Ahhh ahhh. Bir babalar günü daha babamsız geçti. İdil maalesef ki iki dedesini de tanıyamadı.
Rahmetli kayınpederimi çok fazla tanıyamadan kaybettim. Ayrı şehirlerde olunca çok görüşemedik, tanıdığım kadarıyla çok esprili, birşey söylemesi gerektiğinde şaka yollu lafı gediğine koyan, dürüst, ilkeli bir adamdı. Her zaman şık giyinir, temiz giyinirdi ne de olsa terziydi.
Ayrıca sağlığına çok özen gösterirdi, sigara ve içki içmez, yazın her sabah erkenden kalkıp yüzerdi. Tansiyonu hep yüksekti. Bir gün sabah denize girmiş ve kalp krizi geçirmiş, kıyıya kadar yüzmüş ama orada vefat etmiş. Görümcem babasını kıyıda bulmuş. Ne felakef ve ne ani bir ölümdü. Allah kimseye böyle acılar yaşatmasın. Kucacımı ilk defa ağlarken gördüm, bir daha da ağlatmasın Allah.
Benim babama gelince... Ah nerden başlamalı, nasıl anlatmalı?? İdil'in babamı tanımasını isterdim. Babam tek torunu olan abimin oğlunu görmüş ve onu çoooook sevmiştir. Onun adını taşıdığı için de ayrıca çok gururlanmıştı.
Babacım her baba gibi değildi, şefkatli, çok dürüst, prensipleri olan, evlatlarına aşırı düşkün, sanatsal faaliyetleri seven, güzel giyinmeyi seven, kibar, uzun boylu, mavi-gri gözlü, GÜRCÜ, incecik bir adamdı. ÇOK YAKIŞIKLIYDI. Lisede arkadaşlarım hep babamı beğenir abime de "eh fena değil" derlerdi ki abimde yeşil gözlü ve yakışıklıdır.
Babacım 6 kardeşim en büyüğü olarak 1929 yılında doğmuştur. Annesi ve babası Gürcü göçmenleridir. Dedemler Batum'dan Osmanlı-Rus savaşında yürüyerek Artvin-Borçka'ya gelmişler, ordan Adapazarına yerleşmişler. Babamın 2 kız ve 3 erkek kardeşi var. Amcamlar babama benzer, Hamit amcamın tipi, Mehmet amcamın konuşması, Kenan amcamında sanatsal yönü babama benzer.
Babam köy enstitülerinin mezunlarından olup bununla hep çok gurur duyardı. Bu memleketteki en büyük eksikliğin Köy enstitülerinin kapatılması nedeniyle eğitim seviyesinin düşmesi olduğunu söylerdi.
Emekli olduktan sonra çocuklarını önce evlendirmek için, sonra da onlara yük olmamak için belki 15 sene daha çalışmıştır.
Nerelerde çalışmadı ki!
Kaynarca'da bir boya fabrikasında idari işlerde çalışırdı, kışın ayağına poşetler geçirir sabah kör karanlıkta trenle işe giderdi. Çok üzülürdüm halende içim yanar keşke babamızı emekli olduktan çalıştırmasaydık.
Son 5-6 senesi çalışmadan geçti babamın.
Kadıköy'de çalışırken karda düşüp ayağını kırdıktan ve bir de burnunun üstüne düşüp burnunu kırdıktan sonra hepimiz ayaklandık babamı çalıştırmadık. Rahmetli bize yük olduğunu düşünüp üzülürdü.
Babacım biz sana yük mü olduk ki sen bize yük olacaktın. Keşke sağ olsaydın da sana uzun yıllar bakabilseydik.
Annemle görücü usulü evlenmişler ama sevmişler birbirlerini. 6 çocukları olmuş, İlk 2 çocukları ölünce babam çok üzülmüş benim çocuklarım olmayacak mı diye. Allah ona 3 çocuk bağışlamış.
Ben en küçüktüm, belki ondan biraz şımarık ve sevgi arsızıyım halen. Lisede bile babamın kucağında otururdum.
Annem sinirli mizaçlıdır. Eğer düşersen gelip bir tokatta annem atardı, "önüne niye bakmadan alık alık gidiyorsun" diye. Ama babam hemen yaramı temizler, yumuşak sesiyle benimle konuşur, beni rahatlatırdı. Hiç korkmazdım, hatta düşeyim de babam benimle ilgilensin isterdim...
Babam hepimizi okutmak için çok uğraştı. Hepimiz de okuduk, onu üzmedik. Ben üniversite sınavına kursa falan gitmeden girdim bir de kazanınca benimle çok gurur duymuştu. Sonra iş için yurtdışına gittiğimde de hoşuna gitmişti.
Bazen şirket yemeklerine babamla katılırdım, arkadaşlarım babama bayılırdı. Haza bir İstanbul beyefendisi. Görgülü, sohbeti tatlı, kimseyi kırmamaya özen gösteren birini kim sevmez ki?
Sigara içmeye ortaokulda başladım, tabii babam bilmiyordu. Üniversiteye giderken yeğenim-abimin yakışıklılar yakışıklısı babamla adaş oğlu- doğdu. Aman Allahım ailece çıldırmıştık. Babam torununa deli oluyordu, sırtında gezdiriyordu. Ben o zamanlar hem üniversitede okuyor hemde bir mağazada tezgahtarlık yapıyordum. Babamda bana yakın bir apartmanda yöneticilik yapıyordu. Bir akşam hava karardığı için dışarıyı görmüyordum birden kapı açıldı. İçeri babam girdi, ben elimdeki sigarayı nasıl attığımı bilmiyorum ama ağzım duman dolu. "Akşam abinlere gideceğiz" dedi ben başımı sallıyorum ama ağzımdan burnumdan dumanlar çıkıyor tabii. Akşam babam benle konuştu. Babalık hakkını helal etmeyeceğini söyledi, kendisi ne içki ne sigara içerdi niçin evlatları sigara içiyor diye kahrolurdu. Ahhh be babacım HALEN sigara içiyorum. umarım hakkını helal etmişsindir bana....
Sonra Gökçeada'da arsa aldığımız ve buradaki arsalarda hep davalık olduğu için bir kış günü babamla Gökçeada'ya mahkemeye gittik. ben tabii dışarı gidip sigara içiyorum, babam "yanımda iç şu zıkkımı yoksa zatüre olup öleceksin" dedi. O günden beri ailede babasının yanında sigara içen yegane kız benim.
Babacımla gene bir Gökçeada macerasından dönerken onu ilk defa uçağa bindirdim. Çok küçük altı kişilik bir uçak. Tedirgin oldu ama beni korkutmayacak ya aslanlar gibi güldü, şakalaştı. Ahhh babacım dünyanın en iyi adamı sendin. Keşke yaşasaydın bizimle daha uzun yıllar....
Bir keresinde de Gürcüstan halk dansları topluluğu konser ve dans gösterisi gelmişti, bilet alıp gittik babam ve Kenan amcamla. Babam o gece çok mutlu oldu. Rahmetli öğretmen maaşıyla 3 çocuk okuttu, evlendirdi, sinemaya bile gidememişti. Böyle konserler, tiyatrolar çok hoşuna giderdi.
Annemim aksine hayvanları severdi. Potuk eve geldiğinde çok mutlu oldu, sık sık Potuk'u babama götürürdüm sevsin diye. Hatta Potuk ilk geldiğinde aşıları olmadığı için sokağa çıkaramadığımdan babam hastaneye giderken abime söylemiş bize uğradı Potuk'u görmek için.
Potuk'u "ilk torunum", "eşşek herifin damadı","dedesinin zembil kulaklısı", "deli pezevenk" diye severdi. Potuk hastalandığında bir gün annemlere gittim kucağımda Potuk. Serumlar yapılıyor, kanlı ishal ama yıkayamıyorum. Potuş leş gibi kokuyor ama babam Potuk'u öyle baygın görünce kucağına aldı, sevdi. Anneme " bak Gülnaz hayvancağız ne kadar hasta, yazık değil mi" dedi. İyileşince babamda en az benim kadar sevindi.
Babam bize bir tokat bile atmadı ama o kadar ağır konuşamalar yapardı ki keşke şimdi beni dövse derdik.
Abime oğlu olduğu için ayrı düşkündü çünkü çok dertleşirlerdi. Abimler bir ara Gebze'ye taşındığında babam çocuklar gibi ağlamıştı "benim kanadım kırıldı şimdi" diye. Ablam evlendiğinde 15 gün sürekli ağladı, abim o zamanlar Ankara'da üniversitede okuyordu, "baba eğer ağlamayı bırakmazsan yemin ederim okula gitmem yanında kalırım" deyince susmuştu. Benim nişanımda öğretmen evinin tuvaletinde ağlamış bana söylememişlerdi...
Annemle bazen tartışırlardı ama annem bir ay hastaneye yattığında ziyaretten dönerken yolda hıçkıra hıçkıra ağlayarak "ben Gülnazsız ne yaparım" demişti.
Kimseyi kırmayan, boğazımızdan bir lokma haram sokmayan, dürüst, sevgi dolu, prensip sahibi bir babam vardı.
Abim 80 olaylarında karışır gibi olmuş. Cağaloğlu'na yürüyüşe gitmiş, babamda aynı gün tesadüfen Milli Eğitim Bakanlığının Cağaloğlu'ndaki yerine gitmezmi! Tabii abimi görmüş, hemen kenara çekmiş ve ertesi gün Fenerbahçe kürek takımına yazdırmış. Abim günde 2 idman yapmaktan imanı gevrediği için bir daha ne politika ne bir şey gördü gözü. Bu kadar iyi bir babaydı, akıllıydı. Bağırıp çağırmadan abimi fiziksel olarak yorarak olaylara karışmasını engellemeyi akıl edebilen bir babaydı.
Beni de arada çaktırmadan takip ederdi. Bir gün üniversiteye giderken beni takip etmiş vapura binmiş, bende yanımda sadece arkadaşım olan bir erkekle konuşuyormuşum spordan derslerden falan. Akşam geldi "ben seni takip ettim konuşmalarınızı dinledim. Afferim sana" dedi.
Telefonlara paralel bağlatır ve dinlerdi ama biz anlamamazlıktan gelirdik. Şimdi düşünüyorum İdil büyüdüğünde ben de onun kimlerle nerde olduğunu bilmek isterim. İnşallah babamın yarısı kadar iyi bir ebeveyn oluruz. İnşallah babamın yetiştirdiği kadar saygılı, efendi, düzgün çocuklar yetiştiririz.
Bir dönem bu chat olayı yeni yeni başladığında ben bir Hollandalı ile yazıştım. Adamcağız ille de gelip Türkiye'yi ve bizi görmek istedi. Babam bari bizim evde kalsın da biz bunu iyice bir tanıyalım dedi. Bu kadar ileri görüşlü bir yanı vardı. Adamcağız 1 hafta bizim evde kaldı, yedi, içti, gezdik sonra ülkesine geri döndü. Akşamları babam benim aracılığımla adamın hayat görüşünü öğrenmeye çalıştı. Babamın vefatında adamcağız çok üzüldü. Bu kadar centilmen birinin kaybı çok acı verici demişti.
Babacım sadece 2 kez tatil yapabildi. Birinde annem ve benle Gökçeada'da bir pansiyonda kaldık, denize girdik, restoranlara gittik, uyuduk. Tatilde de babamı tanıyanlar pek sevdi. Gurbetçi bir çift bize bir akşam yemek ısmarladı.
2.tatilini de ablamın Akçay'da tuttuğu yazlıkta yaptı. Meğer hastaymış o zamanlar nerden bilebilirdik. Hiç keyfi yoktu, bütün gün balkonda oturup bulmaca çözdü. Zorla 2 kere denize soktuk meğer hali yokmuş. Bizi kırmamak için böyle iyiyim dedi durdu, dinleniyorum dedi nerden bilelim.
Seneler evvel prostat ameliyatı geçirmişti, sonra tekrarladı, epidural yöntemle tekrar ameliyat oldu. Meğer o zamanlar tüm vücudunda kanser varmış ama doktorlar bize birşey demedi. "Amca ölür ama yaşlılıktan ölür" dediler. Her 3 ayda bir kontrole gitti o zamanda bir şey demediler. En son 2003 yılında 1 Mart günü Semih'in doğum gününde bize geldiğinde çok solgundu. Hiçbir şey yemedi, şişkinlikten şikayet edince bizde gaz ilaçları verdik. 10 gün sonra tuvaletini yapamayınca başka doktora gittiğimizde acı gerçeği öğrendik. Kanser nerdeyse her yeri sarmıştı. Bağırsağını tıkamıştı, tuvaletini yapabilmesi için ufak bir ameliyat oldu. 15 gün gayet iyiydi.
Son 1 haftada eridi. Yataklara yapıştı, bizi tanımadı. Çok acıydı canımızın, babamızın bu hale geldiğini görmek. Dilerim Allah kimseye yaşatmaz böyle günleri. Artık son hafta sürekli morfin verildi, gece geç saatte iğneye adam getirildi ki gece rahat uyusun diye. 1 hafta boyunca hep inledi, annesini sayıkladı. Dünyada en çok sevdiği insanlardan biriydi annesi zaten. Bir resmini hep cebinde taşırdı. Babaannem çamaşır yıkamaktan dönerken eşşeğin yanında. Gülüyor tombik tombik, güneşten gözlerini kısmış. Genç ve çok tatlı. Herhalde hep öyle hatırlıyordu annesini.. Ölümünden 2 gün evvel gene inlerken yanına oturdum "baba neyin var" dedim. " 1 haftadır konuşmuyordu sadece inliyor ve anne diyordu. Bana dönüp baktı ve "neyim yok ki" dedi. Ah dedim sanırım düzeliyor. Ama olmadı. 5 Mayıs 2003'te sabah işe gidecekken telefon çaldı, yengem aradı, gelin dedi. Hemen apar topar gittiğimizde yetişemedik. Babacım bu dünyadan gitmişti....
O günleri hatırlamıyorum çok net. Çok yoğun bir acı, gelen gidenler falan. Tek aklımda kalan dayımın ilkokula giden torununun ağlamasıydı. Dedi ki "ben Ömer dedemi çok severdim, benimle büyük insan gibi konuşurdu. Bir gün okuldan geldim, moralim bozuktu. Bana ne oldu dedi, bende anlattım, bana kızım şimdi sana bunlar çok önemli görünebilir ama inan bir ay sonra hatırlamayacaksın bile dedi. Hakikaten öyle oldu. Şimdi ne zaman üzülsem Ömer dedemin sözlerini hatırlıyorum"
İşte kızım senin deden böyle biriydi. Keşke tanısaydın, keşke deden de seni görebilseydi. Emin ol çok severdi seni belki hepimizden fazla..
Belki sonra unuttuklarımı da anlatırım sana. Ayrıca evdeki cd'lerden birinde Gencay abin 10 aylıkken çekilen görüntülerde dedenin orta yaşlılığını görebilirsin, sesini duyabilirsin. Ben bazen çok özlediğimde yapıyorum....
Babacım seni çok sevdiğimizi zaten biliyordun, biz sevgimizi söyleyen ve gösteren bir aile olduk hep. Sarılmalara, öpmelere doyamadık seni... Bazen rüyama giriyorsun uyanınca hep ağlıyorum. Kızımı mezarına getirmek istiyorum ama daha çok küçük, zaten sen bizi görüyorsun bunu biliyorum. Torununu oradan görüyor ve seviyorsun biliyorum. Nur içinde yat, cennet mekanın olsun canım babam....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder