29 Ocak 2009 Perşembe

Zamanı dondursak













Şimdi zannedeceksinizki "zamanı dondursak kızımla şunu bunu yaparken kalsak" diyeceğim.
Yok vallahi.
Dün akşam serviste eve dönerken o kadar canım sıkkındı ki, maddi zorluklar, ekonomik krizden etkilenmemiz,9 sene daha ödemem gereken maaşım kadar ev taksitlerim, 500 milyon gelen kalorifer parası,ödenmesi gereken bakıcı ücreti, faturalar, yemek içmek gibi zorunlu giderler vs vs derken o kadar bezdim ki gözlerim açıkken şu an geçmişte çok mutlu olduğum hangi anları dondurmak ya da yeniden yaşamak isterdim diye düşündüm.
Aklıma neler gelmedi ki?
İş için gittiğim ilk yurtdışı seyahatim İngiltere. Londra'nın banliyosu Surrey'deki o güzel pub'da yediğimiz öğlen yemeği,Hyde Park'ta yürümek, Regency Streey'teki dükkanlar, minik ve lezzetli cafeler, kat kat kitapevleri, yemyeşil parklar, sokaklarda İngilizceden çok başka diller duyunca şaşırmam, Madame Tussout mumya müzesi. Soğuk ve ruhsuz bulduğum Almanya (Münih daha doğrusu, Hannover gene az biraz daha yaşanır gibiydi). Milano'nun kapalı çarşısının tavan işlemeleri, minicik pastanede yediğimiz lezzetli tatlı, Torino'da bir aile lokantasında 3 Afgan tazısı ile makarnaları paylaşmak.
Bekarken arkadaşlarla toplanıp iş çıkışı Beyoğlu'nu turlamak, takılara bakmak, kitapları karıştırmak,o zamanlar yaygın olan müzik kasetlerinden almak,Nevizade'de soğuk buz gibi şarap içmek, Fenerbahçe'de çay-kahve-kızlarla sohbet,dedikodular.
Ablam ve yeğenimle Venedik'te sokak sokak gezmek, serin havası, altın rengi suları, müzeleri, eski evleri, maskeler, murano camından hediyelikler, köprüler, sadece yürüyecek yeri olan daracık yollar, araba olmadan gezmek, gezmek, gezmek. San Marco meydanında güvercinler, canlı klasik müzik çalan müzisyenlerin olduğu cafeler, sokakta canlı canlı arya dinlediğimiz o muhterem yaşlı amca, meydanlar, kalabalıklar, Dükler Sarayı'ndaki tablolar, tavan resimleri, Floransa'nın o güzelim sokakları, şık butikleri, sokak göstericileri, cafeler, piyasa yapan gençler, Uffizi müzesi, kiliseler, Duomo Katedrali, San Miniato manastırındaki dua, ille de heykeller, Siena şehri'ninde olduğu Toscana bölgesinin o muhteşem görüntüleri, arnavut kaldırımlı yolları, yöresel şarapları, minik dükkanları, el işi ayakkabı satan o güzelim dükkanlar, sıcacık Roma, insanları da sıcak, devasa Termini tren istasyonu, saatlerce Vatican müzesinde sıraya girip te içeri girememek, Trevi çeşmesi'ndeki o acaip kalabalık, attığımız para ve yeniden gitme dileğimiz (inşallah gerçekleşir değil mi abla?), İspanyol Merdivenleri,gece ressamların ve sanatçıların toplandığı Navarro meydanı ve nefis dondurmaları, Collesium ama ille de Pantheon.
Gene ablamla gittiğimiz Barcelona'nın o güzelim havası,müthiş Akvaryum'u, dükkanları, El Corte Ingles mağazası, Mercat balık pazarı, sokak göstericileri, metrosu (vallahi de güzeldi), otele giden dik yokuş, ordaki minik büfe (sadece 2 masa ve 4 sandalye), tepeleri, Gaudi'nin o acaip garip görünüşlü evleri, harika parkları, dağların en tepesine saklanmış Monserrat şehri ve manastırı, resim müzesi, hızlı treni, uçurumun kenarındaki lokantasında yediğimiz soğanlı biftek, Madrid'in asil hali, Kraliyet Sarayı'nın görkemi, çeşmeler,parklar, saat 21.00'de ancak kararan havası,Almuende katedralindeki elektronik mumlar (50 cent'e 1 mum yanarken biz 2 EUR atınca 4 mum yerine belki 10 mum yanması ve ablamla müslüman imanının gücü bu ulan diye kikirdememiz), ahhh o müthiş Prado ve Thyssen müzeleri, ama illede ortaçağda donup kalmış Toledo. Kalesi, kiliseleri, müzeleri, oyuncak ev eşyaları satan dükkanlar, vaftiz elbiseleri satan dükkanlar, eski evler, balkonlar...
Sonra müthiş bir suçluluk duygusu!
Hayatta en çok sevdiğim kızımın beni mutlu edecek anlarının hiç o donup kalmasını istediğim anların içinde yer almaması..
Bıktım mı ben çocuktan? Evlilikten?
Kötü bir annemiyim ne?

