1 Aralık 2008 Pazartesi

Kuafördeki kadının bana anımsattıkları

Dün akşam saçımı kestirmeye Birol'a gittim. Birol'u bana has arkadaşım 2 Ece tanıştırmıştı, kazıkçıdır falan ama benim bu 2 tel saça da ondan başka düzgün şekil verene daha rastlamadım.
Dün akşam kadının biri, daha doğrusu herhalde 23-26 yaşlarında bir kadın, parmağındaki 7 taş pırlantadan belli zengin biri ile evli, peşpeşe 2 çocuk doğurmuş (en küçüğü 5 aylık) ama Ebru Şallı misali "fit", Birol'un yardımcısı Oğuz saçını geçen sefer "çok" kısalttığı- belinde kadar- için bunalıma girmiş, kaynak yaptırıyor. 5 saattir orda oturuyor ve saçı kısalınca psikolojisi ne kadar bozulmuş onu anlatıyor

Benim saçım ise;
Daha ilk kemoterapi başlamadan saçı gidip ablamla kazıtmış ve kısa bir peruk almıştım, ablamla beraber kafamda perukla pazar pazar dolanıyoruz. Bu arada bazen rüzgardan uçuyor, dımdızlak pazarın orta yerinde kalıyoruz, bazen yağmurluğun kapişonu sürte sürte peruk alnımın ortasına çıkıyor, birde zaten sıkıntın varken o peruk kafanda bir ton gibi geliyor. Evde takmıyorum, Semoş yadırgamıyor gibi hiç tepkisi yok, sanki saçlıymışım gibi davranıyor (canım benim), kemoterapilere giderken bere takıyorum, peruğu az kullanıyorum. Ablam kendi uzun peruğunu da vermiş, iş görüşmelerine onunla gidiyorum.
Ama kaş ve kirpik yok, surat o garip kanser sarısı, o halde bile iş aramak zorundayım, kafam o kadar bozuk ki anlatılacak gibi değil. Kemoterapi sırasında her sabah yastıktan sakal gibi mincik saçlarımı topluyorum, "iyiki kazıtmışım" diyorum. Vücumdaki tüm tüyler dökülmüş, "oh ne güzel ağda mağda lazım değil" diyorum.
Birol'a kanser tedavisi sırasında da iş görüşmesine çağırdıklarında gidiyorum. Peruğu çıraklardan birinin kafasına takıp fön çekiyor. Acıma, ah ah vah vah yok Birol'de, sanki herşey normal, ben yanlışlıkla saçımı kazıtmıştım da şimdi böyle perukla geziyorum gibi davranıyor. Birol Karadenizli'dir, öyle efemine falan değildir, aksine maço'dur.
Tedavi tam 8 ay sürüyor. Saçlar kanser tedavisi bittikten sonra bir türlü normal hale gelmediğinden aylarca arada Birol'a gidip "artık kesilecek kıvama geldi mi" diye sordup duruyorum. En nihayet 8 ay sonra ilk kez çıkan saçları kestirirken ne kadar mutlu olmuştum.
Bu 8 ay içinde
1- Görümcemin oğlunun sünneti oldu. Herkes şımşıkır, bakımlı, benim saçlar hapishanede kestirilmiş gibi, yeni çıkıyor, her biri ayrı uzunlukta, kendi rengindeki beyazlar çabası. Kayınvalide durumu bilmediğinden bana aşağılar gibi bakıyor, üzülüyorum ama elden ne gelir.
2- 2-3 ay sonra kayınpeder aniden vefat ediyor, Adana'ya gidiyoruz, ev dolup taşıyor, sıcak deli gibi, benim saçlar gene bir garip. Gelen giden bana hizmetçi gibi bakıyor- belkide bana öyle geliyor, bilmiyorum. Ter daha fena sızıyor her yerimden.

İşte kuaförde o kadına baktıkça o günleri düşünüyorum, anneme ve rahmetli babama çaktırmamak için - çünkü o dönem 4 apartman ötede oturuyoruz kirada- ablamla arka taraflardan dolanıp kapıcının dairesinin ordan eve gizlice giriyoruz, Allah anneme-babama saflık veriyor, yeni evi taşındığımızda annem dolaplarımı karıştırıken peruğu buluyor, abime soruyor, abimde "saçlarını çok kısa kestirmiş, iş görüşmelerinde uygun olmadığı için peruk almış, ne var canım" diyor, annem-babam uysallıkla sorgusuz sualsiz kabul ediyorlar bu açıklamayı. Bende artık peruğu çıkarıp o minicik kısacık saçla onlara gidiyorum, anne habire "kestire kestire kafanda saç kalmadı, şu hale bak, kel kaldın cık cık cık" diyor. Ahhh, annecim bir bilseydin kızların nelerle mücadele etti!!!

Bazen ben mi kabuk bağladım, diğer insanlar mı fazla hassas bilemiyorum. Ya da Seda'nın dediği gibi "herkes senin yaşadıklarını yaşayıp kafası sağlam kalamaz" mı? Bilmiyorum....

Şimdi mesela annem gibi oldum, eskileri düşünüp çok üzülüyorum. Ne güzel 3.ameliyattan (şimdilik) yırtmışım, evimdeyim, evladım sağ salim benimle, eşim benimle, ailem benimle. Oysa ben o sırada ne düşünüyorum

"Ameliyat masasındaki ışıkları, ayılmaya çalışırkenki halimi, doktor kadının bana hissettirdikleri -şişmansın, belasın vs- , ayılınca mememin halen olmaması yanında birde karnımda köpek balığı ısırıp bırakmış gibi kocaman 2 boydan boya iz, göbek deliği bile deforma olmuş, alt dikişlerdeki zımba teli izleri, kanserken çektiklerim, delik deşik olan kollarım, kusup durmam, her kemoterapiden sonra 3 gün yemek yiyememem. Bu arada ablam bana ne istersem onu pişirmek için didinir, "ayşen ıspanaklı yağsız börek yer misin ablacım?" "Peynir ekmek vereyim ablacım?", Semih elinde kova,bez kusmuk temizler, radyoterapilere eniştem ablam beni hafta içi hergün taşır, ordan çıkınca sanki bir ton dayak yemiş gibi halsiz ve keyifsiz olurum, tedavi biter 1 aya kalmadan evden taşınmak zorunda kalırız, ablam gene gelir kırılacakları koliler, ağlanacak halimize güleriz. Canım yingecim Zekoş'umun bizi o dönem oturdukları Gebze'deki evlerinde misafir etmesi, kışa günü k.çımız dona dona pikniğe götürmeleri, sırf değişiklik olsun, hava alalım diye. Abimin mangal yakarken eldivenlerini de yakması...

Artık at kafandan bunları desemde atamıyorum henüz. Ama İdil sen herşeyi unutturuyorsun annem. İyi ki seni doğurdum....

Canım kucacım ve muhteşem ailem-ablam-abim-yingecim-yeğenim- her koşulda yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim. Siz olmasaydınız hiç birini atlatamazdım. Allah bizi birbirimizden ve İdoş'umuzdan ayırmasın.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Kanserle ilgili son gelismelere yer verdigim henuz gelistirme asamasinda olan bir web sitem var. Arastirma yaparken rasladigim bu yaziniza hem fikirlerinizi almak hem de daha cok insana ulasabilmek icin yorum birakmak istedim. Web sitemi ziyaret edip yorumlarinizi paylasabilirsiniz cok sevinirim. Yayin hayatinizda basarilar dilerim.