Bugün birden aklıma geldi.
İnsanlar yaşlandıkça huy değiştirirmiş. Miş değil değiştirir. Bakınız annem;
Kendisi biz büyürken bizi 5 kardeş yöntemiyle büyüten, sinirli birisiydi. Her Pazar ya da cumartesi temizlik yapardı, küçükken biz yardım edemediğimizden o gün mümkünse evde durmamak gerekti ama annem kimseyi salmazdı dışarı. Sabah erken kalkar, tak tuk bin bir gürültü ile bizi kaldırır, sinirden burnundan solur, o arada işi bitene kadar her vesile ile hatta gerekçe göstermeden bize bağırır çağırırdı.
Şimdi annem 74 yaşına ve PAMUK HELVA!!!! Yarabbi o sinirli kadının benim şu anki annemle EN UFAK bağlantısı yok.
O yüzden -eh bizde yaşlı anne-baba olduk- kızımın bizim aslında nasıl insanlar olduğumuzu hiç değilse okuması için bunları yazıyorum.
İdil'in annesi yani BEN:
38 yaşında anne oldum. 31 yaşında evlendim.
Üsküdar'da doğdum, benden 6 yaş büyük MELEK gibi bir ablam ve 5 yaş büyük MELEK gibi bir abim var. Allah onları başımdan eksik etmesin, onlar olmazsa delirirdim herhalde.
Üniversiteyi İstanbul Üniversitesi'nde 4 yıllık Basın Yayın Yüksek Okulu'nda okudum. Gazetecilik ve Halka İlişkiler mezunuyum. Okul yıllarında babama yük olmamak için çalıştım. Önce gazetecilik stajı yaptım. Baktım o dönemde gazeteci olmak için profesyonel fotoğraf makinan olması lazım ama benim değil o makinayı alacak param haber peşinde gezerken masraf yapacak param olmadığı için ben bu işi yapamam dedim ve başka ne iş olsa yaptım. Tezgahtarlık- tabela yapımı- ön muhasebe- abone servisi- pazarlamacılık vs vs vs. Okul bitince teyzemin kızının torpiliyle Ekinciler Holding'e bağlı Ektrans Uluslararası nakliyatta hava kargo bölüm elemanı olarak işe girdim. Sonra 2 müdür ayrıldı ve Genel Müdür bana bir şans verdi. Beni bölüm sorumlusu yaptı, sonra Ekinciler Dış Ticarette Ar-Ge sorumlusu ve Ekinciler Demir Çelik'te Finansman sorumlusu olarak çalıştım. Ekonomik kriz sebebiyle işten çıkarıldıktan sonra 3.5 yıl iş aradım. 52 iş görüşmesi yaptım İstanbul'un her yerinde. Bazen günde 3 görüşme. 1513 iş başvurusu yaptım. Şu an çalıştığım işe girdim.
İki has arkadaşım var ortaokuldan başka öyle çok can dostum yok. Arkadaşlarım var tabii işten ama o iki can dostumun yeri ayrı...
Gezmeğe-eğlenmeye-güzel yemeklere-filmlere-kitaplar-konserlere bayılırım.
Bekarken sürekli gezerdim arkadaşlarla. Ne Irish Pub kalmıştır gitmediğim ne Çubuklu Hayal. Beyoğlu'nda Sefahathane'de içtiğim o buz gibi beyaz şarapları unutamam. Can dostlarımdan birinin ilk kocasından boşanmasını kutlamak için Ece Bar'a gidip Pakize Suda'yla göbek attığımız geceyi unutamam. Guns N Roses-Bon Jovi ve Metallica stad konserlerini unutamam. Galata Kulesi'nde iş yemeği yediğim akşamı unutamam. Londra'da sokakları turladığımı, Madame Tusseut müzesini, Camden'ın sokak satıcılarını, Trafalgar Meydanını, Milano'nun Duamo'sunu ve Kapalı çarşısını unutamam, Torino'da ev yemeği restoranındaki muhabbeti ve küçük pastaneyi unutamam. Venedik meydanlarında, Floranse sokaklarında ve Roma mahallelerinde avare avare dolaşmalarımızı unutamam. Barcelona'da Akvaryum'u, Barri Gotico'yu, Monserrat'ta manastırı, Toledo'nun sokaklarını ve MUHTEŞEM katedralini unutamam, Madrit'in MÜKEMMEL müzelerini ve Atocha tren istasyonunu, flamenko danslarını unutamam.
