otobüs gördük. Biletçi kıza sordum, Michaelangelo tepesine gidiyormuş ve 24 saat bilet bedeli adam başı 20 EUR. Aptal gibi gidip bindik. Taksi tutsak en fazla 20-30 EUR öderdik herhalde. Neyse 20 dakikada bir de geri dönüş otobüsleri varmış. Bindik ve 2.katta açık havada rüzgar eşliğinde yol aldık. Kulaklıkla tanıtım vardı civar evler ve anıtlar hakkında onları ablamlara anlattım. Arada da klasik müzik çalıyordu. Düşünün bir yandan klasik müzik bir yandan rüzgar bir yandan her iki tarafı ağaçlık çok güzel yollardan tepeye tırmandık. Önce Michaelangelo'nun gömülü olduğu kiliseyi gezdik. Sonra oradaki bir Amerikalı kadına sordum ve manastırın merdivenlerden çıkınca tepede yer aldığını öğrendim. Tepeye çıktık. San Miniato Manastırı kocaman bir bahçe içinde kocaman bir yer.

Burada tavanlar ahşap ve işlemeli ama varak falan yok. Sade bir yer. Bazı insanlar içerde serin serin oturuyorlardı ama keşişler ortada yoktu. Saat 17.00'ydi. Önce manastırı gezdik sonra bizde oturduk, derken 17.40'te ilk keşiş geldi. Herkes merdivenlerden aşağı indi, bizde indik. Dua sıralarına oturduk ve 6 keşiş daha geldi. İçlerinden genç olan biri yeşil bir cübbe giymişti.Sesi önce komik geldi ama sonra gırtlaktan çıkan bir sesle rutin bir havada duaya başladı. O durduğu zaman diğer keşişler ilahiye devam ediyordu. Bir lahitin etrafında küçücük açık bölmelerde ayakta dikiliyorlardı. Lahit kafes içindeydi. Keşişler dua kitabı verdiler. İçerde genç yaşlı bir sürü insan birikti. Sığmayanlar merdivenlerde izledi ayini. Bizim yanımızda bir italyan kız vardı. Mezarın San Miniato'ya ait olduğunu söyledi. Bir saatten fazla duayı izledik. Gencay sıkıldı ve ekmek şarap ayini başladığında çıktık.Michaelangelo tepesinde 2 katlı otobüsü bekledik.Beklerken Arap müzisyenlerle caz müzisyenlerinin fusion konseri için prova yaptıkları yerde durduğumuz için bedava konser de dinledik.Yarım saate kalmadan iki katlı otobüz geldi ve binip şehre geri döndük. Floransa'nın 13.yy yapılan ve 2.Dünya Savaşı'ndan sağ çıkan tek kapalı köprüsü olan Ponte Vecchio'ya gittik .


Çok şirin bir köprü. İçinde yığınla kuyumcu dükkanı var. Köprüde resimler çektik, dükkanlara baktık. Köprüde yan yana park etmiş 3 motorlu polis vardı. Hem havalı hem de yakışıklılardı. Otelin oralarda bir yer bulduk yemek yemek için. Arkada imal ediyorlar ve önde aluminyum tabaklarda satıyorlar. Ben ve ablam mantarlı spaghetti Genco kıymalı spagetti yedik. Tabii Genco ve beni bu yemek kesmeyince birer de Lazanya yedik. 14 EUR gibi komik bir para verdik ve italya'da yediğimiz en lezzetli yemekti bu. Kalktık Duomo meydanına gittik orası da piyasa yeri herkes yürüyor herkes şık herkes havalı. Bizde pandomimcileri sokak ressamlarını seyrettik. Gidip bir yerde capuccino içtik 11 EUR hesap geldi ve çok güzeldi kahveler. Gece 01.00'e kadar oyalandık dükkanlara baktık ve dönüp yattık.

4.Gün

Sabah kahvaltımız eziyet oldu çünkü kahvaltı salonundaki gıcık ve yaşlı teyze ayağa kaldırmadı. Zor bela kahvaltı ettik ve Atila abinin ayarladığı turla Pisa kentine gittik. 1.5 saat yoldan sonra küçücük şehre vardık. Katedral-Vaftizhane ve Pisa kulesi yan yana.
Genco babasına anahtarlık ve kendine Pisa tişörtü aldı. Yarım saat kalıp geri döndük. Gidilmese de olurdu ama kule hakikaten ilginç. Üst katları değil ama giriş kapısı bayağı yan yatmış. İçeri giriliyordu ama gözüm yemedi 450 merdiveni tırmanmayı. Saat 13.30'da otobüslere binip öğlen Floransa'ya döndük ve öğlen yemeğini gene o makarnacıda yedik bu seferde pesto soslu lazanya yedim. Otele dönüp duş alıp dinlendik. Öğlen 14.00 gibi çıktık Çin kıyafetleri satan bir dükkandan Semih'e çin ceketi ve pantalonu aldım. 30 EUR. Genco'da kendine hip hop kıyafetleri satan bir yerden fileli bir basket forması takımı aldı 70 EUR'ya. Sonra saat 16.00'da Duomo meydanında grupla buluşup Uffizi sarayına gittik.

30 EUR verip sarayı gezdik. Aslında saray sadece resim galerisi, ama 3 saatte ancak gezebildik. Dünyanın en önemli ressamlarının orjinal resimlerini gördük. Bütün galerilerde havalandırma tertibatı var %43 nem ve 20 dereceye ayarlı ve her galeride çalışanlar eserlere dokunulmasına engel oluyor. Çerçeveleri bile sanat eseri. Binlerce resim var. Her galeride oturacak deri sıralar var resimlere saatlerce bakabiliyorsun. Tabii biz o kadar bakmadık.
Sarayın olduğu yer bir açık hava heykel müzesi. Michaelangelo'nun ünlü Davut heykelinin bire bir kopyası var. Başka bir sürü heykel ve güzel de bir çeşme var.Akşam çıktığımızda Santa Croce mahallesine gittik. Orası öğrenci mahallesiymiş. Yemek yemek için klasik bir İtalyan lokantasına gittik. Mozarella ve domatesten oluşan caprese, mantarlı zeytinli makarna yedim, Genco spagetti yedi gene! Ablamda haşlama sebze,yedi. 37 EUR hesap verdik. Fena değildi ama makarnacının yanında esamesi okunmazdı ve bayağı pahalı sayılırdı. Ayrıca siparişi ben verdiğim için garson salağı "hepsini siz mi yiyeceksiniz" diye sordu. Epey güldük. Neyse çıktık gene meydanlarda insanlara bakına bakına dolaştık. Dondurma yedik ama Venedik'teki kadar güzel değildi. Dondurmacının orda bir ingiliz bulldog vardı. Çok şişko ve çok sevimliydi. Motorlu bir amcaya ne şaklabanlıklar yaptı. Bende sevdim köpüşü. İyi geldi ama pisti ellerim koktu. Gece gene pandomimcileri seyrettik. Dükkanlara baktık ve gene aynı kafede capiccino içtik. Gece otele döndüğümüzde saat 01.30'du ama ne yollarda rahatsız eden vardı ne de sarhoş biri.

5.Gün

Sabah 07.00'de kalıp gene kahvaltı ızdırabını çektik. Gestapo teyzeye bir gün daha katlanamazdık. 08.00'de otobüslere binip saat 10.00 gibi San Giminiano köyüne gittik.

Burası küçücük bir Toskana köyü. Sadece 1 cadde ve sağlı sollu alışveriş mağazaları var. Şarabı meşhurmuş, tabii yağmacı alışverişkolikler kendilerini kaybetti.40 dakika sonra buluştuğumuzda herkesin eli kolu poşetler ve şarap şişeleriyle doluydu. Bizde sadece kurabiye aldık yedik. Ordan Siena kentine gittik.

Küçük bir ortaçağ kasabası. Büyük bir meydanı var. Meydandaki çeşmede saat 14.15'te buluşmak üzere ayrıldık. Burada çok şirin ufak dükkanlar ve küçük kafeler var.Sokağa 2 sandalye masa atan kafe yapmış. Hepsi de dolu. Ara sokaklara girdik ama harita olmadığı için ve vakitte az kaldığı için çok dolanmadan ambulans merkezinin hemen yanındaki 2 masalı lokantaya oturduk. Gölgelik bir yerdi,ablamla ben lazanya yedik ama berbattı. Yağı hemen dondu, Genco'da domatesli mozarellalı pizza yedi. 23 EUR verdik ama kötüydü. Sonra otobüslere bindik 14.40'ta hareket ettik. Doğru Vatikan'a gittik. Saat 18.30'da otobüs Vatikan'ın garajına girdi. Orada randevuluymuş otopark. Dolayısıyla psikopat Manuele bizi uçarak getirdi. Otobüslerden inip San Pietro bazilikasını gezdik.

Dışı sade ama içi tüm İtalya'da gördüğüz en şaşaalı kilise. San Pietro iki tarafı 4 sıra kolonları olan bir meydan. İçerde resim çektiriyorlardı.Ayrıca askerlerin nöbet değişimini gördük. Saat 19.00'da kapandığı için uzun süre gezme fırsatımız olmadı. Ordan otele geldik. Hotel Archimede Termini metro istasyonunun hemen 2 sokak arkasında. Duş alıp biraz dinlendik saat 21.00'da Attilla abimiz ve diğer alışverişperver insanlarla beraber buluşup metroyla İspanyol merdivenleri ve Aşk Çeşmesi-Trevi çeşmesi-ne gittik.
Metroda B hattına bindik 6 EUR gidiş-dönüş. Spagna'da indik.

İstasyondan çıkar çıkmaz İspanyol merdivenleri var.
Hınca hınç insan dolu. Sanki orası buluşma yeri.Resim çektik ama çıkmadı çok karanlıktı. Ordan Trevi çeşmesine gittik
.
Mahşeri bir kalabalık. Çeşmeye para attık ve halkımızla beraber bir restorana girdik Attilla abi kazığı yedik. Yok turist menüsü var ucuz dedi ama 44 EUR veripte bir şeye benzemeyen yemek yedik. Saat 22.15'te yemek geldi sebze çorbası,ravioli,yeşil salata,roast beef,spagetti bolonez ve ızgara biftek ve patates kızartması yedik. Ama ravioli un tadında, yeşil salata 6 yaprak-saydım- marul- roast beef tatsızdı. Bir tek Genco'nun yediği ızgara biftek güzeldi. Gruptan ayrıldık çünkü millet şarap içip vatan kurtarmaya başladı. Gidip metroya bindik ve otele döndüp yattık.

6.Gün

Sabah 07.30'da kalkıp otelde kahvaltı etmeden çıktık. Kahvaltı 08.30'daydı ama biz Vatikan müzesine gideceğimiz için erken çıktık. Bir gazete büfesinden adam başı 4 EUR'ya günlük bilet aldık.Metroya binip Octaviano durağında indik. Milleti ve okları takip ederek müzeye gittik.

Sıraya girdik ama kapının önüne geldiğimizde buranın grup turistlere ait olduğunu öğrendik. Bizim gibi münferit turistlerin kuyruğu tam 9 sokak dolanıyordu ve adım ilerlemiyordu.Vazgeçtik geri dönüp metroya bindik ve Termini tren istasyonuna geri döndük.Metroda kahvaltı ettik. Ben ve Genco 2'şer ablam 1 tane peynirli maydonozlu ekmek yedik ve çay içtik. Hesap 18 EUR ama çok doyurucu ve lezzetliydi.Metrodaki gazeteciden harita aldık 5 EUR ve tekrar metroyla binip Collesium durağında inip Colesium'a gittik.

Kalabalık bir sürü otanik Roma askeri kılıklı adam vardı. Turistler fotoğraf çektirmek için para vermek zorunda kalıyor. Orada bir kemer var o kemerin üstündeki süsler Bizans İmparatoru’nun hediyesiymiş. Colesium’da bir sürü de hediyelik eşya satanlar vardı. Ordan yürüyerek Pantheon'a gittik.

Girişi bedava olan ama güzel bir eser. 2 yy.'dan kalma. İçerde biraz oturup dinlendik.Daha sonra yürüyerek Kemik Kilisesi'nin olduğu Piazza Barbarini'ye gittik. Ama kilise 2003 Ekim'inden beri tamirattaymış onun için içeri giremedik. Victor Emmanuel anıtını gördük ama içine girmedik.
Geri dönüp Metro'ya bindik ve öğlen 13.30'da otele döndük. Duş alıp yattık. Roma cehennem gibi sıcak. Dolayısıyla öğlenleri gezmek akıl karı değil. Zaten çoğu yerde kapalı. 17.00'ye kadar uyumuşuz. Kalkıp biraz daha oyalandık ve 18.00 gibi çıkıp otelin yakınındaki Çin Lokantasına gittik. Yemekler şahaneydi. Acılı-ekşili çorba-çin böreği-tatlı-ekşi tavuk-sebzeli et ve sebzeli noodles yedik. Hesap 37 EUR. İlk kez ağız tadıyla tıka basa yemek yedik. Ordan çıkıp metroya bindik ve Spagna'da inip Piazza Navano'ya gittik.

Bizim Ortaköy gibi, sokak sanatçıları, tezgahlar,restoranlar. Oraya oturup dondurma yedik. 22.30'da kalkıp yürüyerek Piazza Popoli'ye gittik.

Kimseler yoktu metalci gençlerden başka. Meydandaki çeşmenin basamaklarına oturup biraz dinlendikten sonra tekrar metroya gittik. Popoli durağında binip Termini'ye döndük.Otelin yakınındaki snack barda cappicino içtik 4 EUR. -Floransa'da 11 EUR- Otele dönüp yattığımızda saat 00.30 gibiydi.

7.Gün

Sabah 08.00'de kalkıp kahvaltıya indik. İlk defa meyve verdiler. Ordan Termini tren istasyonundan bit pazarına (Porte Portese) giden otobüs numarasını öğrenmek için information'a gittik.170 numaralı otobüsle Porte Portese pazarına gittik.

Önce yolculara sorduk ama kimse İngilizce bilmiyordu. Sonra yaşlı bir çatlak otobüse binip beni yerimden kaldırınca ordakiler sinirlendi. Ama teyze deliydi. Yaşlı ve nur yüzlü bir amca bize işaretlerle ineceğimiz yerde indirdi, sağa sapın dedi ve çantalarımıza dikkat etmemizi tembih etti.Bizim Salı pazarı gibi ama tek caddede. Ablam çin bluzu 10 EUR, ben terlik 12 EUR ve elbise 35 EUR ve Genco'da bileklik aldı 6 EUR. Öğlen 12-12.30 gibi Genco ishal oldu, Pazar günü her yer kapalı olduğu için zor bela bilet bulduk, ordan insanlara sora sora 75 numaralı otobüsle geri otele döndük, yatıp uyuduk.16.00'da kalkıp otelin yakınındaki bir yerde cappicino içip peynirli mantarlı tost yedik. Kötüydü. 9.50 EUR. Ordan ablamla ben otobüsle Trastevere'ye gittik ama tabii Pazar günü her dükkan kapalı.

Boşa gittik.Geri otele otel garındaki mağazadan Semoş'a gömlek aldım 30 EUR. Su ve Sprite aldık 10 EUR otele döndük duş alıp giyinip Çin lokantasına gittik. Bu sefer gene acılı-ekşili çorba-çin böreği-sebzeli biftek-sebzeli noodles ve kızarmış dondurma yedik. Hesap 36 EUR. Kalktık marketten enişteme 9 EUR'ya 2 şişe şarap aldık. Saat 23.00'te otele döndük bavulları topladık.Otelin ordaki snack barda gene cappicino içtik saat 12 gibi döndük odada TV seyrettik. Saat 02.00'de Manuele hıyarı bizi alıp son sürat keskin virajlara girip, milletin arabasını milimle sıyırarak sabah 07.30'da Bologna'ya getirdi. Epey kızdık. Uykusuzmuş diye yolda durup AutoGrill'de kahve içti 4 tane. Ben de şikayet ettim. Madem vakit dar diye hızlı gidiyormuş, zaten gece 02.00'de yola çıktık, o zaman 01.00'de çıkardık,24.00'te çıkardık paşa paşa gelirdik. Neyse 08.00'de rehberle vedalaşıp check-in'e bavulu verdik. Saat 09.45'te kalkması gereken uçak 10.45'te kalktı. Kapıların açılıp yerleşmemizle kalkış 11.15'te oldu. Saat 13.45'gibi İstanbul'a indik. Gene pasaportlara giriş damgası vurdukmak için sıraya girdik, ordan bavulları aldık, Güboş gelip bizi kapıdan aldı. Eve geldiğimde saat 16.00 gibiydi. Çok yorucu ama hayatımın en güzel tatiliydi. Manuele kısmı hariç....


İspanya ilginizi çekiyorsa bu gezimizi okumak için tık