1 Aralık 2008 Pazartesi

İdil'ceye eklenenler


Bazı yeni kelimelerimiz var.

Sosik - Sosis
Ceci - Ceviz
Babaanne
Adama - Adana
Dans - Deida'nın Gürcü dansları DVD'si
Mickey - Mickey Mouse CD'si
Esenin - Esma'nın (süpürge, kovalar ve bezler)
Nenin - Benim
Tatil - Teyze, Dayı, Zehra tatilde
Zeya - Zehra
Geti - Getir (Halası bebeği getirsin)
Gel gel - Eniştesi Geldi-Geldi yapsın
Bebek - Tuna- Halamızın bebeği- bayılıyoruz, öpüyoruz, cici yapıyoruz. Birde amcamızın kızı Elif var ama, o da "ayayyyaaa" diye bağırıyor.

Cuma akşamı anneanne evde oturuken biz hanımı Potuk'la beraber yürüttük. Cumartesi sabah gene Potuk-İdil-Deida-ben yürüyüş yaptık. Tabii dışarı çıkmadan arabasına oturmamak için epey ağladı. Öğlen anneanne-İdil-Deida-ben Barem'e gittik. Kuzuya ayıcıklı hikaye kitabı, boyama kitabı, yumuşak bowling seti, ksilofon, dört yanıda farklı desenli küpler aldık. Ksilofonu çok beğendi yolda çala çala gittik. Onu uyutup alelacele çayımızı içip kuaföre gittim. Tam 2 saat sıra bekleyip saçımı kestirdim. Döndüm oynadık, yemek yedik. Babamız bize çok geç gelirim dedi ama kandırdı çok ta geç kalmadı.
Pazar saat 08.30'da kalktık, gene Potuk'u ve İdil'i yürüttük. Bakkala girdik, ordan Tiger çıkarmaları veriyordu gazete, onlara baka baka yürüdük, yolda esmer bir bayanı babaanneye benzetti, bize "babaanne Adana'da" dedik "Adama" dedi,kahvaltı, kahve, alışveriş, uyku, oyun, halamız Tuna bebeğimizle geldi, banyo ve uyku.

Geçenlerde Mickey Mouse'un 2 kısa filminin olduğu bir cd aldım, habire onu istiyor. O bitiyor Gürcü dansları, o bitiyor "bebek" diyor Tuna bebeğin görüntüleri, "İdil" diyor kendinin telefondaki videoları, hep aktivite. Mum boya aldım, onlarla biraz boyama yapar gibi olduk, sonra boyaları yemeye karar verince bizde boyaları şimdilik elinden aldık.

Dün gecede çok güzel bir Kızıldereli filmi vardı "Smoke Signals". Günümüzde Kızıldereli gençlerini anlatıyor. Bu garibanlar "reservation area" denen yerlerde yaşıyorlarmış meğer. Burada hep kızıldereliler var. Ordan Victor isimli bir genç var, babası o daha küçükken evi terk etmiş, bir gün ölüm haberini alıyor. Babasının yaşadığı karavana gitmek için sadece 40 doları var, tabii bu para yetmeyecek, bir başka arkadaşı var, garip giyimli, olayları farklı hikayeler olarak anlatıyor, bu gencin babası da gitmeden onunla bir yerde yemek yemiş, (tabii Victor bu duruma bozuluyor, babası kendini değil başka çocuğu tercih etmiş gibi algılıyor,babasını kendi alkolik hatırlarken bu arkadaşı gayet kafa biri diye hatırlıyor,buna da sinir oluyor) ona beraber giderlerse para yardım edeceğini söylüyor. Otobüse binmek bile tüm paralarını bitiriyor. Otrobüste Victor önce arkadaşını kıyafeti yüzünden eleştiriyor, savaşcı görünürse beyaz insanların ondan çekineceğini söylüyor ama ilk molda yerlerini beyazlara kaptırıp çaresiz başka yere oturunca savaçı görünümünde günümüz Amerika'sında bir işe yaramadığını anlıyorlar. Babasının yaşadığı yere varınca babasını tanıyan genç bir kızıldereli bayan babasının başka yönlerini Victor'a anlatıyor. Pişman, evine dönmek isteyen fakat cesaret edemeyen, oğkunu unutmamış ve oğluyla gurur duyan. Victor babasını çok başka hatırlıyor, karavanına bile girmek istemiyor, fakat sonra kadınla basket iddasına girip kaybedince karavana giriyor, babasını aslında hiç tanımadığını anlıyor. Dönüşte babasının arabasıyla yolda giderken kaza yapan bir başka arabaya çarpmamak için kendileri kaza yapıyorlar. İlk kazada yaralanan bir kıza yardım getirmek için tam 30 km koşarak şehre baygın geliyor. Kızı kurtarıyorlar, bu arada ilk kazayı yapan adam bunları şikayet ediyor, bunlar tam polisten kaçacakken polis şikayetçi olan adamın karısının bunların lehine ifade verdiğini söyleyince evlerine geri dönüyorlar. Ellerinde babasının külleri olan bir kavanoz, kavanozdaki küllerin yarısını arkadaşına veriyor, arkadaşı babasını en son gördüğü yer olan nehre gidip külleri savurmak istediğini söylüyor, Victor'da aynı şeyi yapıyor. Fonda arkadaşının sesi hikayesini anlatıyor
Tam kelimesi kelimesine değil ama şöyle bir şey
"İnsan babasını affeder mi? İyi olmadığı, ilgisiz ya da aşırı korumacı olduğu, dövdüğü ya da çok üstüne vardığı , bırakıp gittiği ya da kalıp hayatını mahvettiği, insan babasını ne zaman affeder? Öldüğünde mi affettim der yoksa yaşarken bunları söyleyecek cesareti olur mu"
Kendimi düşündüm de benim rahmetli babacımın "affedilecek" hiç bir şeyi yoktu ki! Olsa olsa sigara içip onu üzdüğüm, bekarken geceleri gezdiğim için ben af dilerdim ondan.
Velhasıl güzel filmdi.
En hoş sahnelerden bir kaçı
İki kadın var, yaşadıkları yer o kadar boş ki arabayı hep geri geri sürüyorlar. Bunlar Utah'a babasının cenazesini almaya giderken "yanınıza pasaport aldınız mı?" diye soruyorlar, bizimkiler "neden, orası da Birleşik Devletler değilmi?" diye soruyorlar, "Tamam işte" diyor kadınlar "Tam da bu nedenle pasaportlarınızı almalısınız"
Yaşadıkları yerde bir radyo istasyonu var, hergün sabah programı yapan bir adam her sabah "yol durumu için 1962'den beri kesintisiz bize haber veren bilmem kime bağlanıyoruz" diyor, bay bilmem kim, kamyonetin kasasına oturmuş, kafasında bir şemsiye "yoldna bir iki araba geçti, trafik akıcı, bilmem kim hanım hız yaptı" diye yol durumu veriyor, ertesi gün hava durumu sunucusu kimliğiyle gene aynı adama bağlanıyorlar, o da " Bulutlardan bir tanesi şuna benziyor, diğer ata benziyor" diyerek hava durumu sunuyor.
Bizim oğlanlar otobüste beyaz adamın neden hep kazandığından ve hep güçlü göründüğünden bahsediyorlar. Sebep "mesela Joh Wayne" diyor Victor, "hiç dişlerini görmezsin, metal mi, plastik mi, ağzında diş varmı bilemezsin, birinin dişlerini görmediysen bu kişi beladır uzak dur" diyor.
Bir de Victor babasının külleri ile eve geliyor, anne kapıyı açıp kavanozu alıyor ve başının üstünde döndürüyor. Ben "eninde sonunda evine döndü" anlamına yordum.

Hiç yorum yok: