anne'nin kitaplığından etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anne'nin kitaplığından etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2010 Perşembe

Annenin kitaplığına yeni eklenenler

Tabii kendime de yeni kitaplar aldım.

Artık karar verdim. Latin Amerika Edebiyatı bana hitap ediyor. Kim yazsa..
İlk kez okuyacağım yazarlar

Carlos Fuentes - Sefer
Rudolfo Anaya - Kutsa beni, Ultima ve Alburquerque Yılanının Dansı

Daha evvel okuyup beğendiğim
Mario Vargas Llosa - Masalcı
ve yenilerde okuduğum Körlük'le beğendiğim Jose Saramago - Manastır Güncesi
Mucizeler Dükkanı ile bayıldığım Jorge Amado - Tarçın Kokulu Kız

Yeni başladığım (Kazancakis dışında tabii) Yunan Edebiyatından ilk kez okuyacaklarım
Leon Sciaky- Elveda Selanik
Nicholas Gage (Cage değil) - Eleni
Kostas Tsolakidis - Belki Bir Gün Dönerim

Sadece serviste işe gidip gelirken okuyabiliyorum ama bu bile yetiyor. Şimdilik İdil bana onunlayken kendi kitaplarımı okuma izni vermiyor ama o büyüdüğünde ikimizinde oturup kendi kitaplarımızı okuduğumuzun hayalini kuruyorum.

16 Eylül 2010 Perşembe

Annenin kitaplığından

Şimdide sıra benim okuduklarıma geldi. Şansıma bu ara ne okuduysam çoğunu beğenmedim:(




Ben yazar sevenlerdenim. Takarım bir yazara, ne yazsa okurum. Genelde yanılmam, çok nadir sevdiğim bir yazarın sevmediğim bir kitabına rastlarım.


Sevdiğim yazarlar


Bir ara Paul Auster. Uzun zamandır yeni yazdığı romanı okumadım, birileri ensesti anlatıyor dedi, almayayım dedim. Ben onu Duman filmi hikayesi tadında seviyorum.


Orhan Pamuk. Düşündükleri ve söylemleri kendini ilgilendirir, ben ta Cevdet Bey ve Oğulları'ndan beri severim. Okumadıysanız da şiddetle tavsiye ederim. Bir tek "Kar" ve "Masumiyet Müzesi" beni hayal kırıklığına uğrattı. Hatta Masumiyet Müzesi ilk yarısı su gibi geçti de ikinci yarısı beni öldürdü ve "Kar"a rahmet okuttu.


Amin Maalouf- Ne yazsa okurum. Ortadoğu'dan çıkan çoğu yazar gibi mükemmeldir. Sadece "Beatrice'ten sonra Birinci Yüzyıl" ve "Uzaktan Aşk" beni hayal kırıklığına uğrattı. Onlarda roman türünden değildi. Son 2 kitabını okumadım onlarda roman türünden değil diye. Size her yazdığını öneririm. Semerkant, Tanios Kayası, Afrikalı Leo ama ille deYüzüncü Ad!


Maeve Binchy - Derviş hiç sevmez, çok kalabalık yazdığını söyler. Romanlarında 100 kişi vardır, hepsi biryerden birbirine bağlanır. Bol karekterli kitapları sevmezseniz almayın ama su gibi okunur, hayata umutla bakmanızı sağlar, daha ne olsun? Ama benim gözümde hala "Yanlız Kadınlar Sokağı"na erişen kitabı çıkmadı. Siz okumadıysanız en sona bunu bırakıp öyle okuyun. Hayal kırıklığına uğratmayan bir yazar beni.


Gabriel Garcia Marquez - Nasıl ki Hint edebiyatı genelde sevdiğim yazarlara sahip, Latin Amerika'da öyle. Hele Marquez'in o yarı masalsı romanları! Oku oku dur! Neyini bulursan oku, pişman olmazsın. Ben en son "Şer Saati"ni okudum.


Jamal Mahjoub "Raşit'in Dürbünü" yine severek okuduğum bir kitaptı.



Halit Hüseyni hem "Bin Muhteşem Güneş", hemde "Uçurtma Avcısı" kitaplarını çok severek okudum.


Tanıtımlarına kandığım, hatta birkaç sayfasını internette okuduğum Alexander McCall'un "Portekizce Düzensiz Filler" ve "Sosis Köpeklerin İnceliği". Okumakla birşey kaybetmedim ama sevdiğim bir yazar kazanamadım.


J.D.Salinger - "Çavdar Tarlasında Çocukları" okumuştum, bayılmıştım. Size de tavsiye ederim ama "Franky ve Zoey" kötüydü. Hayal kırıklığı oldu bana. Bir yere varmayan bir kitap.


İlk kez okuduğum Jose Saramago - "Körlük" Konu olarak çok ilginç. Bir gün biri durup dururken kör oluyor ve bu körlük tüm ülkeye yayılıyor. Sadece bir tek göz doktorunun karısı görüyor. Sonra yozlaşmalar, insan doğasının zayıflığı, duyuların yaşamdaki yeri vs işin içine giriyor. Zaman zaman tempo çok düşse de son bölümlerde giderek artan hızıyla beğendiğim bir kitap oldu. Gene de diğer kitaplarını alıp okumak için gerekli cesareti kazanamadım.



Yine ilk kez okuduğum Ken Follet "Bir Katedralin Öyküsü" güzel ve akıcı bir dönem romanı. 11 yy. İngiltere'sini anlatan iyi yazılmış bir roman. Gerçi ben baş karekterdeki (sonraki bölümlerde) Jack'in Kralın gayrımeşru çocuğu olması ihtimali üzerinde durmuştum ama bu haliyle de kolay okunur bir kitap. Kalınlığı sizi korkutmasın.



Sevdiğim Hint edebiyatından 2 yeni yazar tanıdım.

R.K.Narayan " Rehber" - İyi yazılmış, akıcı bir kitap. Evli ve kastı uygun olmayan bir kadının peşinde sürüklenen bir adamın hayatını mahvedişini anlatıyor.

Rohintoy Mistry "Uzun bir Yolculuk" ise Pakistan'ın bağımsızlığını kazanması sürecinde Pers azınlıktan bir ailenin yaşadıklarını anlatan çok daha beğendiğim bir kitap.

Ama ille Hint Edebiyatı'na başlayacaklardansanız

Arundhati Roy "Küçük Şeylerin Tanrısı" bence çok daha iyi bir seçim olur.



İlk ve muhtemelen son Japon Edebiyatı tanıma çabamda beni BUZZZZ gibi soğutan Haruki Murakami "Zemberekkuşunun Güncesi" kitabı var. Allah'ım 600 küsur sayfada insan hiç mi bir şey anlatmaz? Konu ne? Adamın kedisi kayboluyor, peşinden karısı kayboluyor, kuyuya giriyor, garip bir anne-oğula rastlıyor, kedi dönüyor, kadın dönmüyor. Bu mudur yani 600 sayfada yazılan? Budur!



En son alışverişim elime henüz ulaşmadı ama ben yine de yazayım. İnşallah okuyup beğenirim hepsini de parama acımam!

Filmi de çevrilen Elizabeth Gilbert "Ye,Dua et,Sev"



"Midak Sokağı"ndan tanıyıp çok beğendiğim Mısırlı yazar Necip Mahfuz'un üçlemesi

"Şeker Sokağı"

"Saray Sokağı"

"Şevk Sarayı"



İngiliz Edebiyatı'ndan ilk kez okuyacağım

Thomas Hardy "Çılgın Kalabalıktan Uzak"



Yunan Edebiyatı'ndan yine ilk kez okuyacağım

Rea Stathopulu "Pedal Çeviren Kadınlar"



Latin Amerika Edebiyatı'ndan yine ilk kez okuyacaklarım

Luis Sepulveda "Patagonya Ekspresi"

Arturo Perez Reverte "Flaman Tablosu"

Jorge Amado "Mucizeler Dükkanı"

Alvaro Mutis "Son Rıhtım"



Siz kitap kurtları bana yeni ve güzel kitaplar önerebilir misiniz? En son siz ne okudunuz? Sizin ev favori yazarlarınız ve kitapları neler?


Hadi pamuk parmaklar klavyeye, hep öyle "şunu yedim-bunu pişirdim-onu giydim" olmaz:)))

25 Mart 2010 Perşembe

Kitaplarrr ve erkekklerrr

Ne alaka mı?



Ben zaten ne yazsam başlarım birşekil , bitiririm kel alaka..Bu yazıda öyle.

Kitap sever bir ailem var, çok büyük özlemle andığımız babacım vaktinde ne yaptı etti ise bize bu sevgiyi aşıladı. Zorla değil, isteyerek, sevdirerek. Ansiklopediler vardı bizim evde, açar açar karıştırır, hayallere dalardık. Bize oyuncak değil- ki bizim zamanımızda zaten çok çeşit yoktu, bir öğretmen maaşıyla 3 çocuk okutabilen ailemiz için bu tarz harcamalar mümkün değildi- kitap getirirdi. İnşallah benim kızımda okumayı sever. 3 aylıktan itibaren kitap alsamda, en çok harcamayı ona kitap için yapsamda şu an pek fazla düşkün değil ama zaman ne gösterir bilinmez.


Son 3 yıldır, yani anne olduktan sonra sadece işe gidip gelirken serviste, bazen İdil'in keyfi yerindeyse o odasında oynarken onun yanında oturup kitap okuyabiliyorum.

Genelde bir yazar bellerim ve o yazar ne yazsa yutar gibi okurum. Onun dışında arkadaşlarımın-ablamın-yengemin kitap tavsiyelerini dikkate alırım. Genelde kitapları biraz içini karıştırıp alsamda bazen hata yaptığım da olur.

Bu güne kadar sadece Alev Alatlı'nın "Schrödinger'in kedisi" kitabını yarı bıraktım. Kendisinden burada özür dilerim. Konuşmalarını çok beğenerek dinlesemde bu kitabı beni aştı.

Bunun dışında Orhan Pamuk'u çok severim. Yazdıklarını severim, dile getirdiği fikirlerine, kişiliğine karışamam, o kendi yaşamıdır, kendi söylemidir. Benim için o'nun kitapları mühim.

Cevdet Bey ve Oğulları ile başlayan beğenimi sadece Kar ile biraz sarsmıştı ama Masumiyet Müzesi'ni zorrrrla okuduğumu itiraf etmeliyim. İlk yarısı güzeldi de ikinci bölüm daralttı beni..

Son günlerde 6-7 kitabı peşpeşe okudum ve bazı blog arkadaşlarımın okumayı benim gibi sevdiğini bildiğimden benim en son okuduklarımı yazayım dedim. Belki siz de son zamanlarda okuyup beğendiğiniz kitapları bana söylersiniz hı?


Sevmediklerim

Kurt Seyt ve Murka - Göçmenlikten kırılan - 4 tarafımızda başka yerden göçmen olduğundan -beni , vatan hasreti-Bolşevik ihtilali-yeni vatanda tutunma çabası-aile kurma çabası anlatan bu kitap sarsmadı. Ama okunması da gerekliydi bence. Biz yaşımız yetmediğinden dedelerimizden, nenelerimizden o acılı zamanları dinleyemedik. Kimbilir ne hikayeleri vardı. Bu bakımdan Nermin Bezmen hakikaten harika araştırmış, yazmış, belgelemiş, fotoğraflamış ama beni çekmedi. Belki Kurt Seyt'in sevilmesi zor kişiliği, Murka'nın tipik Türk kadını kıskançlıkları buna neden olmuştur. Bilemiyorum.

Başörtüsü altında aşk - Adından ne anlaşılır bilmiyorum ama ben genelde tüm İngiltere doğumlu yabancı -Hintli, İranlı, Arap vs- yazarı çok beğenerek okurum. Bu yazarda bu özelliklere sahipti, tutucu giyim tarzı hicap'ı benimsemiş ama yetiştiği Batı Kültürü'nün etkisiyle aşkı, aşkın getireceği kutsal aydınlanmanın onu dinine daha da ulvi yollardan bağlayacağına inanmış.

Bize çok yabancı olmayan islamiyet kuralları, çöpçatanlık kurumu, evlilik anlayışındaki değişiklik, Batı'nın islama ve müslümana bakışı konuları gibi çok güzel konuları bu kadar kuru kuru anlatan biri daha olamazdı! Misal dinini anlatmak istiyorsan onu anlat, araya Batı'da yetiştim, şurda çalıştım,çöpçatanlık şudur sokma! Ya da çöpçatanlık mı anlatıyorsun, esprili dilini kullan konudan sapma, tam çöpçatanlık ve orda buldukları talibi anlatırken, hop mevzu sabah namazı neden en erken saate kılınmalıdır ona geliyor. Yani ulvi mi kitap yazacaksın, onu yaz, ya da esprili günümüz müslüman kadınlarının eş seçmede zorluklarını yaz, dini kuralları açıklamayı bırak. Ya da ben müslüman olup dini kuralların çoğunu bildiğimden bu bölümler sıkıcı ve gereksiz geldi bana. Tek güzel ve gerçekçi nokta ilk eş arayışına başlayan kahramanın 4-4'lük talip ararken en son 2-4'lüğe bile razı gelmesiydi.

Kül Mevsimi - Pulitzer kazanmış, kazanmasa olurmuş. Bir kadın kahraman var, her eleştirmen övmüş, kitabı sürüklüyor diye, ama zaten tüm karekterler absürd. O kahraman olmasa da kitap yeterince manasız. Klasik Batı yanlızlığı, aile bağlarının olmaması sorunu vs.


Sevdiklerim

Ruh ve Yürek Maeve Binchy ne yazsa okuyorum. Su gibi okunuyor, insanları tahlil edişi, olayları birbirine bağlayışı, zor durumda, çıkmazda olanları cesaretlendirecek şekilde onları düze çıkarması, bunu yaparken herşeyi çok basit ve düz göstermesi ile benim en sevdiğim yazarlardan. Tamam kalabalık yazıyor olabilir, herkes herkesle bağlantılı olabilir ama okutuyor işte! Bonus olarakta okurken İrlanda ve irlanda'lılar hakkında bilgi sahibi oluyorsun.

Tahran'ın Damları İşte beni yanıltmayan İranlı bir yazar! Devrim öncesi yaz 4 gencin hayatının kaygısızca giderken olayların bir anda değişmesi. Ki hiç devrime girmedi bile yazar. İran'lıları anlatırken ki dürüstlüğü, Pers'lerin kültürü, İran'ın gelenekleri bir anda önünüze seriliyor. Damda o çocuklarla gençliğinizi yaşıyorsunuz, roman sizi içine alıp gidiyor.

Genelde Çok Satanları sevmeyen ben bazen yanılıyorum.

Misal Vampir serisi - Meşhur Alacakaranlık dörtlemesi.

Sevdim, yazı dili olarak çok şeyler beklemeyin ama esas oğlandaki romantizm beni teeee nerelere götürdü. Son kitabı hepsinden güzel. Filmini de beğendim hatta derviş alay etti "50 yaşına geldin teenage işi şeylerin nesini beğeniyorsun" diye ama olsun. Güzel vakit geçirdim, hoşlandım. Gerisi tırı-vırı.

Ayrıca Dan Brown- Hepsini okudum. Ama favorim Da Vinci'nin Şifresi. Sanat tarihi hakkında azıcıkta olsa bilgilendim ya, o da yeter. En son Kayıp Sembol'ü okudum. Bence güzeldi, gene kitabı bir solukta okudum, bazı şeyler öğrendim, derviş "masonlar para verip yazdırmış gibi" dese de gene de bir bilgi bile aklımda kalsa kar sayarım.

Şu an bunu okuyorum. Bitince söylerim. İlk Japon yazarım. Bakalım..

Bunun dışında gözünüz kapalı okuyun diyebileceğim isim

Amin Maalouf, her kitabı mükemmel. Paulo Coello'nun bazı ruhani kitaplarını çok beğenmiştim. Onu da okursanız size bir lokma ışık verir.


Errrkekkler kısmına gelince, tamamen konuyla alakasız ama aklımdan uçup gitmeden yazayım, ilerde hatırlarım.

Efendim şu zavallı insan, sabahları 05.50'de kalkıyor. Derviş Potuk'u tuvalete çıkarır, gelir, Potuk yatağa zıplar, ben uyanırım. Derviş gider, ben suratımı temizler, giyinir, gider tv seyrederim. Servis gelene kadar 30-40 dakikam kalıyor, başkası olsa 5 dakika olsa uyur, kar sayar, bana uyku boş gelir. Neyse, o sürede genelde Jay Leno'nun şovunun tekrarı oluyor, ona bakıyorum.

Magazin kanımıza işlemiş, meşhurları merak ediyoruz. Bu programda o kadar kendileri gibi oluyorlar ki. Hiç ummadığım birinden etkilenip, çok sevdiğim birine gıcık kapabiliyorum.

Misal Richard Gere'ye bayılırım, fizik olarak müthiş çekici gelir hele ki yaşlandıkça daha bir tadından yenmez kıvamına geldi, Pretty Women milyon kez oynasa milyon kez seyrederim ama amca müthiş sıkıcıdır! İki kelam edene kadar sen uyuyakalırsın.

Geçenlerde Mel Gibson çıkmıştı. Adam ayaklı, yürüyen bir bomba. Kımıl zararlısı. Bir saniye oturamıyor, sürekli bir yerleri oynuyor. Daralttı beni. Sigarayı bırakmış, "ilk gün elimde balta ile gezecektim nerdeyse" diyecek kadar agresif. Eski karısı ucuz kurtulmuş:)D

Sonra Ewan McGregor.Ben ki İskoç severim, daha bir sevdim! Nasıl tatlı, nasıl sevimli biri anlatamam. Motoruyla dünya turuna çıkmıştı National'da oynadıydı bir ara. Okul yıllarında bulaşıkçılık yaptığını, birgün arkadaşlarıyla evlere taş atma oyunu oynarken yaşlı bir kadının mutfak camını indirdiğini, sonra ya kadın kalpten öldüyse diye bütün gece uyuyamadığını, maaşını aldığında kadının kapısının altından özür dileyen imzasız notuyla birlikte zarf içine tüm maaşını koyup attığını anlattı. Bu bile bence onu dinleyenlerin buna benzer şeyler yapmadan önce bir kez durup düşünmelerini sağlamıştır.

Benim bugüne dek yakışıklı olsa da pek kayda değer bulmadığım Hugh Jackman çıktı geçen hafta. Yok kardeşim o ne karizma! Adam yıkılıyor! Işınlanıp oraya gidesim ve ayağının dibine yatasım geldi!

Mütevazi, esprili, harika dans ediyor, şarkı söylüyor, 2 çocuk evlat edinmiş, gözlerinin içi parlayarak onları anlatıyor, Çin'de amatör film çekmiş, Çinlileri anlatıyor, kendiyle alay ediyor. HARİKA. Diğer konuk Altın Kızlardan Rose'du, ona ne iltifatlar, ne şakalar yaptı. Amcaya helal üstü sonsuz helal.

Bu sabahta şu günlerin meşhuru Gerard Butler vardı. Olmuş adam, daha ne olsun. Çok tatlı, İskoç ya! O da ayrı esprili bir tipti. İkinci konuk Sophia Varga diye bir latin hatundu. Vaktinde bu adam bu kadar meşhur değilken ona üstünde para olmadığından restoranın valesine versin diye 60 dolar borç vermiş ve hala geri alamamış. Bunu anlatırken amca "İskoçların ününü korumam lazım, o yüzden vermedim" diyecek kadar anında espri patlatabilen, kulakları kepçeymiş diye kendiyle dalga geçen çok karizmatik bir amca.


Ya, bu resimlerde siz blog dostlarının gününü aydınlatsın. Bu kıyağımı da unutmayın! Ama akşama eve gidip gene eski bir sap maydanozu görünce küfr etmek yok, söz verin!


Etiketler