27 Ocak 2009 Salı

İşyerinde ne kadar sabır gösterilir

Bazen kendi kendime şaşıyorum, ulan ben hakikaten ne sabırlı adammışım diye.
Benim iş maceralarım başından beri kötüdür, annemin o lüzumsuz "büyüklerine karşılık verilmez, Allah adamı çarpar" tadında eğitimi neticesinde hiç bir zaman hakkını savunamayan ben, kendimi savunmak icap ettiği zamanda lal olur kalırım. Olay geçtikten sonra "keşke şunu şunu deseydim" diye kendi kendime kızarım ama olay anında dut yemiş bülbüle dönerim.
Benim iş hayatım emekli öğretmen bir babanın kızı olduğum için üniversite harçlığımı çıkarmak amaçlı olarak üniversitenin ilk yılında yani 1987'de başladı ve HALEN devam ediyor. Okurken tezgahtarlık,ön muhasebe,sekreterlik,kapı kapı pazarlamacılık,muhabirlik,tabela yapımı gibi ne kadar alakasız iş varsa çalıştım. Mezun oldum bir holdingte çalışan teyzemin kızı sayesinde sekreterlik işi buldum. Sonra çok çalıştığım için semer vuracaklarını anlayıp evrak elemanı,hava kargo sorumlusu yaptılar. Ordan "management trainee" adı altında grup şirketlerinde finansman elemanı,ar-ge elemanı yaptılar. Sonra krizde (eski) işten attılar, o arada 4 ay iş aradım, tam sekreterlik işi buldum, 1 ay sonra meme kanseri oldum, tedaviler falan derken tam 3,5 yıl iş aradım. Başvurmadığım pozisyon, görüşmeye gitmediğim semt kalmadı ve şu an çalıştığım yere girdim. İlk görüşme tam 2 saat sürdü. Görüşmede eski türkçe yazıları (rücu ederim vs) ingilizceye, ingilizceden Türkçe'ye çevirilirdi, word, excel sınavları yapıldı(bilgisayar bilgisini ölçmek amaçlı) en sonunda da el yazısı ile özgeçmiş (meğer patron el yazısından karekter tahliline sarmış o ara) yazdırdılar. Dışarda bekleyen eşim "herhalde bizimkini işe aldılar" diye bile düşünmüş. İlk önce patron sekreteriydim, sonra İngilizce iyi olunca pazarlama departmanına aldılar. Buranın başı bir Yahudi, baştan beri birbirimizi hiç sevmedik ama buradan benim ırkçı olduğum falan zannedilmesin,
kendisi insanları 2'ye ayırıyor.
Aptallar- Biz
Akıllılar-Kendi ve diğer ceo'lar, patronlar.
Birşey anlatır değil mi, sorar "anladınız mı?"
Ulan 20 senedir çalışıyorum, senle 6 senedir çalışıyorum, zeka kapasitemi hala öğrenemedin mi?
Ofis açık ofis ortamı olduğundan herşeyi dinler, sizi gözetler. Diyelim telefondasın, daha kapamanı beklemeden yanında biter "şöyle şöyle de deyin" diye hatırlatmalarda bulunur, "kiminle konuşuyorsun, neden öyle dedin" vs vs. Gerilirsin ama yapacak birşey yok. Yaş 40 olunca halen müdür pozisyonunda değilsen kimse seni işe eleman ya da şef vs olarak işe almak istemez, EN GEÇ 35 isterler,hem tecrübeli isterler,hem ucuz isterler. Fakat bir müşteri yüzünden çalışmak zorunda kaldığım asıl şirket sahibinin oğlu ile olanlar bana bu Yahudi'ye bile şükretmek zorunda bıraktı.
Bu şirket sahibinin oğlu epey genç 30 yoktur sanırım, Amerika'da okumuş, finans ve mali işlere bakıyor ama benim temsil ettiğim bir müşterinin de işini yapan fason firmanın kurucusu. Bu imalatçı firma bizim firmanın iştiraki, başındaki hanım bir adet çatlak, asıl patronun sevgilisi,o yüzden kimse ona laf söyleyemiyor.
Bu hanım teyze imalat şirketinde asıl üretim sorumlusu adamı "namaz kılıyor" diye işten attırdı, sonra işler kendisine kalınca burada imalatta çalışan ve çok sevdiği bir genç çocuğu orda işe aldı. Güya bu namazlı adamcağız giderken tüm dosyaları silmiş. Ben sipariş geçiyorum, hatırlatma yazıyorum, 10 gün oluyor tık yok. Bu arada telefon açtığımda ise "abla bugün teyitleri vereceğim, yarım saat sonra arayacağım" vs diyerek beni atlatıyorlar. Bende üretimdeki genç oğlana ve ayrıca hem patronun oğluna hem bu hanıma mail yazarak sorunları anlatıyorum. Madde halinde ne bilgiler beklediğimi yazıyorum. Sonuç?
Patronun oğlu beni çağırıp "onlar denize düştü, sizde bu kadar hatırlatma maili geçince sanki onların durumu ile alay ediyor gibi gözüküyorsunuz" diyor. Ne???
Benim gidip özür dilememi ve konuyu kapatmamı istiyor. Bu fason şirkete telefon açıp görüşmek için gelmek istiyorum ama telefona bile çıkmıyorlar. Patronun oğluna gidip durum anlatıyorum, "ne yapalım?" diye soruyorum. Cevap "bahane üretmenizden bıktım"
Sonunda en nihayet beni kabul ediyorlar, biraz hanım teyzeye yağlama yıkama yapıyorum ve işler biraz rahatlıyor, cevaplar geliyor.
Yurtdışındaki şirket bir kauçuk hamur istiyor, bu konu benimle alakalı olmadığı için ve ilk anlaşmaları patronun oğlu yaptığı için gidip ona soruyorum. "Bu kodlu hamurun bizdeki karşılığı ne? Şu kadar hamur istiyorlar"
"Neden istiyorlar öğren" diyor.
Müşteriye soruyorum, adamdan gelen maili aynen kendisine yolluyorum, beni arayıp "bunu bana neden yolladınız ben anlamadım" diyor
"siz neden hamur istediklerini öğren demiştiniz ya, bende sordum, gelen cevabı size yolladım" diyorum.
"Peki ne dediğini anladınız mı?" diyor.
İngilizcesini Türkçe olarak söylüyorum
"Yani? Ben bundan birşey anlamadım. Siz anladınız mı?" diye soruyor.
"Teknik bir konudur diye hiç araştırmadan size gönderdim, ama istiyorsanız daha ayrıntılı sorarım" diyorum.
"Bu iş sizin işiniz, işinize sahip çıkın, ben anlamadığıma göre sizde anlamamışsınızdır" diyor.
DUMURLARDAN DUMUR beğen!!!
Benim işim SATIŞ bu arada. Sadece gelen siparişi ürettirip, düzgün halde sevk etmek, parasını tahsil etmek, müşterinin taleplerine, sorularına cevap vermek.
Hamurmuş, üretimmiş değil!
Ama bu kıt beyinliye bunu anlatmak ne mümkün?
Ulan en azından Yahudi laftan anlar, seni dinler, kulağını ayaklarından tutup göstermez, ya bu adamcağız?
Ne diyeyim SABIR SABIR YA SABIRRRRRRRRRR.
Allah'ım beni ev kadını yap ya! Vallahi! Kızımı büyüteyim, yemek yapayım, köpeğimi gezdireyim ama beni bunların elinden kurtar!!!!!

21 Ocak 2009 Çarşamba

Sen kime bağırıyorsun??

Dün akşam kuzu gene formundaydı. Eve gittiğimde çığlık atarak beni karşıladı, terliklerimi getirdi, beni sevdi. Sonra ben üstümü değişirken yatağa tırmandı, battaniyesini üzerine çekip "heekese iyi uykulaa" dedi.
Sonra aşağı inmeye razı ettim. Potuk Deida ile çişe çıkınca bizde kuzu ile masayı hazırladık (ben hazırladım, o yanımda deli danalar gibi bir o yana bir bu yana koştu), yemeğe başladık, 2 dakika geçmeden masanın üstüne çıktı, orda dans etmeye başladı Makapaka diye (Gece Bahçesi karekterlerinden), bu arada biz normal insanlar gibi o masada yemek yemeğe çalışıyorduk, boş tabaklara oturmaya başlayınca aşağı indirdim. Ağzında yemek olduğu halde kendi etrafında hababam dönmeye başladı. Bu arada ağzındaki yemek boğazına kaçtı 2-3 kez. Annem ikaz etti "kızım yapma, dönme" diye ama bizimki "ananeeeeeeee" diye bağırdı, bende kızdım "sakın anneannene bağırma bir daha, çabuk özür dile" dedim. Ne dese beğenirsiniz?
"Sen kime baariyosuuuuuuunnn"
Baba gelene kadar konuşmadık tabii kendisiyle.
Kapıyı açtı,
"babacım"
"Efendim babam?"
"Anne konismiy"
"Neden konuşmuyor annen kızım?"
Omuzları silkerek
"Bilmem"

19 Ocak 2009 Pazartesi

Haftasonu incileri

Bizim katır kuzusu iyice dillendi yahu!

Cuma günü babada izin aldı ve ben tahlil işlerimi hallettim, sonra enişteme gidip dişlerimizi temizlettik (dişçi olurda kendisi).Ordan LC Waikiki'yi gezdik. Çok güzel şeyler var ama benim beden artık iyice oversize olduğundan beğendiklerim üstüme olmadı:( Neyse sonra eve gittik, oyundu vs derken uyuduk.

Cumartesi teyzemizin günü vardı, baba götürdü, o içerde internetten poker oynarken bizim kız ne hoşlardansa öğlen 1 saat uyudu! Tuna'mız geldi, tam bir topak kedi yahu!
Isırdık, öptük, kokladık, bacaklarını sıkıştırdık.

İdil bu sefer çok Tuna ile oynamadı, daha ziyade içerde benimle oturup TRT Çocuk kanalını izlemek istedi.

Çocukları olanlar, bu kanalı izleyin, hem eğitici hemde güzel çizgi filmler var, vurdu kırdı yok. Tam çocuklar için.

Akşama da yengecimle beraber ablamlarda lahmacun partisi yaptık. Akşam Deida izinliydi, dolayısıyla İdil'i taşımaktan helak oldum.

Pazar günü babaannemiz Adana'dan maceralı bir yolculukla geldi, bizde öğlen uykusundan sonra halamıza gittik. Babaannemiz bizi öptü ama biz her zamanki gibi fazla yanaşmadık. Kadıncağız taa oralardan bize kebaplar,pideler vs getirmiş. Deli gibi yedik tabii.

Haftasonu incilerimiz ise,

Pazar sabah, İdil sabahın köründe ağlar "anne kucağına"
belim tutulduğu için babayı dürterim "Semoş kızı al da yatağa koy"
Baba kızar "zaten kalkacaksınız, beni niye uyandırıyorsunuz?"
İdil sinirlerin "Offffff, yeter artık! (çığlık tonuyla) Konişmiyim" Kollar çapraz olup kendi etrafında sarılır, dudak büzülür.

Pazar gunu babaanneden gelirken eve yaklastigimiz halde uykusu olduğu için arabada debelenir durur,kendini koltuğa atar ve kalkmaz
"Annem, kalk hadi geldik"
"Ben burda uyuyacağım"???
Ulan, yatağında uyuyana kadar canımı çıkarıyorsun, nasıl yani "burda uyuyacağım???"

Potuk yerde yatmaktadır, İdil koltukta benim yanımda oturmaktadır. Tabii p.posunda kırksekiz bin kurt kaynadığından aşağı iner. Potuk başına gelecekleri bildiğinden benim sol tarafımda yani İdil'in ineceği tarafın tersinde yatmaktadır. İdil aşağı iner, bakar Potuk uzakta yatıyor, tekme ile garibanı sarsar. (Tabii azar işitir ve ağlar)

Akşam bez değiştirme seansı sırasında Potuk odada bizimledir. İdil sinirlenir
"Potukkkkk, in aşaaa!!"
"Annem Potuk zaten aşağıda yatıyor"
İdil düşünür nasıl kaytarsa?
En sevimli haliyle gözlerini kısarak
"Anne Pippin söyle"

12 Ocak 2009 Pazartesi

Karga size uğradı mı hiç??

Karga bizim eve ara sıra hışımla geliyor, bazı şeylerimizi alıyor. Ama gelmese bile hep lafı ediliyor.
"Oyuncaklarını yere atma! Bak karga gelir alır, bir daha geri getirmez" vs.
Bizim kuzu inadım inat k.çım 853.762.101 kanat olduğu için,evde laptopta uzun zaman cd seyretti. Ancak hemen nerden cd konur, makina nereye basınca açılır kaptığı gibi, cd'leri poşetten çıkarıp birbirine kattı, resimleri yırttı, 5 dakika arayla filmleri açtırıp kapattı. Ayrıca Deida laptop'u açamadığı için ben işten geldiğim SANİYE film koymak hatta yanında oturup o filmi milyon kere seyretmek zorunda kaldım.
Keza, saç tokaları öyle oldu, yüz kere döküldü, hepsinin tekleri kayıp oldu, ağıza ve buruna sokuldu.
Hal böyle olunca bizim eve bir KARGA dadandı.
Tokaları aldı, sadece arada değiş tokuş yöntemiyle yenileri getirdi, eskileri götürdü. Filmlerin hepppsini aldı, OHHHH DÜNYA VARMIŞ!
Yazık yavrum, arada Mickey, Pluto diye sayıklayıp duruyor ama KARGA işte, getirmiyor bir türlü.
Bizimkinin günde 3 lf su içip karnını suyla doldurmasından bıkmıştık, yemek yemiyor mübarek suyla yaşıyor. Habire biberonu doldurtuyor, biberonun dibinde eğer az su varsa öldür Allah onu içmiyor, yeniden doldurtturuyor. Bu arada biberonun dışını ıslak olarak asla ve kat'a almıyor, "Sil" diyor, titiz cüce!
Biberon dolu ve dışı kuru iken hop kendini yere atıp elinde biberon ve ayısı lık lık su içiyor, suyu üstüne döküyor, ıslanan kıyafetlerini değiştirmemek için ağlıyor,ağlıyor.
KARGA tabii görev başına çağırıldı. Bir kaç gün önce hepsiburada.com'dan sipariş verdim, pipetli suluk geldi. Çektikçe su geliyor, onun dışında hiç damlatmıyor. 15 YTL. Ama helal olsun, bizimki yattığı anda tabii suluğun dibine su gelmediği için hepsi ağız kısmına dolduğu için kuzum çekiyor, çekiyor su gelmiyor. Ancak ayakta ya da otururken düz tutarsa su geliyor.
Önce onun artık büyüdüğü, BESE (Prenses) olduğu, tüm Prenseslerin bardakla içtiğini, biberonu sadece Tuna gibi bebeklerin kullandığını anlattım. Pazar bir arkadaşımıza gitmiştik, dönüşte karga'nın bizim biberonları götürdüğünü, sadece yatacağı zaman mama emdiği biberonu getirdiği ve sonra hemen tekrar geri götürdüğünü söyledim.
Biraz mızıklandı ama öğlen problem olmadı. Akşam uyurken ille su içtiğinden habire "mamama" (nedense suya mamama diyor hala) dedi durdu. "Ama annecim karga aldı ya biberonu, sadece bardakta su var" deyip verdim suluğu. Ee, çekiyor çekiyor su gelmiyor. Pes etti ve uyudu, sabah 05.00'te kalkıp aramıza geldi, "mamama" dedi, gene verdim suluğu, baktı gene su gelmiyor yatarak. Döndü poposunu uyumaya devam etti.
Şimdi sırada mamadan ve bezden kurtulma operasyonları var ama yaza artık.

8 Ocak 2009 Perşembe

Kocalı dul

Manalı bir laf değil mi? Geçenlerde ablamın İtalyanca öğretmenine gittik kahveye. Kadıncağız çok tatlı bir hanım, falımıza bakmak istedi. Annem yanımızda olduğu için yuvarlak laflar ettikten sonra başka bir gün dersteyken ablama dersteyken "Ayşen'in omzunda o kadar çok yük var ki, sanki altında ezilmiş" demiş ve "Kocalı Dul" lafını söylemiş. Çok tuttum.
Neden mi?
Bizim derviş çok nevi şahsına münhasır bir adamdır.
41 yaşında zorla baba olmasına rağmen (tüp bebek) hiç bir şekilde çocuğu ile ilgilenmez, alıp bir bakkala bile götürmez, çocukla yemeğe gitmeyi, dışarı çıkmayı zul sayar. Diyelim ki evde yemek yok, canımızda hamburger çekti. Annemin evi Mc Donalds'a 4.bina, "hadi yemeğe gidelim" derim, "yok ben alır gelirim, siz oturun" der. Onu duyan kızımız çok huysuz, herşeyi tutturan, kendini yerlere atan, ağlayan bir çocuk zanneder. Normalde dışarda o kadar fazla huysuzluk yapmaz İdil. Daha tutturmayı bilmediği için -inşallah hiç öğrenmez- öyle insanı rahatsız edecek halleri yoktur. Gerçi çocuk bu, tuttursa ağlasa ne olur? Sizi kınayacakların da bir zamanlar en azılı çocukların ana-babaları olduğunu ya da gelecekte olacaklarını unutmamak lazım. Haftasonları "yürüyüşe gidelim" dersin "sende aklını gezmekle bozmuşsun" der çıkar işin içinden. Sadece Pazar günü evde olduğunu bahane ederken sanki benim bütün gün evde olduğumu zannetiği hissine kapılırım. Ben ekstradan sadece Cumartesi'leri de evdeyim yahu! Çocuğu ile oynamaz, sadece evdeyse TV izler. "Nasıl oynanacağını bilmiyorum" ??? Bu ne demek şimdi? Ulan orasına basacaksın oyuncağın zırt edecek, burasına basacaksın pırt edecek. Arada fırça atarsan bir-iki gün yarım saat kadar oturur, lego yapar, hamurla oynar ama sonra gene ilk göz ağrısı TV'ye döner. En büyük aşkı TV'dir. "Ne yapayım ben böyleyim, değişemem, 43 yaşındayım yahu" der savunma olarak...
Ama bu derviş daha nişanlıyken böyleydi. Eve mobilya mı alınacak? Abim, yengem ve ben gideriz. (O dönem maalesef ablam rahatsızdı)
Bahanesi "Yalova'da çalışıyorum, seninle her zaman mobilya bakamam. Sen beğendiğini al, sonra bana neden bunu almadık diye soramazsın" ????
Perde mi alınacak? Abimlerin perdecisine gidilir, adam eve çağırılır, ölçü alır, hesaplar, sen pazarlık edersin, ödersin vs. Ha, maaşını alır kuruşu kuruşuna eline verir ama neden? Uğraşmak istemediğinden!
Lamba alınacaktır, abimle gider Saraçhane'den alır geliriz.
Ev kiralanacaktır değil mi? Ablam ve ben yollara düşeriz, emlakçı emlakçı gezeriz, evleri ayarlar, kaparoları yatırırız. Abimin nakliyeciyi ararız, adam gelir bizi taşımaya, derviş elinde kolası ve sigarası adamlara çay-kahve ikram eder. 3 saatlik taşınma işi olur mu sana 8 saat!
Evde dekorasyon, boya mı yapılacak? Ablam ve abimin ustalarına önce fiyat sorulur, sonra başka yerlerden de fiyatlar alınır, adamlar eve gelir, ölçüler, fiyatlar,pazarlıklar vs vs. Adamın ruhu duymaz. Sen bu arada kamyonetlere binip duşakabincileri eve getirirsin felan, Allah'tan mahallenin bakkalı-manavı durumu bildiğinden bu kadın her akşam eve başka adamlarla geliyor demez. (Umarım yani!)
Her taşındığı yerde bakkal-manav-kasapla ahbap olur, maç muhabetti yapar, bakkala ekmek almaya gönderirsin, yan kapıdaki bakkaldan 45dk. gelmez (tecrübeyle sabittir).
Ev satarken keza böyledir.
Karısı p.posuna 400 iğne yiyerek tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olabildikleri halde sadece 1 kez o da ilk muayeneye gelmiştir, onun dışında abimin oğlu bile beni götürmüştür, o götürmemiştir. "İşten izin alamamıştır."
Çocuğunu doktora sadece 1 kez o da mecbur kaldığından (evde olduğu güne denk geldiği için) götürmüştür. Onun dışında hep ben ve Deida çocuğumuzu doktora,aşıya vs taşımışızdır.
Diyelim ki kızım gece ağlayarak uyandı, hemen battaniyeyi ve yastığı alıp salondaki kanapeye gider ve uyur. "Uykusuzluğa dayanamaz". Sanki ben evdeyim veya işte yarım kalan uykumu alabilirmişim gibi.
Yeni taşınılan evde aspiratör yoktur, abimler ve yengem sağolsun kendilerine alıp hiç kullanmadıkları aspiratörü verirler, fakat takılması için marangoza mutfak dolabının kestirilmesi gerekmektedir. Bu derviş bir İNŞAAT ŞİRKETİ'nde muhabase sorumlusudur. Elinin altına her türlü usta vardır ama marangozu bulup, dolabı kestirmek kime kalır? Bana. Üstelik marangoz amcaya dolabı tutarken, vidaları takarken falan yardım ettiğimden adamcağız beni pek eli yatkın bulup "yenge valla erkek olsaydın senin gibi birini kaçırmaz yanıma yardımcı alırdım" demiştir.
Eve arkadaşımın erkek arkadaşı yılbaşı hediyesi 2 tablo getirdi. Sadece matkapla delip vida takması gereken du derviş zat, dediğim gibi işyerinden 1 matkap alıp gelmesi için tam 6 AY söylememe rağmen ne oldu dersiniz? Gidip su ustası bulup orayı deldirdim ve tabloları Haziran sonunda! eve takdırdım.
Balkona şemsiye mi alınacak? Yalvar yakar Bauhaus'a gidilir, gitmişken sandalyede bakalım dersin ve yarım saat sonra "sıkıldım, çıkalım, oraya bakmasan ne olur, çabuk beğen, kırk çeşit şeyle oyalanma" vs diye söylenmeye başlar.
Alışverişe ASLA ve KAT'a gitmez. "Şu renk, şu yaka bir kazak alsana bana" der.
Yahu daha ne anlatayım!
Diyeceksiniz ki ne kötü adam! Değil kardeşim, huyu bu!
Adamın dünya işleri ile hiç alakası yok! Ne borcunu bilir ne alacağını bilir. Öyledir o, parasını veriyor ya işte!
Ama kara gün dostudur, dert dinler, çok iyi hasta bakar, bulaşık yıkar, yemek yapar, 7 gün kahvaltı hazırla "neden bugün yemek yok" demez.
Öyledir o, öyle!
Ver eline kolasını, sigarasını, aç TV'yi, unut. O orda fotosentezle yaşar. Koltuktan kazırsan ancak kalkar. "Yorgun doğmuştur, dinlenmek için yaşıyordur", Pazar'ları 2 kez güzellik uykusuna yatar.
Bazen boğmak istersin, bazen sarılıp öpmek. Sen en umutsuz olduğun zamanlarda "boşverrrr" der seni rahatlatır. Kanserden saçların dökülmüşken sana hiçbirşey yokmuş gibi davranır, "alınan meme yerine yeni meme yaptırayım" dersin "Ben memnunum sana ne oluyor" der, kemoterapilerde kusarsın, onu temizler. Her ameliyatından sonra sana o bakar, kimseye bırakmaz. Gerekirse işten gelir koltuklarda yatar ama gece bile olsa yanına gelir, seni asla yanlız bırakmaz. Bilirsin ki zor zamanlarında muhakkak orada olacaktır. Herkesin kaçacağı zamanlarda o "e, ne var canım bunda bu kadar büyütecek" diye seni rahatlatacaktır.
Ne diyeyim başka, işte bu adam benim kocam.
Bendeniz de kocalı dul.

Kafamdakiler

Çalışan kadınlar, sözüm size.
Daha doğrusu bizlere...

Sizinde en büyük hayaliniz benim gibi EV KADINI olabilmek, çocuğumu kendim büyütebilmek mi?
İşe küfrederek mi gidiyorsunuz?
Evde oturan kadınlara özeniyor musunuz?

Nedir bu durum? Kariyer kadınlarını- kusura bakmayın- anlayamıyorum ben. Yani maddi açıdan mecbur olmayıpta kariyer yapmak için iş hayatına devam edenler nasıl oluyor? En büyük kariyer ANNELİK değil mi?
Yavrumuzun herşeyin kaçırdıktan sonra kariyerin en alasını yapsak, profesör olsak ne olur Allah aşkına?
Ablam hep bu durumlarda anlatır, benim ablam emekli bankacı, rahmetli Türk Ticaret Bankası'ndan. Bilgi işlemde'ydi, Tophane'de çalışırlardı. Kaç sene öğlen tatili yapmadılar, eğer tatil varsa öğlen Eminönü'ne felan giderlerdi, dönüşte kıl bir müdürleri vardı, kapıda dikilir, bir saate bir gelenlere bakarmış. Bunlara yapmadığı eziyet kalmamış. Ama ne oldu, o da emekli oldu ve ablam onu seneler sonra Bostancı Pazarı'nda ellerinde maydanoz,pırasa poşetleriyle gördüğünde nasıl içine sular serpildiğini anlatmıştı. İşte yani,müdür oldun p.pon göğe erdi! Ne olacak sende yarın öbürgün o burun kıvırdığın ev kadınları gibi maydanoz alacaksın pazardan be salak!
Birde İclal Aydın'ın bir yazısında vardı çok sevmiştim, "Mezarlıklar vazgeçilmeyen insanlarla doludur". Ne doğru değil mi? Şimdi senin için olmazsa olmaz kişiler (sevgililer-iş arkadaşları),kendini mühim sanan VİP-ZİP'ler ne olacaksınız işte sizde toprak olacaksınız.

Mühim olan ailemiz ve çocuklarımız değil mi? Ama işte Prima Rima'nın şu yazısından http://primarima.blogspot.com/2009/01/alan-annem.html sonra iyice üzülüyorum fakat mecburiyetten çalıştığım için az da olsa kendimi affedebiliyorum.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Yeni yılımız ve tatilimiz nasıl geçti.

Aslında moralim Filistin'li sivillere yapılanlar nedeniyle epey bozuk ama bu yeni yılı nasıl karşıladık, 9 günlük kriz tatilinde neler yaptık anlatalım da unutmayayım.
Cuma günü yani 26 Aralık'ta Has Arkadaşım 1 ve 2 yani Ece ve Nilgün geldiler. Yedik, içtik, saç boyadık, dedikodu yaptık. Nilgün bizimkine oyun hamuru getirmiş. Ece'de bize çok zarif takılar almış. Ertesi gün ve Pazar günü baba evdeydi, tabii hiç bir yere gidilmedi.
Pazartesi hem arkadaşımlarıma hem kızı Nilsu'ya yılbaşı hediyeleri almak için Toyiki'ye gittik annem, Deida ve İdil'le. Kuzum daha tutturmayı ve kendini yerlere atmayı bilmediğinden sadece her oyuncağı ellemek istedi, şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Daha evvel hiç bu kadar çok oyuncağı bir arada görmemişti nede olsa. Deida'da yeğenlerine oyuncaklar aldı, benim kuzuya sebze-meyve şeklinde oyuncaklar aldı. Bende kuzuya oyun hamuru aldım. 100 YTL'yi geçince kocaman birde ayıcık hediye ettiler. Ellerimiz paketlerle dolu zor bela minibüse binip eve dönebildik. Salı günü yemek hazırlıkları yaptık. Çarşamba yani yılbaşı günü herkes anneme geldi. Ablam ve eniştem yemeğe geldiler ama abim ve yengem daha sonra geldiler.
Menüde
Meksika Salatası
İtalyan Salatası
Mercimek köftesi
Et köfte
Fırında baharatlı tavuk but
Fırında baharatlı patates
Tatlı olarakta ablamın yaptığı supangle vardı.
Bata çıka yedik. Abimler 23.00'e gelirken arkadaşlarına gittiler, ablamlar 23.30 gibi kalktılar. Kuzucuk zaten 21.00'de uyumuştu, bizde 24.00'ü zor ettik, uykudan bayılıyorduk. Hepimiz birbirimizi öpüp iyi yıllar diledik ve yatıp uyuduk! Allah'ım ne fena bir aileyiz biz felan diye düşünmedik. Çünkü evde 2 yaşında bir canavar olunca yorgunluktan nerede uyuduğunu bilemiyor insan.
Peki İdil hanım neler yaptı derseniz;
Yeni lafı "konişmiyim" - küsüyor yani bize.
Telefonda teyzesine "anne konişmiyi, deida konismii, bende konismiyim" diyor, tabii gülmekten kızamıyoruz. Babaannesi ile telefonda konuşurken büyük insanlar gibi "Evif- Elif kuzeni- nası?" diyor, "babam daha gelmedi" diye yalan atıyor, halbuki babası yan tarafta oturuyor.
Bol bol hamurlardan bana ve babasına Tombilibu-Makapaka (Gece Bahçesi karekterleri) yaptırıyor, masanın üstünde oturup yaptığımız legoları bozuyor, "çocuk aç" diyerek TRT Çocuk kanalı'nı açtırıyor. "Oy oy özledim seni anneanne" diyor, anneanneyi erititiyor, "hadi daycım at" diyor , 100 küsur kilo dayısının sırtına biniyor, Zeya'ya şımarıyor, sabahtan akşama laptopta film seyretmesin diye "karga filmleri götürdü" dediğimde inanıyor, "anne karga taazan-mogli getisinnn" (Karga Orman Çocuğu filmini getirsin) diye yalvarıyor, Potuk'a eziyet ediyor, ablamın İtalyanca öğretmeninin evindeki yavru sokak kedisinin peşinde koşturuyor, öpülüyor, ısırılıyor, kısaca seviliyor seviliyor seviliyor.
Umarım büyüdüğünde de bu kadar çok sevilir.