Dün akşam o çok sevdiğim Paul Auster'ın yazdığı ve en sevdiğim film olan "Smoke-Duman" vardı TV'de. ne kadar mutlu oldum anlatamam. Film aslında bayağı eski, William Hurt, Harvey Keitel ve Forest Whitekar oynuyor. Filmde 3 kişinin hayatı anlatılıyor.
1. Yazar - Karısını kaybetmiş, bunalımda yazamıyor
2- Sigara dükkanı sahibi- Müthiş bir hikaye anlatıcı, geyik sohbetçi
3- Babasını bulmaya çalışan bir çocuk.
Babasını bulmaya çalışan çocuk mafya'dan para çalıyor ve kaçarken yazarın yanına sığınıyor, sonra yazara kendi hakkında yalan söylüyor.
Yazar onu sigara dükkanının sahibiyle tanıştırıyor. Bu arada sigara dükkanın sahibinin eski sevgili geliyor, ondan bir kızı olduğunu iddia ediyor. Kızı bu arada hamile ve uyuşturucu kullanıyor. Adam eski sevgilisi ısrar ediyor diye kızı görmeye gidiyor. Kız adamı istemiyor.
Yazar çocuğu sigara dükkanında çalışsın diye adamla tanıştırıyor, çocuk bir gün dükkandaki suyu açık unutup, adamın 5.000 $'lık purosunu ziyan ediyor.
Bu arada çocuğun mafyadan çaldığı parayı yazar tesadüfen buluyor. Çocuk dükkan sahibine parayı veriyor. Adamda eski sevgilisine kızı tedavi ettirmesi için bu parayı veriyor. Yazarın evini mafya basıyor ve onu bir güzel dövüyorlar.
Bu sırada çocuk babasını buluyor, ancak ona da kimliğini açıklamıyor. Yanında işçi olarak çalışıyor. Bir süre sonra yazar ve dükkan sahibi çocuğu bulmaya gittiklerinde babasına herşeyi açıklamak zorunda kalıyor. Baba önce inanmıyor, çocuğun üzerine yürüyor, yazar araya girerken kırık olan koluna tekrar darbe alıyor, dükkan sahibi yazarı kurtarayım derken arabaya çarpıyor, kadın kocasını ve üvey oğlunu sakinleştirmeye çalışıyor.
En güzel sahnelerden biri burda.
Yazar, çocuk, çocuğun babası, çocuğun üvey kardeşi ve çocuğun üvey annesi masaya oturmuşlar, dükkan sahibi de arkada bir koltukta oturuyor, konuşma yok, dükkan sahibi puro -içki içiyor, yazar sigara yakacakken çocuğun babası puro uzatıyor, yazar alıyor, sigarasını yerine koyuyor, puroyu yakıyor, adamla ikisi puronun parçasını tükürüyorlar, üvey anne oğluna sarılmış, bir kocasına , bir yeni edindiği üvey oğluna bakıyor,çocuk babasına kızgın-şaşkın halde bakıyor, baba bir kadından olan küçük oğluna, bir 17 yaşında karşısına çıkan oğluna bakıyor, kadın çocuğunu okşarken, çocuk kadına annesine duyduğu hasretle bakıyor. İşte hem yönetmenin hem de oyuncuların gücü burda. Konuşmadan bunları hissettiriyorlar, yönetmende sabit tek bir kamerayla bütün bu bakışmaları sahneye dahil edebiliyor.
Dükkan sahibi 18 yıldır aynı sokağın aynı saatte resmini çekiyor ve bir albümde topluyor. Yazar bunu delice buluyor ancak dükkan sahibi ona açıklıyor.
bu 18 yılda çocuklar büyüyor, insanlar yaşlanıyor, yeni taşınanlar, oradan ayrılanlar, ölenler, doğanlar. Yani hiçte saçma bir uğraş olmuyor. Yani hayat gidi durağan görünüp gene hayat kadar karmaşık oluyor o sokak.
Bu arada yazar gene teklif alıyor, ancak yılbaşına 4 gün kala hala bir hikaye bulamıyor, dükkana sigara almaya gittiğinde dükkan sahibine durumu anlatıyor, hikayen var mı diye soruyor. Dükkan sahibi ona bir yemek karşılığı en acaip yılbaşı hikayesini anlatıyor.
Dükkana bir gün bir zenci genç geliyor, kalabalık olduğundan adam hemen görmüyor, ancak çocuk porno dergi çalıyor. Adam seslenince çocuk kaçmaya başlıyor, adamda kovalıyor. Çocuk kaçarken bir cüzdan düşürüyor. Adam cüzdanı alıyor ve kovalamayı bırakıyor. Cüzdanda kimlik var, 3 resim var fakat hiç para yok. Adam dükkana gidip cüzdandaki resimlere bakıyor. Çocuk bebekken annesi ile, okulda ödül kazandığında ve bir başka fotoğraf daha.
Dükkan sahibi adres olmasına rağmen bir türlü cüzdanı geri vermeye gitmiyor. Sonra bir yılbaşı zamanı Noel'i beraber geçireceği insanlar anneleri hastalandığı için onun yanına gidince yılbaşını yanlız geçirmek zorunda kalıyor. Morali bozuluyor, sonra aklına cüzdan geliyor. Adresi buluyor, hükümet konutlarında bir yer. Dairenin zilini çalıyor, uzun süre ses çıkmıyor, tam gidecekken kapının belki 15 kilidi açılıyor. İçerden yaşlı ve kör bir zenci kadın çıkıyor. Hırsız çocuğun ismini söyleyerek "sen misin? diye soruyor, adam daha cevaplayamadan " büyükanneni Noel'de görmeye geleceğini biliyordum zaten" diyor. Adamı sıkı sıkı kucaklıyor, adamda o anda bozuntuya vermeden kadının torunu gibi onu kucaklıyor. "Aslında kadın benim torunu olmadığımı biliyordu, kendi kanından birini karıştıracak kadar bunak değildi, ancak o an benim torunu olmamı diledi, nedendir bilmem bende öyle davrandım. Bu oyunu kurallarını koymadan oynadık" diyor dükkan sahibi. Birlikte saatlerce sohbet ediyorlar, büyükanne torununa neler yaptığını soruyor, dükkan sahibi cevap verdikçe çok memnun oluyor. "Senin için güzel günlerin geleceğini biliyordum zaten" diyor. Saatler sonra adam acıkınca gidip dışardan yemek alıyor ve büyükanne ile mükellef bir yemek yiyorlar. Sonra adam bulaşıkları yıkıyor, bir yandan gene sohbet ediyorlar. Sonra adam tuvalete giriyor. Bir bakıyor tuvalette 7-8 tane fotoğraf makinası, hepsi orjinal kabında. Çalıntı olduğundan adam bir anda içinden geliyor ve bir makinayı alıyor, o güne dek hiç fotoğraf makinası olmamış. Büyükannenin yanına gidiyor, kadın uyuya kalmış. Cüzdanı masaya bırakıyor ve gidiyor. Aradan 3-4 hafta geçiyor. Çok vicdan azabı çekiyor fotoğraf makinasını aldığı için. Gidip geri vermek istiyor ancak büyükanneyi bulamıyor.
Yazar da bu hikayeyi yazıyor. Fonda Tom Waits'in o müthiş şarkısı "innocent-masum", bir yandan Auggie'nin (dükkan sahibi) yaşlı büyükanne ile geçirdiği yılbaşı görüntüleri ve final.
En çok sevdiğim film, en çok sevdiğim müzisyen.
O an bekar günlerim aklıma geldi, tek derdim son filmleri takip etmek, kitap okumak, arkadaşlarla dışarda eğlenmek, yürüyüş yapmak, aptal insanlarla ilgili aptal sıkıntılar yaşamaktı.
Şimdi hayatım çok değişti, özlüyormuyum? Bazen ama sadece o gezip tozmayı. Yoksa İdoş'um kuzum, zeytin gözlüm herşeye değer.
Dün gece anneme gittiğimde uyuyordu, ben yemeği yedikten sonra kalktı, yanına gittim, yanakları pempe pembe, saçları dağılmış, boncuk gözleri kısık... O dünyanın en güzeli, hele "anne" demesi, hele bana sarılması, hele şimdi öpmesi yok mu herşeye ama herşeye değer. Aşkım iyi ki geldin....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder