İdil'in dedesini anlattık ta anneannesi eksik kalır mı?
İşte annem;
Bazen Yılmaz Erdoğan'ın Bir Demet Tiyatro'daki "Telviye Hanım" karekterini annemi görüpte yazdığını düşünüyoruz. Öylesine saf, öylesine direkt, öylesine komik... İşte benim annem.
Annem aslında Lazlıkla uzak yakın alakası olmamasına rağmen kendini Laz addeder.
Annemin annesi Adapazarı'nda Ortaköy isimli köyde yaşayan zengin bir ipek tüccarı Rum'un kızıdır. Adı Epraksiya - en azından okunuşu bu-, daha bluğ çağına ermeden çeteler (artık ne çetesi yani Türkler mi, Çerkezler mi, Yahudiler mi, Ermeniler mi bilmiyoruz) köylerini basmış, anneannemin annesi o zamanlar yeni doğum yaptığı için kaçamamış, kızlarına bir küp altın vermiş, bir de fildişi tarak (anneannemin harika saçları varmış, bitlenmesin tarasın diye) "küpü bir yere gömün, gündüz saklanın, gece küpü alıp kaçın" demiş. Anneannem kızkardeşi ve köydeki diğer kızlarla gündüzleri saklanıp geceleri kaçmışlar. Küpü saklamış ama hem korkudan hem de yaşı daha ufak olduğu için nereye gömdüğünü unutmuş, bir keresinde kaçarken babasını görmüş, bir daha ne babasını ne de annesini görmüş. Bazen samanların altına saklanırlarmış, çeteciler de samanları süngü ile delerlermiş içinde birisi var mı diye, işte o zamanlardan birinde arkadaşlarından biri yanında bıçaklanarak ölmüş, korkudan çıtlarını bile çıkaramamışlar. Ne kadar zaman kaçmış hatırlamıyor sonra bir gün dedemin -müezzin ya da kereste kaçakçıcı orası şüpheli- babası bunları köylülerle beraber bulmuş. Anneannemin çok güzel saçları varmış, onu beğenmiş, bir başkası anneannemin kardeşini beğenmiş, böylece köylüler Rum çocuklarını kendileri paylaşmışlar. Annemim dedesi anneannemi alıp evine götürmüş, başka çocukları da varmış, biraz büyüdüğünde ise dedemle evlendirmişler. Meraklısına not, anneannenin kardeşi başka yere götürülmüş, uzun yıllar birbirlerini hiç görememişler..
Dedem o yıllarda -sümüklü- genç bir delikanlı, azıcık kaba, anneanne epey kültürlü, neyse işte tam 7 çocukları olmuş. Dedem anneanneyi hep el üstünde tutmuş. Zamanla zengin olmuşlar, anneanne hep üstüne titrenen olmuş, çünkü kalp hastasıymış. Ben anneannemi çok az hatırlarım. Hep asık suratlıydı, hiç bize yani torunlarına sarılıp öptüğünü bilmem. Bahçesinde harika çiçekler yetiştirirdi, köydeki en mükemmel bahçe onundu. Şu açıdan kadıncağıza şimdiki aklımla hak veriyorum, yaz tatillerinde tüm çocukları anneanneye giderdi, 7 çocuğunun 4'ü İstanbul'daydı, her yazın bu dört çocuk en az 3'er çoçuğu ile anneanneye 3 aylığına gelirdi, köyde olan 3 çocuğunda en az 3'er çocukla aynı evde zaten anneannenin kendi çocukları ve torunları 28-30 kişi kalıyorduk. 3 katlı evde merdivenlerden bir çoıcuk güruhu bir aşağı bir yukarı iner çıkardı, bağrış,kavga,düşme, yaralanma, ağlama, eh 75 yaşındaki kalbi olan biri için bunlar ne kadar fenaydı tahmin bile edemiyorum, bize bazen İdil'in sesi bile çok gelirken 25 çocuk!!!! Kadın tabii ki gülmez, neyse işte benim anneannem böyleydi, annemde onun 4. çocuğu, aynı köyde bir Gürcü ailenin öğretmen olan oğlu- yani babam- annemi istiyor, evleniyorlar. Annem dedemlerle yaşıyor, tam bilmiyorum ama epey çocuğu olmadığı için uğraşıyor. Bu arada ilk çocuğu doğumda evde boynuna kordon dolanıp ölüyor. Annem deli gibi oluyor, sonra tedavilerle bir oğlu oluyor. Babam "Haluk" adını koyuyor, 1 ay kadar gayet sağlıklı bir bebek, mevlüdü yapılıyor ve ertesi gün çocuk küt diye ölüyor. Annem ve babam bu kez deli gibi oluyorlar, eve giremiyorlar, ağlıyorlar.
Zorla ve tedavilerle bu sefer ablam doğuyor, zayıf, süt yetmiyor, daha iyi olduğunu düşündükleri "Avrupa mama"larla besliyorlar. O devirde aynı mamayı ikinci kez bulmak mümkün değil, annem ablamı doğurduktan 13 ay sonra abimi dünyaya getiriyor. Abimle ablam ikiz gibiler, aynı anda ağlayıp, aynı anda çişlerini yapıyorlar. Abim daha küçükken Adapazarı depremi oluyor. Babam okulda, abim uykudan ağlayarak uyanınca annem kucağında ablamla abimin yanına giderken deprem oluyor. Annemin az evvel oturduğu duvar yıkılıyor. Abim ağlamasa annem ve ablam ölebilirmiş yani. Böylece bir süre çadırlarda yatıyorlar, ablam peşinden ayrılmayan ve onu gagalayan tavuğu hatırlıyor, sonra İstanbul'a tayin istemiş ve buraya gelmişler. İstanbul'da bir kızları daha olmuş, "Nigar", çok narin, doğumda zorlanmadan ciğerinde yırtılma olmuş. Annem ve Nigar 8-9 ay hastanede kalmışlar. Nigar nefes alamazmış, ambulansla başka bir hastaneye götürür ve ciğerine hortum sokarlarmış, annemin geceliği yavrusunun kanları içinde, kucağında Nigar tekrar kaldıkları hastaneye gelirlermiş. Bu 8-9 ayda yatacak yatak olmadığı için annem abim ve ablamı babaanneme ve halamlara bırakıp bu süre içinde sandalye tepesinde evladını beklemiş. Kendimi onun yerine koyduğumda ben daha fena delirirdim herhalde diyorum. Sonra Nigar nezle olmuş ve kurtulamayıp ölmüş. Annem 2 sene sonra da beni dünyaya getirmiş. Ancak ağır depresyondaymış. Kafasında bezler, karşıda baktığı duvarlarda gördüğü ölüler ve annem o arada besinimi alayım diye bana sebze çorbaları pişiriyormuş. İşte annelik, depresyonda bile evladının gıdasını düşünmek...
Yıllarca öğretmen babamın tek maaşıyla bizi okuttular, büyüttüler. Hepimiz okuduk, ablam liseden sonra çalışmaya başladı, abim üniversiteyi Ankara'da okudu, ben İstanbul'da üniversiteyi okudum. Hepimiz evlendik, bu arada annem bizi evlendirene kadar canımıza okudu. Aşırı sinirli, aşırı temizlik düşkünü, sevgisini hem deli gibi gösterip sıkarak öperek seven, iki dakika sonra kafamıza terlik atan bu annemiz yaşlandıkça huy değiştirdi. Bu sürede hep depresyon tedavisi gördü, ancak babam hastalanınca 70 yaşında bebek gibi babama baktı, ben bel fıtığından ameliyat olduğumda yataktan kalkmayayım diye altıma sürgü verdi ve beni tepside yemekleri getirip elleriyle besledi. Yaşlanırken yavaş yavaş huyu değişti ,bir pamuk helva oldu, tatlı, saf, komik..
Mesela amcam boşanmış, eve telesekreterli telefon almış, annem amcamı arıyor, tabii telesekreter çıkıyor ve kadın sesiyle "evde yoktur" falan birşeyler diyor. Annemim yüzü o anda parlıyor, gülüyor, eliyle ahizeyi kapatıp bana dönüyor ve "Kenan eve kadın almış" diyor, sonra telesekretere dönüyor ve "Kızım, ben Kenan'ın yengesiyim, nasılsınız" diyor. Biz gülmekten katılıyoruz.
Ablamın bankaya elektronik santral bağlanıyor. "bilmem nereyi arıyorsanız 3'e bilmem nereyi arıyorsanız 5'e basın" annem ablamı arıyor, tabii gene başının belası telesekreter çıkıyor, annem "kızım, Gülyüz'ü bağlarmısınız" diyor, tabi kayıt devam ediyor, annem kızıyor , telefonu kapıyor, 5 dakika sonra gene arıyor, gene aynı kayıt. Akşam ablamı evden arıyor ve başına gelenleri sinirle anlatıyor, "Seni aradım bugün, ay vallahi bir daha aramam! Kadının biri çıktı, kızım diyorum ben Gülyüz'le görüşmek istiyorum diyorum, o bana anlatıyor birşeyler, kızdım telefonu kapattım, 5 dakika sonra aradım gene aynı kadın çıkmazmı! "
Yeni evliyiz, bizde yemek yiyoruz, annem anlatıyor "Kasaba şampuan almaya gittim..." Semih yüzüme şaşkınca bakıyor, boşver işareti yapıyorum, kasapla market arasını atlıyor. Konuşmaya doymaz benim annem.Hatta lafları öyle peşi sıra söylerki dinlerken ipin ucunu kaçırırsınız, birinden bahsederken başkasını, ondan başkasını ordan başka bir olayı aynı cümlede anlatır. Arkadaşlarım hep bize sorardı "ne dedi şimdi?" "Bu kim?". Gençleri evlendirmeye bayılır. Öğüt verirken "Laletayn - sıradan kızlarla beraber olma" der, yeni tanıştığı herkese çok rahatlıkla "annen-baban kim? Ne iş yaparlar? Kaç para maaş alırlar? Ev kendinizin mi?" gibi en özel olması gereken soruları sorar. Hollandalı geldiğinde kendini Türk milletini tanıtmaya adadığından ona yemekler yapar, masaya hiç evde o güne kadar kullanılmayan amerikan servisleri yayar, adamla işaret diliyle gayet güzel anlaşır. Onun için tüm yabancılar "Alman" tüm yurtdışı ülkeler "İngiltere" dir. Hollandalı beni aradığında bana "Seni İngiltere'den bir Alman aradı bugün" der. Sadece Norveç'i bilir- nedense- ve Noçveç der. Bazı kelimeleri söyleyemez "ekonomi- ekomoni-psikiatrik depresyon-psitiatrit deprepsiyom" dur.
Rahmetli babamın vefatındaki hali hala dillerdedir.Babamın meğer son gecesiymiş. Bizde o geceden başlamak üzere geceleri yanında kalacaktık, ilk gece ablam kalıyor. Başına örtüyü alıp habire Kur'an okuyor, annem arada geliyor "çok yaşamaz baban" diyor, esniyor ve uyuyor, ablam "anne kalk sende dua et" diyor ama ne mümkün, annemi ölümün ağırlığı almış bir kere.
Babamın vefatında çenesi bir açılıyor, ağlamak falan yok, sürekli eve gelenleri sanki bize güne gelmişler gibi ağırlama telaşında, bize "çay verin, kolonya tutun" diye emir eri gibi çalıştırıyor. Sonrası ise derin bir karanlık, yatıp duvarları seyrediyor, konuşmuyor.
Daha sonra ilaçlarla, anlayışla ve sevgiyle gene kendine geliyor. Hele şimdi İdil onun için bir terapi, nasıl mutlu, tek derdi İdil. Ne yedi, ne zaman yedi, ne kadar yedi, ne zaman uyudu, kaç saat uyudu, yürüdü, prizleri karıştırdı vs vs..
Bu arada en son söylemesi gereken şeyi en başta söyler, kim ne der umuru bile olmaz.
Yeni doğum yapmışım, sütüm yok ve çok üzülüyorum. Annem kayınvalideme dert yanıyor "Montofon gibi kadın ama süt yok, neden böyle anlamadık, neler yaptık süt olsun diye yok, yok". İdil şımarıklığından ağlıyor, ben kızıyorum, annem "Sen bırak Deida'sı baksın ona, o daha iyi bakıyor, sen bakamıyorsun çocuğa", abimler bizde, kız ortalarda geziyor, güya Deida'yı övecek "Ay öyle iyi bir kız ki Allah razı olsun, bizden daha iyi bakıyor, Ayşen zaten sadece doğrudu, hep Tsira baktı çocuğa". Duyan beni hiç çocuğuyla ilglienmeyen biri zanneder! Ama annem böyledir işte, konuşurken laf nereye gider bakmaz, o söyler, gerisini sen düşüneceksin.
Annecim, pamuk helvam, sana kendim anne olduktan sonra daha bir anlayışla yaklaşıyorum, her fırsatta hakkını helal etmeni istiyorum, Allah seni başımızdan eksik etmesin! Seni hepimiz çok seviyoruz...
1 yorum:
Yai doğru söze ne denir bilmiyorum.Okurken öldüm gülmekten.Sen çok yaşa emi asıman.Seni seviyoruuuummm.
Yorum Gönder