Arkadaşlarla kız kıza gidip Fenerbahçe marinada çay-kahve içtiğim günleri unutamam. Okuduğum yüzlerce kitabı, gördüğüm yüzlerce filmi unuttum bazıları hariç. Ama böyle işte kızım annen gezentinin önde gideni kuyruk sallayanıdır.
Kitap okumayı çok severim, her ne kadar artık çok vaktim olmasada Maeve Binchy, Amin Maalouf, Paul Auster, Orhan Pamuk , Tolstoy, Anton Çehov, Dosteyevksi, Paolo Caello ve adını şu an hatırlayamadığım bir sürü yazarın hemen hemen her kitabını okudum. Romantik filmleri ve sıradan insanların hayatlarını anlatan filmleri çok severim.
Mesela Paul Auster'ın "Duman" kitabından esinlenen aynı adlı film benim en sevdiğim filmlerden. Bunun dışında İngiliz,İrlanda,İskoç filmlerini severim. Hatırladıkça isimlerini yazarım sonra sana.
Konserleri, tiyatroyu, sergileri,müzeleri çok severim. İnşallah senle beraber bunların heeeeeepsini yaparız.
İdil'in babası:
41 yaşında baba oldu. 34 yaşında evlendi, terzi babası ve ev hanımı annesinin 3 çocuğundan en büyüğü. Kendinden 1.5 yaş küçük cıvıl cıvıl bir kızkardeşi ve sessizzzzzz bir erkek kardeşi var. İlkokuldan sonra Ankara TED Kolejini bitirmiş, Gazi Üniversitesi İktisat Fakültesini - sanırım aşk acısı yüzünden- 3. sınıftan terk etmiş ve ASLA dönmemiştir. Muhabe işleri yapar, şu an Mali ve İdari İşler Sorumlusu.
Ahh ahh o ne acaip adamdır!! Kara gün dostu, iyi hasta bakıcı, kavga çıkarmayan, herşeye olumlu yaklaşan, nadiren kızan, duygularını belli etmeyen insan ötesi derviş....
Bütün dünya işlerinden elini eteğini çekmiştir. Sadece işe gider-gelir. Akşam eve gelince doğru gider kolasını alır kanepeye kurulur, jiletle kazırsan ancak kalkar. Haftada bir gün tatilim var ayağına yatıp evden çıkmamak için kırk dereden su getirir.Pazar günü 2 posta güzellik uykusuna yatar. Sorsan kaç para borcu var, o ay kredi kartları kaç para gelmiş, elektrik-su-doğalgaz nasıl ve nereye ödenir, ev dekore edilirken usta nasıl bulunur, marangoza kapı tahtası nasıl yaptırılır, evin kaç paraya geçindirildiği ile HİİİİİİİİİÇ işi olmaz. Diyorum ya baban dünya işlerinden elini eteğini çekmiştir. Annen her dekorasyon sırasında gider malzemeleri bulup, paraları öder, anlaşmaları yapar, bankadan hesaplara para yatırır, ustaları bulur, eve getirir, işleri yaptırır, derviş baban eve gelir ve "aa ne zaman yaptırdın bunu?" diye sorar. Annen "beğendin mi?" der babanın klasik cevabı "hııı güzel" ama o sırada gözünü televizyona dikmiştir ve muhtemelen anneni dinlemiyordur.
Kiralık -satılık evlerle ilgilenmez, annen gider, evleri gezer, kiralar, satın alır, satar. Taşımacıları ayarlar, temizlikçiyi ayarlar. Baban o sırada nakliye şirketi elemanlarına kola-sigara ikram etmekle meşguldur. Bu nedenle 2 saatlik taşınma işi 7 saat sürer. Ev yerleştiriken eksikleri alma bahanesiyle bakkala gidip 2 saat gelmez. O arada VCD almaya gitmiştir vs vs.
Kurtlar vadisi fanatiğidir, Perşembe günleri misafirliğe gitmez, eve misafir istemez, mümkünse doğum günlerini de perşembe günü istemez.
Tek tatil anlayışı öğlene kadar yatıp, annesinin pişirdiği kebaplarını yiyip yüzmektir. Dolaşmayı, gezmeyi zul sayar.
Senin bakımına yardımcı olmamak için binlerce bahanesi vardır. "Bende durmuyor", "bende uyumuyor", "beni görünce hep oynamak istiyor yemiyor", "formula 1 yarışı var", "film izliyorum", "dizinin sonunu alayım öyle yaparım"," benim bir tek pazar günüm var", vs vs vs.
Kolasını ver, tv'yi aç, babanı unut! Hayatta olup olmadığını anlamak için gidip kontrol etmen gerekir, fotosentezle yaşar. Yemek ne versen yer, haftanın her günü kahvaltı etse neden ediyorum demez. Hakkını yemeyeyim Allah çarpar; halden anlar, bazen bulaşıkları yıkar, kahve yapar, çay doldurur, sırt kaşır, bel ovar, ayağım kırıkken beni yıkar, 6 ay annemin yanında kalmamıza rağmen gıkı çıkmaz şikayet etmez. Diyorum ya duyguları ameliyatla alınmıştır derviş babanın. Kötü olaylar olduğundan üzüldüğünü asla belli etmez, "geçerrr bunlar dert etme" der. Kızmaz, sinirlenmez, üzülmez, ağlamaz....
Romantizm yanından geçmemiştir. Annen bir gün mum ışığında yemek hazırlamış, giyinmiş, makyaj yapmıştır. Baban kapıdan girer girmez mumları görünce "elektrik mi kesildi?" diye soracak kadar saftır. Sonra "ışıkları yaksan da ne yediğimizi görsek" deyince annen doğru gidip pijamalarını giymiş ve yemeğe devam etmiştir. Ama annen hastaneden geldiğinde annene tek gül almıştır, evlilik yıldönümlerinde kaç yıllık evliyse o kadar gül getirmiştir. Daha ne olsun
Kötü müdür? Haşa!! Ama ruhtur o ruh. Bazen boğmak istersin bazen sarılıp öpmek.
Keşke babanda beni yazsa. Kimbilir neler der. Fil hafızalı olmam, surat asmam, it ayağı yemiş gibi gezme sevdalısı olmam konularını biliyorum da diğer eleştirilerini bilmiyorum.
Annenle baban Ektrans'ta tanıştı. Baban patronlardan birinin eşinin akrabasıydı, ilk gün -bir rivayete göre- annene selam vermiş ve annen cevap vermeyince beni defterden silmişti. Daha sonra kanki olduk, bizim bölüm sekreteri ile flört etti, annenin çöpçatanlığıyla bir arkadaşımla evlenme niyetiyle flört etti, her haltı annene anlattığı yetmezmiş gibi annenin her flörtünü biliyordu.
Hatta dedeni anlattığım yazıdaki Hollandalı adamcağız buraya geldiğinde beraber bizimle gezmişti. Hep şaka olarak konuşulan "evde kaldık bari birbirimizle evlenelim" lafını Hollandalı işi bozulunca ciddiye çevirdi. Bayramda gittiği Adana'dan bana telefon açıp " yüzüğü aldım geliyorum" dedi ve annen olacak salak "ne yüzüğü" diye sorunca "gelince görürsün" dedi. İş yerine geldi, sigara molasında serçe parmağına yüzüğü takıp Adana şivesiyle "dak hele dak, dakmassan götürüp satacaam" dedi. Hakikaten belki kabul etmem diye götürüp geri verebilmek için isim yazdırmamıştı yüzüklere. Böyle bir adam senin derviş baban. Kafatasçıdır, Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur der ve çeyrek kan Arap, çeyrek kan Rum, yarım kan Gürcü olan annen için "asil kanımı kirletti" yorumunu da yapmışlığı vardır.
George Michael'i sevmeme sinir olur, homoseksülleri hiç sevmez benim de onun tabiriyle "TOPLARI" nedense pek sevdiğimi söyler.
Sana aşıktır, böyle "datlı" olacağını bilseydi 18'inde çocuk sahibi olmak istermiş. Şimdi yeni numaran kucağında otururken göğüs kıllarını çekmek. Çekerkende babana bakıp kahkaha atıyorsun ve adam eriyorrrrr. Senin büyüyünce bir erkek arkadaşının olması fikri bile onu delirtiyor.
Ruhsatlı silahını senin arkadaşına doğrultup poposundan mı yoksa kafasından mı kurşun yemek istediğini soracakmış. Peşini bırakmazsa kafasından vuracakmış, bırakırsa poposundan. Ona göre ayağını denk al.
İki ayaklı HERRR kadına gözünü dikip bakar, ben ses çıkarmam. Ne yapalım adam göz aldatmacasız duramıyor. En büyük hayali Rio Karnavalına gidip dansçı kızların arkasına geçip " ıçıdı ıçıdı" diye dans etmekmiş.
İşte kızım böyle bir annen ve baban var, artık mutlu mu olursun mutsuz mu bilmem ama sana TAPIYORUZ, AŞIĞIZ, SEVİYORUZ.
Seni çok bekledik, çok istedik ve sen geldin. Artık uzun ve sağlıklı yaşayıp seni güzel güzel büyütmek istiyoruz.
Annen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder