19 Ocak 2011 Çarşamba

Posta karşı post

Arada ziyaret edip okuduğum ama bir türlü yorum bırakmak nasip olmayan güzel bir blogger anne ve güzeller güzeli bir kuzusu var. Bugün en son yazdığı postu okuyunca önce yorum bırakayım dedim, sonra baktım ki anlatacaklarım uzun, en iyisi kendim bir post yazayım dedim.

Sevgili Poh Poh perisi ne güzel anlatmış güzel kuzusunu, anneliği, çalışan kadınının annelik duygusunu.
Müsadesiyle şunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Mutlu/huzurlu anne 2 ana faktörle oluşuyor (BENCE)
1- Huzurlu hamile
2- Sakin karekterli bebek

Bende bu 2 faktörde maalesef olmadığından ben sevgili peri'nin dediği, o insanları ürküten, "hele bir çocuk olsun da gör" cülerdenim.
Öncelikle hamileliğimden başlayayım.
Benimki tüp bebek hamileliğiydi. Bilmeyenler için 2. denememdi. Tüp bebek süreci zaten başlı başına bir strestir.
Gittiğim merkez başarı oranı en yüksek merkez olup, insanlara sayı olarak bakıyordu.
Orda "Ayşen" değil, bilmem kaçyüzüncü hastaydın. Sana özel olduğun vs hissettirilmiyor, yaşadığın sürecin mucizevi olduğu anlatılmıyor, kan değerlerin, yumurta sayın, yumurta çapınla rakam olan, işi bitip çıkıp gitmesi, yerine sıradakinin içeri alınması gereken numara olarak hissettiriliyordun. Transfer öncesi kendi karnına 20 iğneyi işyerinde aynı saatte yapman gerekliydi. Gün aşırı Gebze'den Nişantaşı'na yumurta takibine gitmen gerekliydi. Nişantaşı'ndan Maltepe'ye toplu taşıma vasıtalarınla geri dönmen gerekliydi. Transfer sırasında 20 kadın aynı yerde yatırılıyor, sırayla içeri alınıyor, sonra o 20 kadın yan yana ayılması ve dinlenmesi için yan yana 1 saat ayaklar havada yatırılıyordu. Düşünebiliyor musunuz? 20 kadın! Kimi ağlar, kimi daha evvelki tecrübelerini anlatır, kimi kaynanasını çekiştirir!
Transferden sonra ilk 3 ay normal hamilelikte salgılanan progestoron hormonu sende salgılanmadığından bu hormonu dışardan kalçadan iğne olarak alırsın. Tam 400 iğne! Aynı saatlerde, günde 3, bazen 4 kez. Kanamaların olur sürekli. Tuvalete gitmeye korkarsın. Yoğun kanaman olur, apar topar hastaneye gidersin, yolda salya sümük ağlarsın düşük yaptın diye. Sonra bebek sağlam derler yine ağlarsın. 20 gün sadece tuvalete gidecek şekilde yatarsın. Tam herşey bitti derken bu sefer ikili testte "down sendromu riski" çıkar. Gene salya sümük ağlarsın, diken üstünde durursun, bir ay daha bekle amniyosentez ol derler. O işleminde düşük riski vardır ama yeterki kesin sonuç alalım diye amniyosentezde yaptırırsın. Gene kalkmadan yatarsın. Tam 5 hafta sonuç için beklersin. Karnındaki bebeğin nerdeyse 6 aylık olmuştur, sen daha "ohh" diyememişsindir. Bebeğe bir çorap bile almamışsındır. Neyse sağlam raporu çıkar. Tam artık sevineceksindir ki işyerinde 6 yılda yaptığın ilk hata nedeniyle suratına kağıtlar atılır, aşağılayıcı konuşmalar yapılır. Tüp bebeklerin sezeryanla erken alınması gerektiği söylenir 37 hf'da doğuma alınırsın.
Tabii tüm bu süreci anne karnında yaşayan bebeğin stresli olur. Ne kadar da sen doğumdan sonra sakin, mutlu, huzurlu da olsan bebek hamilelikteki stresi atamaz. İlk 8-9 ay gece 22.00'ye kadar uyur, sabah 06.00'ya kadar ayaktadır ve sürekli ağlar. O kadar ağlar ki komşular sabah "hasta galiba", "neden ağlıyor" diye kapıya gelirler. 1-2 kez değil, haftada 3-4 kez bu ziyaretlere muhatap olursun. Uyku rutini çalışmasına 3 aylıkken başlarsın. Azimle denersin, pes etmezsin. Sonuç? Çocuk ancak 3 yaşındayken sabaha dek uyur.
Kendi yatağından başka yerde yatmak istemez, senin yanında uyumaz, bebeğin yatağının yanındaki sandalyede en az 45 dakika, en fazla 2.5 saat oturursun uyutmak için. Masallar, dönence müziği, hamilelikte dinlediğin şarkılar, banyo, masaj, uyku öncesi yürüyüş, peluş oyuncak, yalancı emzik, biberon içerek uyuma, ninni, ayakta sallama, çarşafta sallama, beşikte sallama, hep aynı saatte yatırma denediğim yöntemler. Asla ayakta sallanmak istemedi, asla yalancı emzik kullanmadı. 3 yaşına kadar da gecede en az 5 kez kalktı.
Bütün bunlara rağmen bebeği sürekli gezdirirsin. Bebek arabasıyla, kanguruda. Ehliyetin olmadığı için heryere minibüsle gidersin. Arkadaş toplantılarına kanguruda bebeğinle gidersin. Yemek yerken, sohbet ederken kanguruda bebeğin uyur. Yatırmaya teşebbüs ettiğin saniye uyanır ve bir daha asla geri uyutamazsın. Senden başkasına asla gitmeyen bebeğin yüzünden çayı soğumadan içmeye hasret kalırsın. Buna rağmen heryere bebeği taşırsın, değişik ortamlarda bulunsun, alışsın diye. Bebek pusetini değiştirdiğinde tek yön pusete alışması 9 ay sürer. Bu 9 ayda o kadar çok ağlar ki mahalle bakkalı "artık sesini tanıyorum sizin kızın" diye dalga geçer. Başka sefer bakkaldaki müşteriler "yazık bebek hasta mı" diye sorduğunda senden evvel bakkal "yok yok, turp gibi de edepsiz" diye cevap verir. Yeni taşındığın apartmanın kapıcısı eve gelen misafirlere "o çok ağlayan bebek mi? 4 numara" diye evi tarif eder. Yan apartmandan "bebek neden bu kadar ağlıyor" diye eve baskına gelen komşular olur.
İlk tatile kayınvalidenin yanına gidersin uçakla. Bebek düzeni bozulmasın diye tüm yatak takımını, dönencesini alırsın hatta müziği bile telefona kaydedip gidersin. 1 hafta boyunca o kadar çok ağlar ki kayınvaliden gece odaya dalar, komşular sabah "yazık hasta galiba" der. Kayınvaliden sana acıdığı için bebeği pusetle yürüyüşe çıkarmak ister. Pusette durmaz desen kırılacağından birşey demezsin, 5 dakika geçmeden kucağında bebek, elinde puset geri döner ve bir daha bebeğe yanaşamaz korkusundan. Geri dönüş uçağına beraber bindiğin görümcen bebeğin ağlamasından arkalara kaçar, yanında oturan yolcular "cık cık" layarak kaçar.
Yürümeye başlamasından sonra hergün mütemadiyen düşer. Bir kez burnunu nerdeyse kırmanın eşiğine getirir, bir kez alnını ceviz büyüklüğünde şişirir. Her gün biryeri morarır. En büyük zevki 2 koltuk arasındaki orta sehpanın trombolin olduğunu sanıp onu kullanıp koltuklar arası uçmaktır. Koltukların arkalığına oturur, sandalyeleri sallanırken kırar vs vs vs.
Konuşmaya başladıktan sonrası başka maceralar.
Daha anlatacağım o kadar çok şey bulurum ki...
Yani bazen insanlar anneleri/hamileleri korkutuyor diyorsunuz ya, bazen haklıyız. Hemde köküne kadar!

6 yorum:

Robin Goodfellow dedi ki...

yok yook valla ben bebek falan almayayım, ben de bebekken çok ağlarmışım şimdi iyice korktum, en iyisi başkasının çocuğu sev et ağlayınca annesine ver kaç :D

annesiningülü dedi ki...

biliyorum İdil için ne zorluklara katlanmış olduğunu. ama her okuduğumda ben bu kadar yapabilirmiydim diyorum. hele o hergün yapılan iğneler...

benden, bizden... dedi ki...

Ayşen ben de ağlayacaktım ama yani bu kadar mı herşey üstüste gelir... Hamileliğin etkisine ne çok inanıyorum ben bir bilsen ve bu yaşadıklarını yaşamak ne zor olsa gerek ama bak geçti gitti o günler di mi...

Çok memnun oldum tanıştığımıza...

İkiz Annesi sdilek dedi ki...

Ayşencim nede güzel anlatmışsın tedavi sürecini.Yaşayan bilir o eziyeti.Ben her defasında şöyle dua ederim."Allahım düşmanıma bile yaşatma o günleri" çünkü gerçekten çok zor bir süreç.Allah isteyen herkese aratmadan bebek nasip etsin inşallah..

aysencifci dedi ki...

Yok be Ayşegül, şimdi imkan olsa bir 400 iğne daha yer, İdil'e kardeş yapardım. Annelik öyle de bir delilik durumu! Emin ol seviyorsun, sinir de olsan, dövmek de istesen seviyorsun. Manyak oluyorsun kısaca..
Bahar'cım başa gelen çekiliyor. Bunların sonucu en azından güzel. Izdırap m.çıp güzel sonuçlanmayan diğerlerinin yanında..
Poh Poh perisi, teşekkürler güzel yorumuna ve en önemlisi o güzel post'a. Yanlış anlar mı acaba diye düşündüm ama çok şükür doğru anlatabilmişim kendimi. Bende tanıştığımıza memnun oldum. Lal'i benim için çokk çokkk öp olur mu?
Dilek'cim di mi ama? Kimisi demiyor mu "Ay korunmayı bıraktım hemen hamile kaldım?" boğasım geliyor:)D Kuzuları öperim.

Robin Goodfellow dedi ki...

şimdi ben yorumları okudum, anneler pek duygulanmış falan ben işin o tarafını görmedim hiç kendimi ruhsuz duyarsız gibi hiseetim anladım bende annelik geni yok :P